Yalan söylemenin son derece yaygın bir eylem haline geldiği bir dünyada yaşıyoruz. Hatta tam da bu nedenle, yalan haberleri ortaya çıkarmak ve doğrulamak, siyasi beyanları kontrol etmek konusunda uzmanlaşmış birçok kuruluş var. Elbette yalan söyleme tekeli, sadece siyasi figürlerin veya iş liderlerinin değil. İster kırmadığını söylediği parçalanmış vazonun başında duran küçük bir çocuk, ister akşam eve neden iki saat geç geldiğine dair hikaye anlatan bir genç olsun; çoğu evde yalanlar vardır.
Buna karşın, anne babamız ve diğer tüm otorite figürleri, bize yalan söylemememiz gerektiğini anlatır durur. Çünkü doğruluk, kültürümüze yerleştirmiştir. Peki o zaman neden bu kadar çok yalan söylüyoruz?
Bazen bunu kurnazca, bazen bir başkasının duygularını korumak için yaparız. Hatta çoğu zaman, sanki yalan DNA’mızın bir parçasıymış gibi, farkında olmadan yalan söyleriz. Belki de gerçekten öyledir; kelimenin tam anlamıyla, doğuştan yalancı olarak dünyaya gelmişizdir. “Doğuştan Yalancı“ kitabının yazarı Ian Leslie, eserinde bu konuyu derinlemesine ele alıyor. Sadece 9 aylık bir bebeğin bile yalan söylemeyi bildiğini, yalan söylemenin bazen sağlığımıza fayda sağlayabileceğini ve anılarınızın çoğunun yalanlar üzerine kurulu olduğunu uzun uzun anlatıyor. Yazarın da kitapta açıkladığı gibi, yalan söylemeyi erkenden toplumda hayatta kalmamıza yardımcı olan bir beceri olarak öğreniyoruz. Yaş aldıkça kendimizi ve başkalarını kandırmaya devam ediyoruz; elbette inadına değil, belki alışkanlıktan, belki zorunluluktan…
Öyleyse, “Doğuştan Yalancı” ve yalan söylemenin arkasındaki bilimi inceleyerek bu konuya daha yakından bakalım ve istemeden de olsa beynimizin bunu bize neden yaptırdığını öğrenelim.
Atalarımız da yalan söylüyordu!
Dürüst bir insan olduğunuzu düşünseniz bile, muhtemelen ara sıra yalan söylüyorsunuzdur. Bu yalanlar, çoğu zaman kötü niyetli olmayabilir. Çoğumuz, sosyal doğamızdan kaynaklanan bir dizi nedenden dolayı yalan söyleriz. Çünkü sosyal bir tür olmak hiç kolay değil! Düşünsenize; onlarca ilişkiyi takip etmek, davranışlarımızın başkalarını nasıl etkileyeceğini tahmin etmek ve başkalarının eylemlerine vereceğimiz tepkileri kontrol etmek zorundayız. Tüm bunları düşünmek bile çok yorucu.
Atalarımız daha sosyal olmaya başladıklarında, bu artan ilişkilerle başa çıkmak için daha büyük beyinler geliştirmeye başladılar. Daha büyük beyinler, daha iyi kararlar almalarına yardımcı oldu, bu da gelişen zekalarını güçlendirdi. Bu anlatı, akademisyen Nicholas Humphrey tarafından 1976’da ortaya atılan “sosyal zeka” hipotezinin temeli. Başka bir ifadeyle, yalan söylemenin toplumda paha biçilemez bir araç (!) olduğunu keşfetmemiz çok uzun sürmedi.
Bir mağara insanının daha fazla yiyeceğe ihtiyacı olduğunu düşünelim. O, kısa zamanda, aldıklarını başkalarından saklayabileceğini ve daha önce kendi payının ona hiç verilmediğini söyleyebileceğini hızlıca anlayacaktır. Toplum bize her zaman rakipler ve rekabet sunar, biz de birkaç basit yalanla zorlukları bertaraf etmeyi öğreniriz.
1980’lerde primatologlar Richard Byrne ve Andrew Whiten, primatların da ilerlemek için yalan söylediklerini keşfettiler. Benzer şekilde geçmişte iki genç şempanzenin de yemek bulmak için toprağı eşelediği, daha yaşlı bir şempanzenin yaklaştığını fark ettiklerinde hızla arkalarına yaslanıp hiçbir şey olmamış gibi davranmaya başladıkları gözlemlenmişti. Tahmin edeceğiniz gibi, yaşlı şempanze gözden kaybolur kaybolmaz toprağı eşelemeye devam ettiler… İşte bu tür bir yalan, zeka gerektirir. Byrne ve Whiten’a göre, insan zekası doğrudan bu başarılı aldatma senaryoları ile gelişti.
Yalan söylemeyi doğuştan biliyor, yaş aldıkça “ne zaman” söylememiz gerektiğini öğreniyoruz
Yukarıdaki örneklerden daha ilginç olan şey, yalan söylemek için bunun bize öğretilmesine ihtiyaç duymuyor oluşumuz. Aslında daha bebekken yalan söylemeye başlarız. Bu, son derece masumdur. Örneğin 9 aylık bir bebek, yanındaki başka bebekler kıkırdamaya başladığında, eğlencenin eğlencenin bir parçası olmak için sahte kahkahalar atabilir.
Zaman geçtikçe ve daha sosyal hale geldikçe, ne zaman yalan söyleyeceğimizi öğreniriz. Mesela okul döneminde, diğer insanlardan çok sayıda geri bildirim almaya başlarız. Bu, bize yalan hakkında çok şey öğretir. Her şeyden önce, eğer çok yalan söylersek tüm güvenilirliğimizi kaybedebileceğimizi öğreniriz. Bazı yalanların tehlikeli olabileceğini öğreniriz. Tüm bu deneyimler bize ne zaman yalan söyleyip ne zaman söyleyemeyeceğimiz konusunda bir fikir verir. Bunu da iş hayatı ve yetişkin ilişkilerimiz gibi yeni ortamlarda sürdürürüz.
Sadece başkalarına değil, kendimize de yalan söylüyoruz
Bildiğiniz gibi, hiçbirimiz gerçeği olduğu gibi algılamıyoruz; beynimiz sürekli olarak gerçekliği filtreliyor ve bize kendi benzersiz algılarımızı veriyor. Dolayısıyla, renk körü ve tek kulağı sağır olan birinin algılarının, mükemmel işiten ve daha geleneksel bir renk algısına sahip olan birinden oldukça farklı olacağını tahmin etmek zor değil.
Hatta beynimiz, bazı algıları bilerek değiştiriyor. Örneğin özellikle yaşlandıkça, hasta olduğumuzda veya ağır bir yük taşırken yokuşları daha dik görürüz, bu tür bir algıya kapılırız. Bunun nedeni, beynimizin bizi yaralanmalardan korumak istemesidir.
İnançlarımızı korumak için kendimize yalan söylemek de son derece yaygın bir durumdur. Çünkü inançlarımız, tanımlayıcı özelliklerimizden biridir, bizim için önemlidir. Bu nedenle kendimize sık sık bu inançlarla çelişen bilgilerin doğru olmadığını söyleriz. Buna “bilişsel uyumsuzluk” denir ve inançlarımızı yeniden incelemek yerine, gerçekleri görmezden gelmemize izin verir. Örneğin, insanların, bağımlı olduklarını kabul etmek yerine, sadece hayattan zevk almak ve stres atmak için her gün sarhoş olduklarını düşünmeye devam etmelerini sağlar.
Kendimize yalan söylememiz, her zaman kötü değildir. Özellikle yenilik söz konusu olduğunda, faydalarından bile söz edilebilir. Toplum gelişmeye, gelişim ise zorluklara meydan okuyan, daha önce hayal edilemeyeni gerçeğe dönüştüren insanlara güvenir. Bunu yapmak için hayalperestlerin, gerçekçileri görmezden gelmesi gerekir. Başka bir ifadeyle, kendilerini kandırmaları gerekir. Yine de kendini kandırma, çok ileri götürülmemelidir. Farklı taraflarda yer alan liderler, mantığı göz ardı edip kazanacaklarını düşündüklerinde savaşlar ortaya çıkar ve toplumlar yok olur.
Bazı yalanlar, hayat kurtarıyor: Plasebo etkisi
Yalanın insan vücudunu iyileştirmeye yardımcı olacak kadar güçlü olduğunu biliyor muydunuz?
1944’te Henry Beecher, Harvard Profesörü ve İtalya’nın Anzio kentindeki müttefik birliklerine yardım eden bir doktordu. Birgün acil bir operasyona ihtiyacı olan yaralı bir asker geldi, ancak Beecher’ın morfini bitmişti. Çaresizlik içinde hemşirelerden biri, askere seyreltilmiş tuzlu su enjekte ederek bunun morfin olduğunu söyledi. Garip bir şekilde, bu yalan iş gördü. Asker hemen sakinleşti ve operasyon sırasında acı duymadı. Beecher’ın tanık olduğu şeye, günümüzde “plasebo etkisi” diyoruz. Plasebo etkisi, aslında çok güçlü tıbbi bir araç, ancak hala tam olarak neden işe yaradığı bilinmiyor.
Kültürümüz yalanlarla dolu… Peki, yalan söylemek yanlış mı?
Çoğumuz yalan söylemenin yanlış olduğu öğretilerek yetiştiriliriz. Farklı dinler, inançlar ve filozoflar, yüzlerce yıldır bu soruyu tartışıyor. Mesela 1785’te Alman filozof Immanuel Kant, yalan söylemenin insanlık onuruna aykırı bir eylem olduğunu, bu yüzden de kesin olarak “yanlış” kabul edilmesi gerektiğini yazdı. Ancak daha sonra bu konudaki belirsizliği dile getirdi; duygularını incitmemek için bir arkadaşına, yaptığı işi sevmesen de beğendiğini söylemenin uygun olup olmadığını sorguladı…
Belki başlangıçta toplumda hayatta kalabilmek için yalan söylüyorduk. Bugün de çok sayıda nedene bağlı olarak yalan söylemeye ihtiyaç duyabiliriz. Özellikle yetersiz kaynaklara sahip; eşitsizliklerin, ideolojik ve etnik gerilimlerin, inanç ve ifade özgürlüğünün kısıtlı olduğu toplumsal ortamlar, kişinin yalan söylemesi için son derece teşvik edici ortamlardır. Ama insanın akıl, bilim ve ahlaka dayalı bir kültürel ortamda, dengeli yaşam şartlarına sahip bir şekilde yaşaması durumunda, dürüst olma ve yalana direnme eğilimi de vardır.
Özetle; her insan, iyi niyetle de olsa zaman zaman yalanı tercih edebilir. Yine de konuya özellikle toplumsal düzeyde bakıldığında, yalanın istenmeyen sonuçları olabileceğini söylemek mümkün.
2018 tarihli bir Washington Post haberi, ABD Başkanı Trump‘ın başkanlığının ilk sekiz ayında, günde ortalama beş olmak üzere 1.137 yalan veya yanıltıcı iddiada bulunduğunu yazdı. Buna göre Başkan, Ekim ayındaki ara seçimler öncesinde de mitingler düzenleyerek 1.205 “yalan” iddiada daha bulunmuştu. 110 kez “en büyük vergi indirimini kendisinin yaptığını”, yine 110 kez “tarihin en sağlam ekonomik başarısını kendisinin sağladığını”, 94 kez “sınır duvarının çoktan inşa edildiğini” söylemişti.
“Doğuştan Yalancı” kitabından yalan üzerine alıntılar
Buraya kadar, Ian Leslie’nin kitabında yer alan yalanla ilgili fikirlerinden ilham aldık. Konuyu, kitabın içinden bazı anlamlı alıntılarla destekleyelim:
- “Dürüstlük çaba gerektirmez ama üzerinde çalışılması gerekir.”
- “Makul olduğu ölçüde, ‘Biliyorum.’ yerine ‘İnanıyorum.’ demeyi deneyebiliriz.”
- “Doğruyu söylemek çoğu zaman işimizi görür. Bizim gibi oldukça sosyal yaratıklar için verimli bir yoldur. Çünkü Abraham Lincoln’ün de dediği gibi her zaman herkesi kandıramazsınız.”
- “İnsan kusurlu bir canlıdır ama onu dürüst yapan, soyut ahlak kurallarından çok sosyal yükümlülükleridir. İşte bu yüzden aydınlanmış, özgür toplum kurumları kurmak ve geliştirmek için sürekli mücadele etmeliyiz. Dürüstlük, beraber ulaşılacak bir şeydir.“
- “Muhalefetin ve özgür basının eleştirileri, liderin ayaklarının yere basmasını sağlar ve asılsız bilgilerin yayılmasını engeller. Gücü bu şekilde dengelenmeyen ve kendileri hakkında sadece iyi şeyler duyan diktatörler için durum, kendini makul seviyelerde aldatmanın ötesine geçerek tehlikeli yanılgılar içine düşmeye varır.”
- “En iyi yalancılar, insan davranışlarını en iyi şekilde okumaya eğilimli kişilerdir.”
- “Darling, Talwar ve diğerlerinin araştırmaları, güvenilir bir çocuk yetiştirmenin en iyi yolunun onlara güvenmek, olumsuz güdüleri söküp atmaya çalışmaktansa; olumlu güdülere odaklanmak -kısacası, dürüstlüğün en iyi tutum olduğu bir ortam yaratmak– olduğunu ortaya koyuyor.”
- “Yalana karşı ceza tehdidi altında yaşayan çocuk, basitçe daha iyi bir yalancı haline gelebilir.”
Son olarak; yazının başında verdiğimiz kırık vazonun başındaki çocuk örneğinden, siyasi bir mitingde konuşan bir politikacıya kadar; bize söylenen her şeye inanabilseydik, gerçekten güzel olabilirdi. Ama bu mümkün değil. Çünkü hepimiz, yalan söylemeyi çok iyi biliyoruz ve yalanı tespit etmek, sandığınızdan daha zor. Bu nedenle hepimiz için gerektiğinde daha derine inmek ve gerçeği bulmaya çalışmak çok önemli.
Kaynaklar: Doğuştan Yalancı, lifeclub.org, counseling.org, washingtonpost
İlginizi çekebilir: İnsanlar neden yalan söyler: Yalan türleri ve yalan söylemenin nedenleri