İtiraf edeyim başlığını bile yazmaya çalışırken yaklaşık bir saatimi harcadım, öyle Pınar bir başlık yazarsın geçersin, önemli olan içerik demeyin… Başlık bir yazıda ok atmak gibidir, bir kez yazıyı okumaya yöneltmelidir, yani o oku atışınız, nasıl çıktığı, yaya nasıl dayandığı önemlidir. O ok yaydan çıktığında sizler merak etmelisinizdir bu hangi rotaya, hangi diyara uzanıyor, beni o okun yolculuğu nereye götürecek…
O yüzden başlığı ile bile şu an kalbimden geçenleri tam olarak nasıl ifade edebilirim diye ve bizi attığımız ok hangi muhteşem rotaya götürebilir diye içimden geçen en samimi titreşimleri burada kelimelere dökmeye çalışacağım. Evet, şu an bir maceraya atılıyoruz hep birlikte, pek kolay olmayabilir… Okuyacaklarınız belki kendimize itiraf edemediklerimizi, belki kaybedişlerimizi ve belki de hiç farkında olmadan ilişkilerimizde yaptığımız hataları içeriyor fakat biz yine de gelin aşka bakmaya, bu ayı mümkün olduğunca çok “aşk” kelimesiyle taçlandırmaya bu muhteşem duyguyu ve hatta dünya üzerindeki en güzel “olmak” hallerinden birini, tatlısı olduğu kadar acısıyla da cesurca inceleyelim…
Öncelikle aşık olmak haline bağımlı olmak ne demektir bir buna bakalım; hayatımızda aşk olmasına bağımlı olmaktır bu durum, aşık olmak halini sevmek demektir. Bu tabi ki en başta sevgiliye duyulan aşk olarak konumlandırılabilir, ama hayatımızda birçok aşkımız vardır örneğin işimiz, çok severek yaptığımız spor aktivitemiz, örneğin hikaye yazmak gibi bir hobimiz, veya sadece evimizde büyüttüğümüz çiçeklerimiz… İşte bu tüm güzellikler bizim “aşk olmak” hallerimizin yansımalarıdır aslında. Ve aşk enerjisi muhteşem ışığı ile hayatımızın her anını ve farklı yönünü aydınlattıkça o alanlar parlamaya başlar; sadece kişiye duyulan aşk dünyamızı değiştirmez, her gün her an yaptığımız şeylere duyduğumuz aşk onları farklılaştırabilir. Örneğin zor bir projeyi tamamlamaya çalışıyoruz, her an yaydığımız “katlanmak, bıkmak veya yorulmak” enerjisi yerine bu projeyi hayata kattığımız bir ışık, insanlığın yararına oluşturduğumuz bir yaratım veya sadece kendimizi ifade edebilmek üzere karşımıza çıkmış bir fırsat olarak görebilir ve bu projeye aşkla yaklaşabiliriz… Böylece perspektifimizi “zor” olandan “aşk” olana yani pozitife, daha fazla yaratmaya ve severek kendimizi yansıtmaya odaklamış oluruz.
Şimdi sorunun asıl önemli kısmına geldik, aşık olunana ‘’bağsız’’ aşk ne anlatmaktadır bizlere? İtiraflarımızın en yoğun kısmı, sizleri duyar gibiyim buradan gelecek; bir düşünelim ilişkilerimizde kaç kez şu durumlarla karşılaştık ve bizzat biz, bu sorguların kaynağını oluşturduk, “neden benim yerime arkadaşlarınla vakit geçirmeyi seçiyorsun”, “neden gittiğimiz her yere birlikte gidemiyoruz”, “hayatta benden daha önemli ne olabilir neden önceliklerin arasında yer almıyorum”, “eğer benimle buraya gelmiyorsan beni yeterince sevmiyorsun demektir” ve bunlar gibi karşımızdaki kişiyi sırf yaptığı seçimler yüzünden yargılayarak kendimizce sonuçlara vardığımız ve hatta sırf bu kişi ile ilişkideyiz diye her anımızın ona “bağlı” olduğu ve aynısını da bu kişiden “beklediğimiz” şimdi yazarken bile kendimce fark ettiğim aslında bu cümleleri kullandığımız kişinin “hayatına hiç hakkımız yokken muhteşem şekilde müdahale ettiğimiz” ve işte “aşık olunana bağlı” aşk modeli…
İşte aşık olunana bağlı olmak halinde öyle bir nokta vardır ki, ancak bu “bağlı” olma halini idrak etmekle geçebiliriz. Aşık olunana bağlı olmak, tek kutuplu bir mıknatıs olmak gibidir, bir kişi ilişkide herşeyin merkezini oluştururken, diğer kişi yalnızca “onun olduğu” halleri benimser ve kendini unutur. Öyle ki kendi hobileri, kişisel zamanı veya kendi olmak hali için gerekli olan tüm aktivite, arkadaşlar ve yaşam alanlarından vazgeçebilir. Bu “bağlılık” hali ise o merkezde kalan kişiye zamanla öyle yükler yükler ki, her anın sorumluluğu omuzlarındadır, nereye gidilse, ne yapılsa ve hatta ne karar verilecek olursa olsun merkezde o vardır; sanki tek kişilik bir ilişki yaşamaktadır. Çünkü bir diğerinin tüm mutluluğu onunla olunması durumuna endekslenmiştir.
Sonuç olarak tahmin ediyorsunuzdur, bu kişi siz olsanız, bir diğerinden öğrenmedikçe, onun hayata akışına ortak olmadıkça ve sadece kendi kendinize bir ilişki yaşıyormuş gibi hissettikçe nasıl bir “sorumluluk” hissi altına girerdiniz? Öyle ki burada bu merkezde kalan kişi giderek daha da uzak bir kutba doğru çekilir, çünkü karşısındaki kadar “mutlak iyi, mutlak verici ve mutlak bağlı” değildir…
Peki nedir “bağsızlık” neden güzeldir ve sağlıklı bir ilişkide neden aşık olunandan bağsız olmak ilişkiyi muhteşem kılabilir? Sorumuzun cevabı çok basit, çünkü aşk “bir” olmaktır fakat “bir” olabilmek için mutlak “iki” gerekir, yani siz kendinizi deyim yerindeyse sıfıra indirgeyip sadece karşınızdakinin fese almasına aşık olma halinizi bağlarsanız, o derece çok talep eder olursunuz ve karşınızdaki kişi bu talebe karşılık vermedikçe siz “aşkın” o güzel “olmak” halinden gözünüzü karartan “talep ettiğini alamamak, tatmin olamamak, yalnız kalmak” duygusu ile “aşık” olmak halini unutup gidersiniz… Egonuz gelir o muhteşem kalbinizin güzel “aşık” olma halinizin üzerine oturur, size içten içe fısıldamaya başlar “seni önemsemiyor”, “senin için kendinden vazgeçmiyor”, “sen onun için neleri feda ettin”, “neden kitap okumayı senden daha çok seviyor” veya “neden arkadaşlarıyla zaman geçirmesi bu derece önemli” gibi… Oysa tüm bu soruların oldukça basit cevapları vardır, o aşık olduğunuzun “aşık olunan” kalabilmesi için “kendi gibi olmasına” izin vermeniz gerekir ve hatta aşk öyle bir şey olmalıdır ki o kişi sizinle kendini daha çok bulmak cesaretine erişebilmelidir… Fakat işte “aşık olunana bağlı aşk” halinde bizler o kişinin uçmasına izin vereceğimize kanatlarını daha çok kırarız, onu olduğu gibi değil “sadece yanımızda olduğu durumda” yani öyle bir şarta bağlı olarak sevmek halindeyizdir ki, bu sadece bencillik demektir…
Öyle kolay değil Pınar diyeceksiniz, sen ne yaptın peki becerebildin mi burada yazdıklarını… İtiraf ediyorum o “bağlı” olma halinin en derinlerine kadar yuvarlandım, kendimi, arkadaşlarımı, hayat enerjimi ve hayatta sevdiğim her şeyi kaybettim, sadece karşımdaki adama dönüştüm… O ne derse, ne yaparsa, nasıl olmak isterse, neyi severse ben de sevdim o kadar sorgulamadım ve sonuçta ne oldu o derece değersiz bir noktaya geldim ki, kendim bile kendi kendimin neden sevilebilir olduğumu unuttum, ve bugün geldiğim beş yıllık maceramda işte bunları adeta bir gökdelen inşa eder gibi tek tek yeniden yapmam gerekti… Ve ben evet çok sevdiğim her zaman sevgiyle andığım bir adamı kaybettim, hem de ihanetine uğrayarak, çok üzülerek ve tabi ki değersizlik hissimin muhteşem bir yansıması olarak…
Bugün ise, bir aşk halindeyim,bir kişi ile hiç paylaşmadığım bir aşk, daha önce hiç deneyimlemediğim şekilde sadece kendim olmak halimle onu bulduğum, kendimde başladığım ve yine kendimde bittiğim bir aşk… Beni dönüştürmesine, geliştirmesine ve ilham vermesine kendimi bıraktığım, hayat amacımı arayışımda yollarımı doğrultan ve sadece varlığı için ‘’şükür’’ halinde olduğum hani bir deyiş vardır “yaradılanı sevdim, yaradandan ötürü” diye nitelendirebileceğimiz bir aşk… Tüm “bağ” hallerinden bağımsız, tüm dünyaya onun varlığı ile her gün sevgi gönderdiğim ve bu muhteşem varlığı ile “ilahiliği” böyle bir olgunlukla dünyama tezahür ettiren bir aşk…
Sevgili Sanaya Roman güzel eseri Ruhsal Büyüme; Yüksek Benliğiniz Olmak ‘ ta, “Bağsızlık” adını verdiği bölümde bağsız olmak halini bakın nasıl anlatıyor;
“…Bırakmak gelişmenin önemli bir veçhesidir. Gelişmek için, örneğin öfke ya da üzüntü gibi bir tutumu bırakmanız gerekebilir. Bazen, bir kurban ya da kurtarıcı rolünü oynamayı bırakmanız gerekebilir. Bazen de bir ilişkiyi, bir işi ya da bir yaşam biçimini bırakmanız gerekebilir.
…Bırakılması en zor bağlılıklardan biri, sizin görüşlerinize, inançlarınıza ve yargılarınıza olan bağlılığınız olabilir.
…Bazıları bağlılığı sevgiyle karıştırırlar. Bağsızlık düşüncesi onları endişelendirir, çünkü eğer insanlara bağlılık duymazlarsa, onları sevmediklerini düşünürler. Bağsızlık insanları umursamadığınız anlamına gelmez, o insanları daha yüksek bir düzeyde umursamaktır.
…Eğer siz diğer insanların sizi daima sevmeleri gerektiğini hissediyor ve insanları sizi sevmeyecekler diye, istediğiniz şeyi yapmaktan çekiniyorsanız, yapmanız gereken şey, onların sevgisine ihtiyaç duymaktan, bu bağlılıktan kurtulmaktır.
…Başkalarına gerçekten hizmet etmek için, onlara tam özgürlük vermeniz gerekir, çünkü böyle yapmakla kendinize de olabileceğiniz her şey olma özgürlüğünü verirsiniz.
…Bağlılıklarınızı bıraktığınızda, çok daha fazla sevinç ve iç huzuru bulacaksınız. O zaman dünyanız genişleyecek ve yeni fırsatlar kendini sunacaktır. Bağsızlık niteliğini geliştirmeniz sizi özgürleştirecektir.
Aşkın tüm halleri güzeldir, fakat en cesur hali kendinizi de en özgür bıraktığınız hal olan “aşk olmak” bağımlı olup “aşık olunandan bağsız” olduğunuz haldir; çünkü gerçek aşk sizi sınırlandırmaz aksine sizi iyileştirir, dönüştürür ve muhteşemleştirir… Eğer bu yazımı okuyorsanız, şimdi o değiştirmeye cesaret edemediğiniz bağlarınızdan ve bağlılıklarınızdan” bağsızlaşın; çünkü evrenin tüm aşkı “sizi bulmak” ateşiyle yanar ve kalbinize her zaman bir nefes kadar yakındır…