Sadece sevginin, aşkın o büyülü dünyasında asılı kalabilsek ne güzel olurdu her şey, dünyadaki hiçbir şeyin önemi kalmazdı, hırslarımız, üretmek için coşan acımız, yarışlarımız, kıyaslarımız, hedeflerimiz bir anda dağılan yağmur bulutları gibi puf olurlardı.
Biz aşklarımızı eğitemediğimiz, tam olarak dizginlerini elimize alamadığımız, tanımadığımız egomuzun soğuk duşuna teslim ediyoruz.
Onun bağımlılık yapan, dünyadan bizi koparan, benliğimizi yok edip bir ışıltı olarak salınmamıza sebep olan haline tutkunluğumuz; devamlılığına duyduğumuz yoksunluk hissimiz, egomuzun ayak uçlarımızı usulca yaladığı soğuk su oluyor. Ve yavaş yavaş, yoksunluk karşısındaki tepkilerimiz tüm bedenimizi o soğuk suyun altında bırakıyor, donuyoruz. Bedenimizi ve tek başınalığımızı fark ediyoruz, kayıp hissini, ölüm hissini yaşıyoruz. Çünkü ölüyoruz. Aşktan egoya düşüşümüz bir ölüm oluyor, tanrının içimizdeki ölümü…
Yavaş yavaş can çekişmesi…
Ve o soğuk suyla uyuşan bedenimiz, buruşan ellerimiz konuşmaya başlıyor.
“Zaten hiç senin olmamıştı” diyor, “o bir hayaldi…”
“Gerçek olan benim, benim soğuk, seni küçücük bırakan dondurucu kucağım gerçek olan. Bir süre sonra ısınacaksın, soğuğum seni yakmaya başlayacak, alevsiz bir yangının göbeğinde bırakacak!”
Yavaş yavaş kanıyoruz o soğuk fısıltılara, evet, o bir rüyaydı, yanılsamaydı…
Soğuk fısıltıların ve yangının içinde yavaş yavaş uykuya geçiyoruz, unutuyoruz, uyuyoruz ve ölüyoruz. Egonun içinde ölüyoruz, egonun içine ölüyoruz.
Sadece yaşamayı bilmediğimizden, sadece aşkın bizi tek başına kurtaracağını sandığımızdan, oradaki sevgiye, yoğunluğa kendimizi bırakamayışımızdan büyülü dünyamızı egomuzun soğuk sesine teslim ediyoruz.
Ya giderse?
Sonunda ne olacak? Böyle devam edecek mi?
Beni kandırdı mı? Gerçek miydi?
Başkalarını sever mi?
Kendi yaşadığımıza, hissimize biat etmeyip, olan hissi aklımızla bir yerlere, ihtiyaçlarımıza, boşluklarımıza çekiştirmeye çalıştığımızdan, saf olanın içinde safça kalamayışımızdan cennetten düşüyoruz.
Saf olanın içinde safça kalmak, aşkı, yaşamı, anı anladığımız, idrak ettiğimiz yer olacaktır. Egonun, düşüncenin, manipülasyonun ulaşamadığı yer…
Tanrılar katı, aşkın ve saf olanın diyarı.
Aşk ancak, olanın içinde olduğumuz gibi olduğumuzda kapılarını açan mertebenin kapısı. Ancak olduğumuz gibi olmaya izin verip orada olduğumuz halimizle olanın içinde kalmak ile mümkün olan…
Çabayla yakalayamayacağımız, çalışarak edinemeyeceğimiz, iyilik ve kötülük ile ilgisi olmayan, her sistemden bağımsız, kendine has, kendiliğindenliğin sihirli kapısı…
Aşka teslimiyet, tutunmaların ihtiyaçların bitişi, özgürlükler dünyasının açılan perdesidir.
Nasip olsun…
İlginizi çekebilir: Yanlış hayallerin kırılması iyidir; böylece doğrularını kurmayı öğrenebilirizYanlış hayallerin kırılması iyidir;