Bir banka oturup geçen insanları izleyelim sizinle, örneğin hemen önümüzden altmış yaşlarında tatlı bir teyze geçiyor olsun. Hızlı adımlarla evine dönmeye çalışsın, elinde belki birkaç poşet, henüz bugün için yapacağı işlerini tamamlayamamış olmanın verdiği telaşı olsun örneğin. Bir ritmi olsun kendine ait, arkasından bakalım, bu yaşa geldiğimizde bizler de böyle güzel koşturabilelim, halen yapacaklarımız, başaracaklarımız, arayacaklarımız, bulacaklarımız bitmemiş olsun diyelim. Bize ilham vermiş olsun…
Şimdi güzel bir adam geçsin önümüzden olağanca hızıyla koşuyor olsun, adeta rüzgar gibi geçsin ama… Dönüp arkasından bakalım yine, “bu enerjiyi nereden buluyor?” diye soralım örneğin kendi kendimize. “Ne güzel spor yapıyor, kendisine dikkat ediyor” diyelim. “Bu yaşlarımızdayken enerjimiz hiç bitmezdi” diye içimizden geçiriverelim o zaman eski günlerimize selam etmeyi de atlamayalım…
Sonra elinde bebek arabası iten tatlı bir anne geçsin önümüzden aheste aheste… Ne hoş attığı her adımın tadını çıkartıyor diye düşünelim. Bebeği yanında güneşli bu güzel havada mutlu mutlu yürüyor, ne güzel çocuğunu büyütüyor, ne güzel ailesine bu hayatta eşlik edebiliyor diye sevinelim. Onun da arkadaşından şöyle bir bakalım, hayatın sadece hız demek olmadığını öğrenmiş bazen yavaş gitmesi gerektiğini de görmüş diye geçirelim içimizden…
İşte hayatımızda seyrettiğimiz ve yaşadığımız ilişkilerimiz, aşklarımız, evliliklerimiz de aynen bu örneklerdeki gibi “karakterlere” sahiptir. Özellikleri vardır, birbirleriyle direkt olarak karşılaştırıp yerlerine koyamasak da özellikleri vardır. Ve onlara bu özellikleri veren aynı bu örneklerde olduğu gibi bizim o ilişkide, o aşkta kim olduğumuzdur yine.
Ben bugün bu yazımda sizlerle birlikte önümüzden koşup da geçen güzel adam olalım istiyorum. Belki çocuk arabasını iten tatlı anne olalım, belki altmış yaşını henüz geçmiş teyze olalım ama çekinmeden ve utanmadan hayatımızdaki aşklarda “kim” olduğumuza, hangi ritimde olduğumuza, kalbimizin ve bizlerin nasıl attığımıza ve o aşkın kendi ritmini nasıl gerçekleştirmekte olduğumuza bakalım…
Ritim demişken bu ritimleri hangi zamanlarda yaşadığımıza da bakacağız elbette ki “yorulduğumuzda” aşkımızın ritmini gerçekten düşürmeyi başarabilmiş miyiz? Eğer cevabımız evet ise belki hala kalbi atmaya ve adım atmaya devam ediyordur… Hayır, ise belki çoktan yığılıp kalmıştır değil mi yol ortasında? Ve biz sonradan dönüp sormaktayızdır; “neden böyle oldu?” İşte ilişkilerimizde bakmayı atladığımız çok önemli bir noktaya birlikte bakalım istiyorum bugün bir ilişkideki ritmi ne ayarlamaktadır? Eğer bir ritim tehlikeli noktalara gidiyorsa adımlarımız “dayanamayacağımız” kadar hızlandıysa ne yapmamız gerekir? Eğer bunu “zamanında” yapamazsak ne olur? Zamanında yaptığımızda hala devam edemiyorsak nerede pes etmek gerekir?
İlişkilerimizi yaşıyorken dışarıdan kendimize bakabilmek, ne yaşadığımıza, ne istediğimize, gerçekten mutlu olup olmadığımıza, bu ilişkide gerçekten bir bağ kurup kuramadığımıza anlam vermek oldukça zor olan kavramlardır. Ama işte bu yazının başında olduğu üzere bir banka oturup önümüzden geçen kendimizi görmemiz gerekir. Örneğin hızlı bir ritim var ise her şey çok hızlı gelişti ise belki atladığımız bir nokta vardır, kendimizi yeterince tanımadan veya karşımızdaki kişiyi yeterince anlayamadan süreç ilerlemiştir. Halen devam eden ritimde “görünür” bir sorun yoktur ama bu ritim “bizim” için hızlıdır ve işte kalbimiz teklemeye başlamıştır bile…
Hani öyle noktalar olur ki “biz nasıl bu kadar ilerledik, ne zaman nişanlandık, gerçekten evlenmek istiyor muyum bilemiyorum ama kendimi bu noktada buluverdim” deriz. Hayatımızda koşabileceğimizden daha büyük bir hızla koşmaya çalışıp sonra da bu ritme daha fazla dayanamadığımız bir noktaya erişiveririz… Sonuç yere düşmemiz ile biter nefes alamaz, kalp atışımızı duyamaz ve “yaşadığımızı” bile hissedemez noktaya geliriz. Evliliğimiz bir “yalan” haline dönüşür, ritmi olmayan, gerçeği olmayan, sesi olmayan, soluğu olmayan… Bir kez düşmüşüzdür kalbimiz durmuştur… Bu ritim bizim ritmimiz olmaz, evet iterek zorlayarak belki bir yıl belki üç yıl katlanırız ama sonra ne olur, kaçınılmaz yol ayırımı ile karşılaşırız…
Bizim hayat ritmimiz hızlıdır belki de hani enerjisi hiç tükenmeyenlerden olabiliriz. Bir ilişkiye başlarız, biraz yavaşlarız, idare ederiz, ritmi düşürürüz, rahatızdır, iyidir, güzeldir diye düşünerek bu “ritimle” koşmaya devam ederiz. Peki, öyle bir an gelir ki “kim” olduğumuzu unuturuz, o aşmak istediğimiz tepeleri, ıssız dağları… Biz bu hızda bu şekilde bu birliktelikte gerçekten “ben” olabilecek miyizdir? Dışarıdan gözüken ritim tatlı dediklerimizden her şey sular gibi durgun her şey yolunda… Gerçekten böyle midir? Hayatımızın aşkımızın özümüzün ritmi bu mudur? İşte yine öyle bir nokta gelir ki dayanamayız, “gitmek” ile tamamlanır… Durduğumuz her an bize batmaya başlar, sonu biraz daha hazırlar… İçimizde kopan volkanları, “haydi gidiyoruz bu ritimde ne işimiz var?” sorusunu kimseye anlatamayız. İşte bir yıl sonra, üç yıl sonra, beş yıl sonra fark etmez yine de gideriz… Bu ilişkinin ritmi bizim ritmimize göre değildir…
Bugün bu yazımı okuyorsanız evliyseniz, birlikteyseniz, nişanlıysanız, erkek arkadaşsanız, kız arkadaşsanız ilişkinizin ritmine bakmanızı dilerim. Siz hayatı hangi “ritimde” algılıyorsunuz, hangi ritimde koşmak istiyorsunuz, bu ilişki size bunu verebiliyor mu? Sizi geride mi bırakıyor, size engel oluyor mu yoksa size daha da cesaret vererek kendi ritminizi bile değiştirmenizi mi sağlıyor? Siz gerçekten hangi ritimde yaşamak istiyorsunuz buna cevap verebilecek kadar cesaretiniz var mı?
Sizin ritminiz, sizin aşkınız, sizin zamanınız hangisi?
İlginizi çekebilir: Gerçeği kalbine sor: Yaşadığın aşk mı yoksa bağımlılık mı?