Ateş her zaman yakmaz, bazen de dönüştürür
Herkes kendini tekrar eden bir plak gibi.
Yanına gidince, kendi içindeki sayıklamaları, her yerde her durumda, yanına yaklaşandan bağımsız bir şekilde tekrar ediyor.
Eski filmlerde, gerilim filmlerinde bir müzik kutusu olurdu ya hani, ıssız bir bölgenin tozlu barında, dünyaya meteor düşmüş o hala aynı şarkıyı cızırtılı bir şekilde çalıyor. Tam olarak böyle bir yerden, artık cızırdamaları ile birlikte devam eden sayıklamalar.
Bunlara sayıklama demekten başka iyi bir tabir bulamıyorum. Tekrar dediğim zaman, daha kabul edilebilir bir şeymiş gibi yankılanıyor zihinlerde. Oysa sayıklama, bir nevroz hali…
Bu yüzden herkes sayıklamalarda.
Kendimizi sıkıştırdığımız kelimelerin içinde, bizi net olarak tarif ettiğini sandığımız o kelime, ses vagonunun içinde sıkışmış, kendine her baktığında aynı şeyi gören, gördüğüne aşina ve her gördüğünde “Evet, haklısın” diyen…
Aynılıktan, bu sayıklamadan rahatsız olmayan…
İnsan hiç mi, “Bunu başka yerlerde bu sözcüklerle anlattım, burada başka anlatayım” demez. Kaynağından, yani duygusunu oluşturan durumdan konuşmak, ifade etmek yerine, o durum ile ilgili bir önce söylediklerine duyduğu aşktan, hayranlıktan, bağımlılıktan mütevellit sadece söze takılır.
Böylelikle, öz ile bağı kopar. Öz deyince ulvi bir şey anlamayalım ama anlayalım da.
Hem en küçük parçada hem de bütünde çalışma şekli aynı.
Sen sözünü söylerken, duygun neydi ve neden söyledin, şimdi aynı sözü tekrar ederken duygun ne? Aynı mı? Değişmiş olabilir mi?
Değişmesinden de utanırız. Dün cesaret içinde olduğumuz şeyden bugün korkarız. Dün korktuğumuzu bugün kucağımıza alırız ve bunu dillendirmekten bile utanırız.
Belki de bu yüzden, sözün yarattığı sahte kimliklere bağlanıp kalırız.
Kendini sayıkla dur.
Sonsuza kadar kendini sayıkla…
Dışarıdan kork, iletişimden kork, gerçeklikten, samimiyetten, aşktan, yenilikten kork, kendini sayıkla…
Anıt heykeller gibi, öyle duruyor herkes, her şey. Kafalarının içinde bir dünya, al gülüm ver gülüm.
Sonra biri gelir, yeni birine de kendini aynı cümlelerle anlatırsın aslında halihazırda sayıkladığını… Ona anlatmazsın yani. Zaten çalıyordur o plak…
Ve budur bizi diğerlerinden ayıran. Özenden, yakınlıktan, eşsizlikten, biriciklikten.
Sözleri biricik olmayanın, kendi biricikliği nereye saklanır? Var olabilir mi?
Duygun değişirken, belki aynı eksende sadece genişlemeler ve daralmalar gösterirken, nefes alırken yani… Oradan konuşabilir misin her seferinde?
Her seferinde o duyguya bağlanıp seslendirebilir misin kendi duygunun melodisini?
O zaman biricik, o zaman eşsiz, o zaman özgür olursun kimliklerden, diğerleri dediğinden, sıkıştığını düşündüğün hallerden…
Değişimin değiştirdiklerini gözlemleyebilir olursun, ancak o duygudan konuşmaya devam edersen, o duygunun şimdi kulaklarına gelen melodisini duyabilirsen.
Tutunmalar, sayıklamalar, duygudan çıkan dumana takılıp, ateşi unutup o dumanı tekrar etmekten, hatta duman dağılmaya başlayınca kendini boşlukta ve bilinmezde hissettiğin için aceleyle, telaşla dumanı tasvir etmeye devam eden hallerden olmaz mı?
Ateşe yürümek bazen yanmak için değil, sadece gerçeği görmek içindir. Ateş her zaman yakmaz!
Ateş ısıtır, ateş dönüşür, dönüştürür. Yanmak, bilmeyenin kendini attığı çukurdan, bilmeyişine gösterdiği isyandandır.
Yoksa yanmak, üstadın ayak izinden başka ne olabilir ki…
İlginizi çekebilir: Tek başına ayakta kalabilmek: Anne, babandan değil, kendinden doğduğunu hatırla