Kim olduğunuzu sizin ve antik atalarınızın ne yediği belirler. Tabii binlerce yıl önce insanların ne yediğini belirlemek, buzul çağından kalma yemek kitapları olmadığı için çok kolay bir iş değildir.
Ancak bilim insanları, fosilleşmiş kemikler üzerindeki kimyasal maddelerin izini sürerek tarih öncesi çağlara ait olan yemeklerle alakalı bulgular elde edebiliyorlar.
Bilim insanlarına göre, insanlığın ataları uzunca bir süre etle idare ettiler. Ancak The Quarterly Review of Biology’de yayınlanan bir makaleye göre, tarih öncesi çağlarda yaşayan insanların bir diğer yiyecek maddesini de karbonhidratlar oluşturuyor. Bugünün paleo diyetini savunanların başının belası olan karbonhidratlar, araştırmacıların iddiasına göre eski zamanlarda yaşayan insanların yemeklerine dahil etmesiyle beyin gelişminde büyük fayda sağlamış oluyor.
Yaklaşık 7 milyon yıl önce insanlığın ataları maymundan ayrıldılar. Bilim insanlarının söylediğine göre bu insanlığın ilk atalarının yiyeceklerini çiğ ve lif bakımından zengin bitkiler oluşturuyordu. Birkaç milyon yıl sonra bu insanlar et yemeye başladılar. Delillerin gösterdiğine göre, bu ilk insanlar mağaralarından yemek bulabilmek için keşfe çıkıyorlardı.
Ateşin bulunması daha fazla enerji üretimini sağlıyor
Bir noktadan sonra bu insanlığın ilk ataları eti pişirmeye başladılar. Ancak ateşin ne zaman kullanılmaya başladığı hala tartışılmaya devam ediyor. İnsanlığın ateşi 300.000 yıldır kullandığı kesin olarak biliniyor. Ancak bazı araştırmacılar ateşin 1.8 milyon yıl önce icat edildiğini iddia ediyor.
Etin pişirilmeye başlanması proteini ve dolayısıyla enerji ve kilo almayı da artırıyor. Bu sayede ilk insanlar daha da gelişip, büyüyebiliyorlardı. University College London’dan evrimsel genetikçi Mark G. Thomas ve arkadaşlarına göre pişmiş etin yanında, ilk insanların kullandığı başka yiyecek maddeleri de bulunuyordu: Bitki kökleri ve diğer karbonhidratlı yiyecekler.
İnsan bedeni nişastayı, glikoza yani bedenin enerjisine çevirir. Bu süreç, çiğnemeyle birlikte başlar. Tükürükte bulunan amilaz enzimi nişastanın dönüştürülmesinde önemli bir rol oynuyor.
Burada önemli olan noktayı, amilazın pişirilmiş gıdalarda daha etkili çalışması oluşturuyor. Örneğin, pişirme normal bir patatesi 20 kat daha fazla sindirilebilir yapıyor.
Pişirme, yabani kökleri insanlar için daha elverişli ve besleyici hale getirebiliyor. Bu durum özellikle buzul çağında yaşayan aç ve avlanmaya çalışan insanlar için hiç de yabana atılacak bir durum değil.
Dr. Thomas’a göre, insan DNA’larında bulunan başka ipuçları da karbonhidratların önemini ortaya koyuyor. İnsan ırkının en yakın akrabaları olan şempanzelerin DNA’larında 2 kopya amilaz genlerinden bulunuyor. Ancak insanlar daha fazla kopyaya sahip olabiliyor. Mesela bazı insanlarda bu sayı 18’i bulabiliyor. Dr. Thomas, daha fazla kopyaya sahip olmanın, daha fazla enzim üretmek anlamına geldiğini, bunun da karbonhidratlardan daha fazla faydalanmak anlamına geldiğini iddia ediyor.
Bilim insanları ekstra genleri keşfettiğinde, insan ırkının amilaz üretimini tarım çağının başlarında geliştirdiğini ortaya çıkarıyorlar. Bu da binlerce yıl önceye denk geliyor. Buğday ve diğer karbonhidratlar bu çağda temel yiyecekler haline geldiğinde, bilim insanlarının argümanlarına göre doğal seleksiyon insan ırkına amilaz konusunda avantaj sağlamış oluyor.
Son zamanlarda DNA üzerine yapılan araştırmalar ise ortaya farklı bulgular çıkarmaya başladı. Avrupa’da tarım öncesinde avlananan insanların DNA’ları üzerine yapılan bu çalışmalara göre, insanlar amilaz genlerinin ekstra kopyalarına tarım çağından çok önce sahipti. Dr. Thomas ve arkadaşlarına göre, insanların daha fazla amilaz üretmesine sebep olan şey tarım değil, ateşin bulunmasıydı. Erken dönemlerde insanlar karbonhidratlı besinleri ateşte pişirmeye başladıklarında, bunları öğütebilmek için daha fazla amilaza ihtiyaç duyuyorlar.
Bu iddiaya göre, mutasyonlar insanların daha fazla amilaz üretmesini kolaylaştırıyor ve bu mutasyonlar da doğal seleksiyon sayesinde mümkün olabiliyordu. İşte bu karbonhidratlardan üretilen glikoz da, Dr. Thomas’a göre, beyin gelişimini sağlamış oluyor.
Bilim dünyası Dr. Thomas ve arkadaşlarının iddialarını hayretle tartışırken, yaptıkları bir eleştiri de dikkat çekiyor. Bu eleştirinin temelinde zamanlama yatıyor. Zamanlamanın tam olarak bilinmemesi, yani ateşin ne zaman icat edildiğinin tam olarak tespit edilememesi, dolayısyla da amilaz üretiminin ne zaman arttığının bilinmemesi açık kapılar bırakılmasına sebep oluyor.
Kaynak:
Nytimes