Geçenlerde Netflix’te, bir fizikçinin, aşkı ve ilişkileri tanımlamak için termodinamik yasalarından nasıl yararlandığını anlatan bir film izledim. Fizikçiye göre aşk dahil her şey bilim yolu ile açıklanabiliyordu, ta ki bir noktada kendi ilişkilerinde bu kimya formülü beklediği sonucu vermeyinceye dek… Film sonrası biraz fizik, biraz kimya, biraz ruhsal yaklaşımlar, psikoloji, biraz da gerçek yaşam deneyimlerini inceledim ve aşağıdaki yazıyı derledim.
Aşkın kimya ve biyolojisi
Duygularımızdan sorumlu olan beyin bölgesi Limbik sistemdir. Adından da anlaşılacağı gibi bir sistemdir, yani birçok bölgeyi içerisinde barındırmaktadır. Dışarıdan alınan uyarı limbik sisteme ulaştığında, sistemde ilişkili olan kısma iletilir ve ulaştığı bölgeyi anlık olarak aktive eder. Bu aktivite sonucunda hormon salınımı tetiklenir ve vücudumuz salınan hormona göre fizyolojik tepkiler vermeye başlar.
Bu doğrultuda aşk, limbik sistemdeki Singulat girus’un uyarılması ile oksitosin ve vasopressin hormonlarının salgılanması sonucu oluşan bir duygu durumudur. Aşık olan kişinin beynindeki değişimler, hormonal bir değişimin sonucudur ve başrolde de mutluluk hormonu olarak adlandırılan, dopamin hormonu rol oynamaktadır. Dopamin kişiye coşku ve sevinç veren bir hormondur.
Aşık olan kişinin beyninde dopaminin yanı sıra vasopressin ve oksitosin hormonuda önemli rol oynamaktadır.
Aşkın ruh hali
İyi ama nasıl? Yani biz insanlar biyolojik bir yazılıma göre mi aşık oluyor, eşlerimizi seçiyoruz? Ne oldu ruh eşlerine, karmaya, romantik aşklara?
Her ne kadar yaşamda hiçbir şey ya da kişinin tesadüf olmadığını bilsen de hiç beklemediğin bir yerde, koşulda, ortamda “tesadüfen” biri ile tanışırsın. Belki fiziksel bir çekim hisseder, sohbet etmeye, karşındakinin duygularını anlamaya başlarsın. Çekim zihinsel ve duygusala da dönüşür. Onu daha çok görmek, onunla daha çok konuşmak, vakit geçirmek istersin. Bunun için fırsatlar kollar, fırsatlar yoksa da yaratmaya başlarsın. Kalbinin ruhunun, hatta midenin bir kelebek gibi kanat çırptığına şahit olursun bu insanı düşündüğünde. “Ne kadar şanslıyım – sanırım ruh eşimi buldum, hatta yaşamımı sonsuza dek paylaşacağım kişiyi” dersin içinden. Ona ‘en iyi hallerini’ gösterirsin, onun için yapamayacağın şey yoktur. O aradığında senin için önemli her ne varsa bir kenara bırakır, ona odaklanır, onu yaşamında öncelikli yaparsın. Seni bir yere davet ettiğinde, gideceğin başka bir yer olmasına rağmen iptal eder onunla buluşursun, en güzel, en yakışıklı, en özenli halinle hazırlanırsın bu buluşmaya.
İlişkinin ilk 3 ayı –balayı- böylece sürüp gider. O dönemde tek hayalin onu kollarına almak, onun kollarında olmaktır. Onu mutlu etmek ya da neye ihtiyacı varsa onu karşılamak. Her şeyin öncesindedir, hatta kendi ihtiyaç ve isteklerinin bile.
Biyolojik olarak “Balayı evresi” diye de bilinen ilk 3 ay Amfetamin fazı olarak da adlandırılır. İlişkinin ikinci aşamasına 6 ay ile 2 yıl arasında geçilir. Bu aşamada “Sevgi, bağlılık aşaması” – Endorfin fazı olarak adlandırılır. Şayet 6 ay – 1 yıl arasında ikinci aşamaya geçilmediyse aşk kaybolur.
Büyüleyici aşama (amfetamin fazı)
- Feniletilamin
- Dopamin
- Norepinefrin
Sevgi / bağlılık aşaması (endorfin fazı)
İlk 3 aydan sonra aradan biraz daha zaman geçer, yaşam, yaşamın içerisinde karşılaşılan durumlar, iyi kadar kötü olaylar, zorluklar, belirsizlikler başlar. Tüm yaşamın boyunca edindiğin alışkanlıkların, bildiklerin ve hissettiklerinin önüne geçer.
“Alışkanlıklarınla bildiklerin, hissettiklerin karşı karşıya geldiğinde; her zaman alışkanlıkların kazanır.”
Fark etmeden daha önceki ilişkilerinde davrandığın gibi davranmaya başlarsın. Bir bakmışsın ki zamanla eski ilişkilerinde olan aynı şeyler bu ilişkide de vuku bulmuş. Eski sevgilin, eşin seni hangi konularda uyardı ise yine aynı uyarıları alıyorsun; eski sevgilin / eşin daha önceki ilişkinde seni nasıl zorlamış, üzmüş, kırmış, saygısızlık etmiş ise yine benzerini yaşarsın. Midendeki kelebek artık yukarılara doğru tırmanmıyordur, inişe geçmiştir. Hatta belki kanat çırpmayı dahi bırakmıştır. Kendi kendine “Ah yine aynı adamı / kadını kendime çektim, buldum. Al işte bak tüm aşklar biter, tutku sona erermiş. O ünlü filozofların, aşıkların hatta evlilik yeminlerinde söylediğimiz ‘sonsuza dek süren tutku ve aşk’ diye bir şey mümkün değil. Oysaki ayaklarım yeren kesilmişti, şimdi tekrar ayaklarımı yere basma zamanı” dersin.
Önceki aylarda konuşmak, vakit geçirmek için sabırsızlandığın anları ertelemeye, yaşamın başka alanlarını öncelikli yapmaya başlarsın. Tüm bunları yaparken de her zaman senin için doğru bir sebebin vardır. “İyi ama işime odaklanmam gerekiyordu, akrabalarımın bana ihtiyacı vardı, ama spora gitmem gerekiyordu, müzik / tiyatro grubumu çok ihmal etmiştim onlara zaman ayırmam gerekiyordu vb.” Zaten bu kişi ‘doğru kişi’ olsaydı her şey başta olduğu gibi şanslı, akışta ve kusursuzca yürürdü. Demek ki bu kişi doğru kişi değil.” demeye başlarsın içinden. Aman DUR!
“Düşüncelerin, inançlara, inançların kelimelere, kelimelerin genellemelere dönüşürse; neye inanıyorsan gerçekliğin olur.”
İçten içe kendi kendine yaptığın bu yorum ve yargılar davranışlarına, ses tonuna yansımaya başlar. Partnerin de bir şeylerin değiştiğini hisseder ama sen duygu ve düşüncelerini onunla paylaşmadığın için ya da paylaşsan da “senin istediğin şekilde” sonuç bulmadığı için artık bir şeyler değişmiştir. Belki de acı, öfke, kırgınlık, yargı, güvensizlik baş göstermiştir içten içe. Eski insan beyni bu durumlarda 2 şey yapar:
“Ya kaçar, ya savaşır.” Başka bir aşk bilinci mümkün mü?
Yeni bilinç ve ruhsal frekanslara uyumlanmış olan yeni insan beyni – mindfulness – yargısızlık – halini de seçebilir. Ve karşına gelen, deneyimlediğin, yaşanan bu durumların sana karşı değil, tam tersine seni geliştirmek için geldiğini düşünüp; karşındaki suçlamak, yargılamak – değiştirmeye çalışmak yerine;
“Karşıma gelen bu kişi şayet bana bir ders, öğrenim, hediye getirdi ise bu nedir?” gibi güçlü sorular sorarak yaşadığın tüm zorlu durumlardan bir gelişim ve öğrenim ile eskisinden “daha da iyi biri” olarak çıkabilirsin.
Şayet iki tarafında bilinç ve farkındalık düzeyi yüksek –beraberce bir yola baş koyup, ne kadar acı / zorlu olursa olsun beraberce büyüyüp gelişmeye taahhüt etmişlerse– ilişkileri de onlarla beraber büyüyüp, gelişecek, yükselecektir. Böylelikle ilişkini 1. Faz (Amfetamin) aşk, tutku ile 2. Faz (Endorfin) sevgi, bağlılık arasında inanç ve güven bazlı bir dansa başlayacaktır.
Aşk kelimesi Arapça ‘Aşaka’ kelimesinden türemiştir. Aşaka sarmaşık demek. Sanskritçede lobha bencillik, açgözlülük demektir. Kendi içinde bireysel olarak aşkı yaşayamayan ilişkilerde,’ben’leri yok etme pahasına ‘biz’ olma yoluna girilir. Bu gerçek sevgi değil, ihtiyaçtan doğan bir sevgi türüdür. Gerçek aşk ise ‘ben’leri koruyarak ‘biz’, hatta ‘bir’ olabilmektir.
İnsanlar kelebeğe benzer; yaşam içerisinde özgürce uçar, kanat çırparlar. Bir ilişkiye, bir kişiye bağlandıklarında, kelebeklerin ayaklarında görünmez bir bağ, ip oluşur. Bazen birisi da yükseğe uçak istediğinde, diğeri ona yetişemeyebilir. Şayet ikisi de bu birlikte uçuşu, koşullar her ne olursa beraberce yapmaya taahhüt etmişlerse, yukarı çıkmış olan sabırla eşini bekler, aşağıda kalan heyecan ve hız ile diğerinin yanına yükselir. Ve böylece yaşamın içinde kendi kanat çırpışlarını devam ettirirken bir taraftan da bir bütün olarak ilişki kelebeğini de yükseltirler.
“Aşk’a düşülmez, aşk’a yükselinir. Sen seçtiğin sürece aşk, sevgi, tutku, güven her gün artar.”
Kendi yaşamında da ideal ilişkisini yaşayan ünlü yaşam stratejisti Tony Robbins’e göre, olağanüstü bir ilişki yaratmak aynen kelebeğin 2 kanadı gibi, şu 2 şeye olan taahhüt (seçim) ile doğru orantılı:
- İlişkide ‘7 Ustalık Yeteneği’ni geliştirmek ve her adımda çıraklıktan ustalığa geçmek
- Bu 7 adımın getirdiği toplamda ‘10 Disiplin’i düzenli uygulayıp, olağanüstü standartlar yaratmak
19 Ekim 2018 Cuma günü, Saat 19.30’da Joint Idea Kanyon’da “Aşkın Kimyası” isimli 2 saatlik çalışmada bu 7 Ustalık Yeteneği ve 10 Disiplin’i, Sufism ve Kabalistik yaklaşımları da bütünleyerek aktaracağım. Davetlisiniz… Biletlere buradan ulaşabilirsiniz.
İlginizi çekebilir: Aynı dili değil, aynı duyguyu paylaşanlar anlaşabilir