dummy

Aşkta neden çocuksulaşırız: Siz de ona “bebişim” diyor musunuz?

Yetişkinlik çağımızın belki de en çocuksu halidir aşk. Ceza avukatı, ameliyat hemşiresi, genel cerrah veya fizik profesörü olabiliriz ama ne kadar ciddiyet sahibi, yaşı kemale ermiş kişiler olsak da aşk ilişkisi içinde birbirimize “bebeğim” diye hitap eder, ses tonumuzu sevimlileştirir, bazen bebeksileşir, birbirimize peluş oyuncaklar hediye edebilir, oyunlar oynayıp çocuksu bir rekabete girebilir veya el şakaları yapabiliriz. Bütün bunlar dışarıdan bakıldığında son derece tuhaf ve hatta itici dahi görünebilir, hele de ilişki dışındaki kimselere…

dummydummy

Bizi böylesi garip hallere sokan bir gerileme midir? Bu bir aptallık veya saflık işareti midir? Neden çocuk yanımız şımarıkça kendine yer edinmeye çalışır? Genellikle bize hoş gelen çocukluk anılarımızı yeniden canlandırmak neden aşk ilişkisine nasip olur?

Bu sorulara kesin geçerliliği olan yanıtlar vermek mümkün olmasa da akla yatkın bazı teoriler geliştirebiliriz. Birini sevdiğimizde kendimizi de sevmeye başlarız aslında. İlişkide kendimizi tanımlama biçimimiz partnerimize duyduğumuz sevgi ve saygı kadar iç dünyamızda kendimize duyduğumuz sevgi ve saygıyı da belirler. Çocukluk çağımızda belki de en çok merhamet ve sevgi duygularımızı uyandıran o sevilesi halimize dönmek istemek bir açıdan doğal değil midir? Bir zamanlar safça, beklentisiz, hesapsız ve olabildiğince eğlenceli şekilde ortaya koyabildiğimiz o çocuk çıkageldiğinde bize yine ilham verir, ilişkimize de can suyu olur bir bakıma. Yetişkin sevgisi çocuklukta yaratılan bir temel üzerinde inşa olur ne de olsa. Sevmeyi ve sevilmeyi ilkin oralarda öğreniriz. İlişkimiz uzun soluklu olduğunda dahi çocuk yanımızı sağlıklı bir şekilde -elbette birbirimize yük olarak ve sürekli ebeveynlik yaparak değil- en kırılgan halimizle ortaya koyabilme ihtiyacımızı karşılar, güvenmek ve güvenilmek duygumuzu da kamçılar. Hayatın keskin köşelerini törpüler.

Çocukluk birçok açıdan samimiyet demektir. Hesap kitap yapmadan, riya ve hile içinde olmadan var olabildiğimiz belki de yegâne dönemimizdir. Büyümek kaygıyı, derli toplu olmayı, ilişkilerde daha çok diplomasiyi ve birçok açıdan heyecansızlığı artırdığından olsa gerek daima sıkıcı olmaya, coşkusuz olmaya, aynı filmi birçok kez izlermiş gibi meraksız olmaya doğru götürür bizi. Bu kaçınılmazdır ama ufak kaçış noktalarına, “pit stop”lara da ihtiyaç duyar insan. Bilerek veya bilmeyerek hasretini çektiğimiz ve iyi bir ilişkide yakaladığımız an, tutunduğumuz bu kaçıştır belki.

Öte yandan anne (veya ebeveyn) şefkati hangi yaşa gelirsek gelelim elimizden tutsun isteriz. Dünyaya dayanıklı ve katı versiyonumuzu, güçlü ve kaslı duruşumuzu gösterirken dahi içimizde küçük bir çocuk saçı okşansın, şımartılsın, iyi hissettirilsin, her haliyle kabul görsün ister. “Çocukluk ana vatanımızdır” demişti çok sevdiğim bir ağabeyim. İşte hepimiz o ana vatanın hasretiyle yanıp tutuşmaktayız.

Yetişkinlik tüm gençlik ve çocukluk heyecanlarımızı bir kenara bırakmak değildir. Olgunluk bir anlamda partnerimizin her halini kabul etmek, ona kollarımızı tamamen açmaktır ve elbette kendimizin zayıf ve kırılgan yanlarını da ortaya koyabilmektir. Üç yaşımızdaki sahici ve sansürsüz yanımızla oyun oynamayı, eğlenmeyi ve ona sevgi göstermeyi öğrenmeden belki de gerçek olgunluğa erişmek mümkün değildir. Partnerimiz de buna eşlik ettiğinde, içimizdeki çocuk anlaşıldığında, korunduğunda ve sevildiğinde ilişkimizin de temelleri sağlamlaşır, daha dayanıklı hale gelir. Bizi dibe çekmeye çalışan hayat denizinde bir yandan yüzmeyi öğrenirken bir yandan da can simidinin konforuna sığınmaktır bu. Neden olmasın?

İlginizi çekebilir: Başına buyruk duygular karşısında: Duygularınızın kontrolü kimin elinde?

Ela Uysal: Hacettepe Üniversitesi, Mütercim Tercümanlık Bölümü’nden mezun olduktan sonra global firmalarda çeşitli görevler aldı. Kurumsal kariyerine devam ederken bir yandan kişisel gelişimle ilgili çalışmalara başladı. 2000’li yılların başında, Türkiye’de eğitimler veren İngiliz Psikolog Stephen Bray’in eğitim tercümanlığını ve 2005 yılında Amerikan The Coaching Institute’un Türkiye’deki eğitimlerinin çevirilerini yaparken ilişkilerin insan mutluluğundaki temel fonksiyonunu derinden sorgulamaya başladı. 2007 yılında bilişsel-davranışçı ekol ve felsefi danışmanlık gibi etkili sonuçlarını gördüğü metotlarla tanıştı. Felsefenin Pratiği, Davranış ve Duygu Değiştirme Teknikleri, Alışkanlık Değiştirme, Davranış Teorileri, 16 PF Kişilik Envanteri, Stresle Başa Çıkma, Aşılama Teknikleri, İlişkilerde Davranışçılık gibi teorik ve uygulamalı dersler aldı. Bireysel terapi seanslarına co-terapist olarak katıldı. Stonebridge College – Advanced Life Skills Coaching / İleri Yaşam Becerileri Koçluğu ve Psikoterapi diplomalarını aldı, Princeton University "Modern Psikoloji ve Budizm" ve "Uygulamalı Etik" (online) sertifikasyonlarını tamamladı. Gelişim ve bilgelik yolunda çok değerli bulduğu nefes ve mindfulness öğretilerini derinleştirmek için Türkiye'de ve dünyadaki ünlü nefes okullarından (Buteyko, Breatheology, Nefes Okulu) nefes eğitimleri aldı, Mindfulness Academy uluslararası akredite mindfulness eğitmeni oldu. Eğitim, seminer ve atölyelerlerle pek çok kurumsal ve bireysel ortamda ilişkiler, mindfulness, duygu ve davranış değişimi hakkında bilgi ve deneyimini aktardı. 2016 yılında "Mutluluk Atlası" 2020'de "Bulut Olmak" kitapları ile okurlarıyla buluşturdu. Kurucusu olduğu Ela Uysal Pozitif İlişkiler Akademisi’nde (PİA) daha iyi ilişkiler için çalışıyor ve ilkeli, itibarlı ve yetkin ilişki koçlarını dünyaya kazandırmak için eğitim programlarını sürdürüyor.
İlgili Makale
whatsapp