Üzerine çok rahat birkaç kitap yazılabilecek bir konuyu sadece bu yazı ile bitiremeyeceğiz, o yüzden bu konuda birden çok yazı okuyabilirsiniz, ama öncelikle burada bir başlangıç yapalım istiyorum sizlerle. Son dönemde “ilişkilerimize ne oluyor?” bana oldukça sık ulaşan sorular arasında ve kendi tecrübelerimi de tabi ki yine samimiyetle paylaşıyor olacağım: Neden bu noktaya geldik, neden ilişkilerimizde evliliklerimizde “erkek gibi kadın” veya “kadın gibi erkek” olduk?
Bu sorularımız için tabi ki basit cevaplar verebiliriz. Örneğin; “ben onlar arasında yer almıyorum, ben kadın gibi kadınım veya erkek gibi erkeğim, benim evliliğimde veya birlikteliğimde öyle şey olmaz…” Fakat gelin birlikte bir bakalım nedir bugünlerden “erkek” olarak nitelendirdiklerimizde bulamadığımız eril enerji veya “kadın” diye nitelendirdiklerimizde göremediğimiz dişil enerji.
Dişil enerji ve eril enerji nedir?
Aslında eril ve dişil enerjiler her iki cinsiyetin de belirli ölçülerde bulundurduğu enerjilerdir. Eril enerji daha çok “yapmak” yani aksiyon hali, hedefleme, hedeflere ulaşma, stratejik olarak planlama, elde etme ve savaşarak ulaşma gibi tanımlayabileceğimiz “hareket halinde, yapmak halinde” ulaşılabilen, eylem içeren bir akıştır. Dişil enerji ise beslemek, büyütmek, beklemek, şifalandırmak, iyileştirmek yani daha çok “olmak, genişletmek, beklemek, bakarak beslemek” kavramlarını içeren bir akıştır. Yapmak enerjisi ile karşılaştırdığımızda daha fazla “olmak enerjisi” içeren sadece beklemek ile oluşa bırakmak ve tam bir teslimiyet hali olarak tanımlayabileceğimiz bir akıştır.
Her kadının içinde biraz eril enerji de mevcuttur, fakat bugün geldiğimiz hayat akışında genel olarak kadınlar “dişil” enerjiden daha fazla eril enerjiye çekilmektedirler. Örneğin; iş yerimizi düşünelim, hedeflere koşan, hedeflere ulaşmak için sürekli tetikte, deyim yerindeyse savaş halinde olan, sürekli planlama yapan, strateji ile dolup taşan ve o çok sevdiğimiz “başarmak”, “yapmak”, “hedeflere ulaşmak” için adeta bir meydan muharebesi enerjisinde olan kadınlar… Her şeyi düşünen, akışa bırakmayı bilmeyen, her şeyi hedefleyen, bir hafta önceden tüm haftayı planlayan ve aynı zamanda yine de oldukça dişi gözükmeye çalışan aslında tüm enerjisi “eril” ile dolup taşan kadınlar. Diğer yandan erkekler vardır. Örneğin; sorumluluk almaktan kaçınan, sürekli evliliği belki ilişkilerini daha ciddiye taşımayı erteleyen veya bir evlilikteyse alışveriş yapmaktan, çocuklara bakmaktan veya ev işleri ile ilgili herhangi bir sorumluluk almaktan ısrarla kaçınan… Belki faturaların nasıl ödeneceğini planlayamayan, halen eşlerinin veya sevgililerinin ne giyeceklerine karar vermesini bekleyen, hayatı o sevdiğimiz hedef, başarmak, savaşmak kavramlarından daha çok, akışa bırakalım, nasıl olsa yapan eşim veya sevgilim var veya annem benim için yapar diye zamana bırakmış olan ve o bildiğimiz “olmak” halindeki “dişil” enerjinin en derinlerine kadar ilerlemiş olan erkekler…
İlişkilerimizde aslında bizler içimizdeki “eril” ve içimizdeki “dişil” ile dengeleniyoruz. Örneğin; bizler ne kadar “eril” kadınlar isek o kadar “dişil” özellikte erkeklere çekiliyoruz veya tam tersi daha “eril” olan erkekler ise daha “dişil” olan kadınlara çekiliyor… Peki bu gerçekte bir denge mi veya dengesizlik hali mi? Aslında dengenin “dengesizliği” işte bu noktada başlıyor. Bu ilişkilerde eril olan dişiler dişil olan erilleri yıpratırken, dişil olan eriller eril olan dişilerin o yüksek standartlarını yani “erkek gibi savaşmak” olarak tanımladığımız o canım erilliği bir türlü yakalayamıyorlar.
Bir dakika burada duruyorum, sesinizi duyar gibiyim, Pınar bize bu bir karışık geldi, burada yazdığı gibi ben erilim ben dişilim diye anlayamıyoruz. Tabi ki katılıyorum çünkü bu tercihleri yaparken şu andaki enerjimiz doğal olarak çıkıyor; ve biz bilmeden eril enerjiye geçiveriyoruz. Mesela evde bir erkeğin düşünmesi gereken faturaları ödüyoruz, bir erkeğin tamir etmesi gereken işleri yapıyoruz veya bir erkeğin planlaması gereken çocukların okul bütçesini bitiveriyoruz; yani bizler “dayanamayan eril kadınlar”, yardım istemiyoruz yani dişil enerjimizde kalıp “sana muhtacım benim için bir şeyler yap, benim için çaba sarf et senin yaptıklarına saygı duyuyorum ve sana teslim oluyorum” diyemiyoruz…
Evliliğim ertesinde yaşadığım dönemde o kadar çok şeyi tek başıma başarmıştım ki, adeta hayatta kimseye ihtiyacım yoktu. Çünkü hayatım bana aitti, sonuçta bir “Pınar Ulus Cumhuriyeti” kurmuştum… Bu cumhuriyetin sınırları yoktu, her şeyi kendim yapardım, kendim planlardım ve gerçekten yardıma ihtiyacım yoktu. Hayatla savaşabilirdim. Şu an çok sevgiyle andığım ilişkime başladığımda çok zorlanmıştım, ve erkek arkadaşım bana sürekli “yanımda biri olduğunu, onun bana yardımcı olabileceğini, birlikte planlama yapmamız gerektiğini, ondan yardım istememi, bazı işleri erkek olarak ona devretmemi” hatırlatmaktaydı… Sonuçta ilişkimiz tam bu yüzden sonuçlandı. İçimdeki eril karşımdaki o çok sevdiğim adamın hayatı beklemek ile ilgili kararlarına uyum sağlayamadı, bekleyemedi, olurunu olur kabul edemedi ve ilişkimiz sevgim varlığını sürdürmesine rağmen bitmişti…
Aynı dönemde ben her ne kadar eril enerjiye teslim olmaya çalışsam da bunun karşılığını bulamadıkça daha da fazla eril enerjiye sürüklenmiştim, içimdeki savaşçıyı söndürecek güçlü bir duvar görememekteydim. Ben güvenmedikçe teslimiyetten daha fazla uzaklaştım, sonuçta vardığım nokta bir kadın olmaktan çok bir anne olmak düzeyine ulaşmıştı. Bunu anladığım o anda aslında her iki taraf için de arada var olan enerjinin ne kadar değerli olduğunu bir kez daha anlamış oldum. Hani çokça duyarız “artık arkadaş olmuştuk” veya aramızdaki çekim bitmişti; işte bizler ilişkilerimizde bu eril ve dişil dengeyi dengesizleştirdikçe aramızdaki o çekimi hızla bir uçurumdan aşağıya atıyoruz ve sonra o uçurum kıyısında birer arkadaş olarak sadece birbirimize bakakalıyoruz…
İlişkilerimizde muazzam dengeyi nasıl bulabiliriz?
Peki ne yapabiliriz, bizler bu muazzam dengeyi nasıl bulacağız? Öncelikle sıkça kendimize sormamız gerekiyor; hangi noktadayız? Gerçekten eril ve dişil dengesi içinde miyiz? Birlikte olduğumuz kişi eğer bir kadın isek bizim dişil enerjimizi eril enerjisi ile karşılayabiliyor mu? Teslim olmamız gereken noktalarda ona teslim olabiliyor muyuz? Veya bir erkek isek bizler yeterince eril enerjide kalabiliyor muyuz? İki kişi için karar alabiliyor muyuz? Geleceği planlayabiliyor muyuz? İşte bu dengede dengesizliğe yürüdüğümüz veya bu dengesizliği fark edip de bir aksiyon almadığımız her an ters uçlara çekiliyor ve sonuçta bir girdaba giriyoruz… Ne yazık ki sonuç yine aramızdaki çekim gücünün, muhteşem tutkunun ve bütünlük hissinin kaybolması oluyor…
Örneğin; son dönemde ilişkilerimde hiç yapmadığım şekilde akışa bırakıyorum çoğu şeyi, bana ilk kahve içmeyi teklif eden kişiye düşünmeden eşlik ediyorum veya tamamen yabancı bir erkek ile saatlerce hayat hakkında “ne düşünür” diye düşünmeden konuşabiliyorum. Veya insanlar bana yardım önerdiklerinde, o yardımı “kabul ediyorum” veya “bekliyorum” eğer benim birincil sorumluluğum değil ise kimseye “annelik” yapmaya, benden tavsiye istemeden tavsiye vermeye çalışmıyorum. Başkalarının sorunlarını onlar için çözmeye çalışmıyorum veya bir kişiden çok hoşlansam bile sadece “bekliyorum” söylemeden, olduğum gibi mutlu olarak, bu hoşlanmanın sonuna kadar “hissini” yaşayarak, belki bilmeden bu kişiye aktararak… İşte tüm bunlar o benim ancak yeni yeni uygulamaya çalıştığım “dişil” enerjinin o güzel “olmak” halinin sadece birkaç küçük örneği.
İşte aşk, bu dengenin dengesizliği ile yolunu bulmaktadır, yani biz eril ve dişil enerjilerimizi dengeledikçe ilişkilerimiz de dengelenmektedir, sevgili David Deida değerli eseri “Üstün Erkeğin Yolu” ile bizlere şöyle yol gösteriyor:
“…Bir erkek kadınının her zaman kendi kararlarını alacağı ve sonra da sonuçlarından mesul olacağı umuduyla sorumluluktan çekinir. Bu umut, kendi maskülen yeteneğinin kısıtlanmasındandır. Bu, bir kadını kendi erilini abartma pozisyonuna sokar. Bu durum bazı kadınların karar almak ve ona devam etmek için maskülen kapasitelerini harekete geçirmeyi öğrenmeleri için iyi bir şeydir.
Ancak, eğer bir erkek kadınına kendi maskülen armağanları olan netlik ve kararlılığı sağlama sorumluluğundan kaçınırsa, o zaman kadın müzmin bir şekilde keskin, huysuz ve erkeğinin sevgisine güvensiz olacaktır.
Erkeğine sevgiyle teslim olmaya son verecek, onun maskülen kapasitesine güvenmeye son verecek ve bunun yerine kendi kendinin erkeği olacaktır.
…Pek çok erkek, “neden bir kadın da erkek gibi olamaz ki?” diye merak eder. Ama eril cinsel öze sahipsen, tabi ki seni cinsel olarak en çok çeken şey de bir kadının, erkek gibi olmadığı bu halleridir.
…Her daim kendi cinsel dengine çekilirsin. Yani daha dişil cinsel öze sahipsen, daha eril bir kadına çekileceksin. Böyle çiftler görmüşsündür. Erkek kadından daha canlıdır. Kadın, yaşamını yönlendirmeye daha çok adanmıştır. İlişki erkek için daha önemlidir, kadınsa zamanının çoğunda yalnız kalmak ister. Bunlar erkeğin daha dişil, kadının ise daha eril bir öze sahip olduğu bir ilişkinin ibareleridir.”
İşte ilişkilerimiz zamanla eril ve dişil dengesinin dengesizliği ile öyle bir noktaya ulaşır ki biz şaşıp kalarak “bu noktaya nasıl geldik?” diye sorgular buluruz kendimizi… Bugün bu yazımı okuyorsanız öncelikle kendimize dönelim eril olmaya çalışan ve güzelim dişil enerjimizi ikinci plana iten bir kadın mıyız ya da eril özelliklerimizden daha çok dişil enerjilere, ertelemelere, hayatta hedefsizliklere çekilen bir erkek miyiz? Sonrasında ise ilişkimiz geliyor. Biz evliliğimizin veya ilişkimizin akışında daha çok eril veya dişil rolümüzün neresindeyiz, birlikteliğimizde kadınımıza yeterince erilliğimizi yaşatabiliyor muyuz veya erkeğimize dişil teslimiyetimizi yeterince gösterebiliyor muyuz veya sadece “suçlama” ile mi iletişim kuruyoruz? Farkında olmadan yaptığımız seçimler, hayat şartları ile yönlendiğimiz öncelikler veya sadece akış bizim o çok özlediğimiz “çekimi” alıp götürmüş olabilir fakat şimdi kendimize soralım bunda bizim payımız nedir?
Belki çok küçük bir farkındalık yeniden “bağlanmaya” veya yeni bir aşka yelken açmaya yetecektir… Aşk muhteşemdir, yeter ki bizler kadınlığımızı tam dişilliğimiz ile erkekliğimizi tam erilliğimiz ile kabul edip sevelim ve yeterince yaşamaya izin verelim. Yeter ki bu dengesizlikte erilin ve dişilin naifliğinde en güzel dengeyi bulabilelim…