Bu hafta enteresan bir haftaydı. Hem iş hayatı yoğunluğu hem de “ben ne yazacağım?” bulanıklığı ile doluydu. Bu tıkanma elimde yazacak bir konu kalmadığı anlamına gelmiyor, yazacak çok yer var ama nereden başlayacağımı bilemedim. Sanki gardırobun karşısına geçmiş ne giyeceğini bilememe hali gibi.
Aslında İtalya yazı dizime uymakta zorluk yaşadığımı anladım. Kendi koyduğum kuralda isyan çıktı! Komik değil mi? Ben de şimdi gönlümden geçen, yazmayı dört gözle beklediğim o yazıyı yazıyorum. Kendime isyan bayrağı.
Milano biraz daha bekleyecek, sahne Rapallo’nun!
Burası aslında bizim Milano’da iki gün kaldıktan sonraki durağımız. Burada bir gece kaldık. Kaldığımız otelin manzarasına, önemine değineceğim birazdan. Akşam yemeğini Portofino’da yedik, bu konuya da ayrıca değineceğim. “Hayat sana güzel” diyorsunuz değil mi? Size de güzel olsun arkadaşlar, var olun. Ben anlatmaya başlıyorum!
Biz Milano Tren İstasyonu’ndan trene binerek önce Cenova’ya gittik. Burası hikayede şu an en az rolü olan yer, belki de biz hiç anlamadık. Bir meydanında kahve içebildik desem anlarsınız durumu, çünkü asıl durak olan Rapallo’ya yolculuk saatimiz gelene kadar zamanımız vardı. Burada teknik bir hatam olmuş, tek seferde gidecekken aktarma eklemişim seyahate. Bonus da Cenova’da kahve! Sizce şikayet eder miyim? Asla.
Cenova’da 1-2 saat oyalandıktan sonra tren saatimiz geldi ve çok merak ettiğim yer Rapallo’dayız. Hava biraz limoni. Denize gitmeyi unutmadık ama. Hemen fotoğraflarla süsleyeceğim sizin için. Denizini pek beğenmedim ben. Ya şansımıza öyleydi ya da suyu hep bulanık. Sabah saatleri daha berrak oluyor diye yazıyor zaten. Öperim canım Ege ve Akdeniz sularımı, denizimiz bambaşka. Her daim berrak… Saati mi olur canım denizin?
Önce oteli anlatacağım size. Buraya gelen bu otelde kalmazsa kalbim kırılır. Şaka şaka… Anlattıktan sonra da hala ilginizi çekmiyorsa kalmayın tabii. Hotel Riviera nasıl bir şeysin sen? Ben burayı Booking’den şansa -ismi hoşuma gittiği, özellikleri arasında sahil manzarası ve plaj otel geçtiği için- seçtim. İyi ki de seçmişim. Bizim odamızın olduğu dünyaca ünlü bir yazar gördüğünüz manzaraya karşı kitabını yazmış. Kim mi? Açıklıyorum: 1923 yılında Ernest Hemingway “Cat in the rain” kitabını bu otelde yazmış! Bu otelde! Dürüst olacağım; Türkçe çevirisi var mı bilmiyorum -doğru aramadım belki- ama okumak lazım. Buradan, bu otelden izler taşıyor mu, ilham aldı mı? Aynı havayı 94 yıl sonra solumak! Bana inanılmaz geliyor.
Otele yerleşip soluklandık ve mayolar giyildi, haydi plaja! (Burada enteresan bir yaş dağılımı var. Daha çok emekli ya da orta yaşlı insanlar. Bize denk gelmiş ise bilemem). Önce bir market bulup oradan birer kadehlik şaraplarımızı alarak plaj yollarına düştük. Burada bir de Osmanlı saldırılarına karşı yapılmış Rapallo Şatosu da denilen küçük bir kale var. Hayır yanlış okumadınız. Bu küçük kale bunun için yapılmış! Şimdi kartpostalları, fotoğrafları süslüyor burası. Hey gidi hey! Bu kaleyi yapanların bunu hesaplamadığı kesin.
Güzelce yorgunluk atıyoruz. Akşama Portofino. Bakalım bizde şarkıdaki aşkı orda bulacak mıyız?
Rapallo çevresinde turlayıp -sokaklar klasik İtalya sokakları. Alıştık mı sandınız? Asla. Hala aşkla bakıyoruz sokaklara- fotoğraflarımızı da çekip otele hazırlanmaya dönüyoruz.
Portofino zaten çok yakın, tek vasıta ile 15 dakika. Otobüs saatini akşam kaçırdığımız için taksi tutuyoruz. Bu tatildeki en ve tek lüks harcamamız, değdi ama… Riviera’da haritaya bakıldığında önce Rapallo, sonra Santa Margherita Ligure, akabinde de Portofino geliyor. Bu sırayla da otel ve yeme içme fiyatları artıyor. Yani Rapallo’yu uygun diye seçtik ve İtalya gezisinde en sevdiğim ikinci yer oldu. İlk yer, başka bir yazının konusu.
Masal diyarı Portofino, bana enteresan bir şekilde yalnızlığı çağrıştırdı. Aşkından ayrı kalmış, onu bekleyenlerin masal yeri, romantik de. Portekizce’de Türkçe karşılığı tam olmayan o söz geliyor burada aklıma: saudade. Aşık olunan kişinin yokluğunda hissedilen yoğun his. Ne güzel değil mi? O derin anlam tek kelimeyle ifade edilmiş. Burası “saudade” hissettirdi kendimi bana. O ünlü şarkıda biraz öyle değil mi zaten?
Portofino’ya ayak bastık, zaten denize kıyısı olan çok küçük bir sayfiye yeri burası. Bir yere rezervasyon yaptırmadık, doğaçlama bir restoran seçtik ve makarna-şarap ikilisi yine sofralarımızı süsledi. Sonrası yine “macchiato zamanı” bir kafede. Tabi ki Rapallo’ya göre her şey iki katı. Dönüş için aynı taksiciyi aradık ve bizi bıraktığı yerden alarak Rapallo’muza geri bıraktı.
Portofino ne kadar “saudade” ise Rapallo da hissedilen tam bir ben “her bahar aşık olurum havası”. Seni anında çarpıyor, insanları, otantik havası, minik şatosu… Daha ne olsun? Çok uzun kalsan belki yaşayamazsın ama. Burada aşk belki de gelip geçici ama her gelişte bir sarhoşluk bırakır mı görmek lazım. Yine geleceğim sana Rapallo. Ben bu aşkı unutmayacağım, seyahatteki diğer aşklarım gibi aklımdasın sen.
İlginizi çekebilir: Kendime ait bir odadan bildiriyorum: Harita gerektirmeyen şehir Floransa