Atina: Tanrıların başkenti
Ankara’nın gri soğuk havasına inat, bir gün öncesindeki yağmuru bırakmış, güneş açmıştı benim için Atina’da. Dolayısıyla sıcak insanlarıyla karşılandığım şehri tanımam ve yerleşik hayat moduma geçmem uzun sürmedi.
Esasında ilk Yunanistan turumdan sonra birbirine bu kadar yakın iki ülke ve iki kültürün bizden çok da farklı olmasını beklemiyordum. Ne var ki bu seferki şehir, Atina biraz daha farklıydı. Biraz daha metropol, biraz daha farklı; tarih barındırmaktaydı zira.
Atina, her şeyden önce tanrıların şehri olarak anılmasıyla özel bir yere sahip. Kocaman bir Akropolis’in himayesinde olan bir şehir. Nereye gitsek gözü üstümüzdeydi. Şehrin betonarme gelişimine engel olamamış olsa da, kentin ara sokaklarında tapınaklarıyla adeta tarihin bekçisi gibiydi.
Akropolis’e çıkacağımız günün ‘havası’ sırf bana özel gibiydi. Güçlü rüzgarı, gri bulutlarıyla benim için konsepti tamamlıyordu Akropolis.
Akropolis’in hemen yamacında konumlanan müze de bir replika olmak istemiş buraya. Yapının dış cephesinden Tapınağın kolonlarını ve planını hissedebiliyorsunuz. Müzenin içinden Akropolis’i keyifle izleyebilir, müze kafesinde kahvenizle eşlik edebilirsiniz bu seyre.
Kent merkezinde yerini alan parlamento binası, kent meydanına cephe almış durumda. Eğer yılbaşı zamanındaysanız, şehir merkezinde çeşitli eğlenceli gösterilere denk gelebilirsiniz. Yeni yıl zamanının burada Türkiye’ye kıyasla daha anlamlı olması gerçekliğini yaşamak da ayrı bir keyif oldu açıkçası. Hem ‘Christmas ruhu’ taşıyan bir ülke, hem de geleneklerine bağlı bir aile ile yılbaşı havasını sonuna kadar yaşamış oldum.
Denize kıyısı olsa dahi merkezinin bir hayli içlerde kaldığı şehirde, yine sırf benim deniz görme arzum sonucu Yunan arkadaşlarımla ulaştığımız sahil Pire ve yukarıdan manzarasını izlediğimiz tepe bölgedeki Blow’daki şık Lounge Cafe’de birer kadeh şarap içmenizi öneriyorum.
Yazarın diğer yazıları için tıklayınız.