Avrupa güncesi: Rönesans’ın şehri Floransa ve Michelangelo Tepesi
İtalya’daki Milano ve Venedik’ten sonraki durağımızdı Rönesans’ın orijini olan şehir, Floransa. Hem biraz yorgunluk, hem kalacak yer bulma telaşı, hem de bir an evvel Roma’ya geçme heyecanımız birleşince, çok fazla konsantre olamamıştık Floransa’ya. Bir tek Milano’daki arkadaşlarımızın “gittiğinizde mutlaka gün batımını izleyin” dediği bir yeri görmeyi kafamıza koymuştuk: Michelangelo Tepesi…
Gün boyu sıcağın altında her yeri görme telaşıyla şehri tükettiğimizde, kalan son enerjimizle otelimize de yakın bulunan bu tepeye gittik macera arkadaşım Deniz’le. 🙂 Yukarı çıkana kadar “geri mi dönsek, daha çok tırmanacağız” cümlesini tekrar ettiysek de azmettik, çıktık en zirveye. “Sanırım burası” diyerek arkamızdaki şehir manzarasına döndüğümüzde, ikimiz de bütün yorgunluğumuzu unuttuk bir anda. Önce niyetimiz bir iki kare çekip manzarayı görmek ve dönmekti. Ama ne mümkün?!
Tepenin manzaraya bakan yamacına seyir terası yapmışlar. Alt terasta açık alana kurulmuş bir kafe ve canlı müzik vardı. Seyir terasındaki merdivenler ise turistlerle kaplanmıştı. “Biraz oturalım, güneşi batıralım” diyerek kendimizi bıraktığımız merdivenlere bir türlü veda edemedik. Hem şehrin açısını çok iyi alıyordu, hem ortam güzeldi, hem de güneş gerçekten de şahane batıyordu; Ponte Vecchio’yu (Eski Köprü) da içine alan Arno Nehri manzarasının ucundan. Bu keyfin üzerine bir bira iyi gider diyerek şehrin seyrine daldık bir süre.
Otururken “How I Met Your Mother” dizisini dinliyormuşum hissi yaratan arkamızdaki gitar eşliğinde sohbet eden Amerikalı bir grupla da kaynaşmıştık bir süre sonra. Kalan bir müzeyi gezmemizde önemli payları oldu ve gezecek olduğumuz birkaç yerin de haritalarını edindik nezaketleri sayesinde.
Biz o ortamı bırakıp otele dönene kadar güneş çoktan batmış, gecenin güzelliği Floransa’ya hakim olmaya başlamıştı. Dönüş yolunda ikimiz de huzurlanmış, günün stresini unutmuştuk çoktan… Floransa deyince artık aklımızda huzurlu bir köşe olarak kalacaktı burası…