Hayatı genel olarak dümdüz bir yol gibi düşünürüz. Planlarımız A noktasından B noktasına doğru “gidebilmek” üzeredir. Öncelikle okula gitmek beklenir, sonra üniversiteye gitmek, sonra bir iş sahibi olmak, sonra evlenmek, sonra anne baba olmak… Hayatımız işte bu kadar “düz” planlanmalıdır, böyle açık olmalıdır, bu kadar sıralı yaşanmalıdır. Alternatifi nasıl gerçek olabilir ki?
Bu bizlerin düşlediği “düz” hayat planımızdır, fakat hayatın gerçeği bu kadar düz mü gider? Ben hemen hepimiz için cevap vermek istiyorum; hayır… Bizler düşmem diye düşünürüz ama işte bir evlilik bitirmek durumunda kalırız ve çok düz olduğunu düşündüğümüz A noktasından B noktasına gidebilmek bizim için ortada kaza olarak değerlendirilen bir C noktası oluşturur. Bir yol ayırımı gelir. B noktası yani belki düşlediğimiz doğacak çocuklarımız, birlikte geçireceğimiz yıllar, çıkabileceğimiz tatiller ve paylaşılacak bir hayat kalmaz geriye…
İşte bu nokta hayatımızda daha önce hiç tezahür etmediğimiz D noktasının oluşma noktasıdır. D noktası bizi kaza olarak nitelendirdiğimiz C noktasında bulunduğumuz için çağırır. Artık B noktası çoktan geride kalmıştır. Sonra şunu öğreniriz; ilk defa bu bir yoldur, yolculuktur… Evet hayallerimiz, hedeflerimiz vardır fakat bunlara öyle “dümdüz” gidilmemektedir… Doğrularla, yanlışlarla, kazalarla, kayıplarla, kazançlarla en önemlisi yaşanmışlıklarla gidilmektedir…
Bir de ne çıkar karşımıza; asıl olanın yolda olmak olduğu, yani yola çıkmaya “cesaret” edebilmek halimizin güzelliği yüzümüzü aydınlatır. Tüm korkulara, tüm “nasıl olacak, ben şimdi ne yapacağım, hayata nasıl devam edebileceğim, nasıl yeniden yolumu bulabileceğim?” sorularımıza karşılık inatla yüzümüzü aydınlatır; “haydi” der “daha yürümen gereken onlarca adım, onlarca dağ, onlarca ülke, onlarca hatıra, onlarca gün, onlarca saat var… Koklaman gereken sokaklar, dünya üzerinde karışman gereken geceler, sabah güneşine şahit olacağın adalar, ayın nasıl doğduğunu görmeye kıyamayacağın noktalar, aşılacak çöller, evet dokunulacak kumlar, kumsallar ve kısacası senin kocaman bir yolun var” der hayat bize…
Ben bu yazımda aşka da bu şekilde birlikte bakalım istiyorum. Bu konuda oldukça fazla soru ve paylaşım almaktayım, doğru yapmak, yanlış yapmak. Hayat gibi ilişkilerimizde, sevgimizde, evliliklerimizde, nişanlılıklarımızda, arkadaşlıklarımızda doğru olmak hatalı olmak tam olarak nedir? Tam olarak aşkta nasıl “doğru” olunur? Yaptığımız tercihler kime ve neye göre doğrudur? Nasıl doğrudur, ne kadar doğrudur, gerçekten doğrudur? Veya neye göre yanlıştır, neye göre hatalıdır, kime göre, kimin gerçekliğine göre kabul edilmeyendir, gerçekten hata dediğimiz bir hata mıdır?
Birlikte sorgulayalım istiyorum. Ve başlangıcı tabii toplumumuzun yani bizlerin çokça “hata” olarak nitelendirdiklerimizden, var olan bir ilişkiye bir evliliğe bir sevgililiğe rağmen aldatmaktan başlayalım. Aldatmak, bir arayış olabilir. Evet, devam etmeyen bir evliliği devam ettirmeye çalıştığımızda hayatımızda hiç beklemediğimiz bir şekilde karşımıza çıkan bir kişi olabilir. Bizim bulunduğumuz “evlilik” hali aşık olmanın önünde bir engel midir? Evli olmak gerçekten mutsuz bir durumdaysak, huzursuzsak, eğer ilişkimiz yıpranmışsa ve buna karşın kendimize ve eşimize dürüst değilsek, susuyorsak gerçekten aldatmak olur mu? Ses çıkarmadığımız tüm gerçekler karşısında aslında en hatalı şekilde kendi kendimizi aldatmakta değil miyizdir? Bu iki “aldatmak” kavramı karşısında hangisi daha kabul edilebilir? Kendimizi hayatta yaşamaya “çalıştığımız” yalanlarımız ile aldatmak mı veya sadece bedensel olarak başka bir kişi ile birlikte olduğumuz aldatmak mı?
Bir diğer örneğimize geçelim, nişanlımızdan ayrılma kararı aldık. Tüm arkadaşlarımız bu karara şaşırmıştır, ailemiz kırılmıştır, nişanlımız “nasıl yaparsın?” demiştir… Evet, “hatadır” değil mi? Kocaman bir hatadır, ayağımıza kadar gelen fırsatı tepmişizdir, geri çevirmişizdir, hayatta daha ne istemekteyizdir? Hayatta böyle bir fırsat gerçekten kaç kez karşımıza çıkacaktır?
Ve diğer yandan biz gerçekten sevmediğimiz ve bu hayatta eşlik etmeyi istemediğimiz bir insana bunu ifade ettiğimizde ve kendimize ve sadece kendimize dürüst olmayı gerçekleştirdiğimizde tüm dünya “hata” ettiğimizi düşünür değil mi? Dünyaya kendi kendimize dürüst olmanın muhteşemliğini “doğru” olarak anlatmak mümkün müdür? Kimin doğru kimin yanlışına karşıdır? Olmadığımız bir insan olmaya çalışmak, olmadığımız bir sevgili olmaya çalışmak, olmadığımız bir eş olmaya çalışmak herkes için “doğru” olan olsa da ben için kocaman bir yanlış değil midir?
Birçoğumuz konu ilişkilerimiz olduğunda kendimizi bir yana atmaktayız. Hayatın bize dayatmakta olduğu A noktasından B noktasına gitmek akışına kapılmaktayız. Bu uğurda kendi doğrularımızı kendi gerçeklerimizi kendi hayallerimiz bir kenara koymaktayız. Hayatımıza geriye dönüp baktığımızda, aşklarımıza yanlış veya doğru diye nitelikler yüklemekteyiz…
Bugün bu yazımı okuyorsanız can-ım aşklarınıza, ayrılıklarınıza, birlikteliklerinize, var olduklarınıza, hayatınıza dokunanlara, isteyip de yanında kalamadıklarınıza, belki eski hikayelerinize yeniden bakmanızı dilerim; her ne olduysa doğru olduğu için oldu… Bu anlamda kendimize yüklediğimiz yanlışlar kimin yanlışlarıdır? O diğerleri için sizin yanlış olduğunu,z belki ayrılıklarınız, belki kaybedişleriniz, belki biten evliliğiniz yine doğrunuzdur, bilin ki hayatınızın bir parçasıdır… Kendinizi aşklarınız için o diğerinin yanlışları veya doğruları ile değerlendirmek ne kadar doğrudur? Yanlış iseniz de bu kimin haddinedir?
Aşkta doğru, aşkta yanlış yoktur; gerçek olan hayatın bizlere vermiş olduğu işte bu muhteşem yoldur, yolda olabilmek aşkımızdır, yolda yola aşık kalabilmek cesaretimizdir, korkmadan yollara çıkabilmek, düşsek de kalkıp devam edebilmek gücümüzdür… Siz tüm doğrulara tüm yanlışlara rağmen, “siz” olarak yolda kalmaya, yola aşık kalmaya devam edin; aşk sizi elbet bulur…
İlginizi çekebilir: Aşkta ısrar etmek bugüne kadar açılamayan kapıları açar mı?