Hayatın bize sunduklarını anlayabilmek için, her gün yaptıklarımızdan, her zaman düşündüklerimizden farklı adımlar atmalıyız. Bu, bulunduğumuz alanı genişletmektir. Genişlettiğimiz alan sayesinde daha geniş bir perspektiften bakmaya başlayabiliriz, nitekim de böyle olur. Bu bir fetih halidir. Kişinin kendini fethetmesi ve aynı anda yaşamı ve olasılıkları fethetmesidir. Tekrar içinde kalmak, kendini tekrar etmek “sihirli” diye anlatılan yaşam ile tanışma olasılığını eritir. Mekanik olmaya başlayan ya da halihazırda olan “yaşamsı” içinde devinir dururuz.
Elbette bu genişleme ya da genleşmeler korku parmaklıklarımıza takılacaktır. Bildiğinin dışında davranmak, bildiğini sandığının dışında bir varoluşun olma ihtimalini kabul etmek, kendimizi “başarısız”, dahası “yetersiz” hissetmemize sebebiyet verir. Bu hisle baş edemeyen kişi, doğal ve bilinçsiz bir refleks ile bildiği noktaya, yani konfor alanına geri döner.
Bunda acayip bir şey yoktur, acayip olan bunun tekrar ettiğini fark etmiyor olmaktır. Fark ettiğimizde aynı noktaya geri dönmeyi, hatta kaçmayı seçsek bile bu artık bir “seçimdir” ve üzerinde düşünülebilecek, varlığı kabul edilmiş bir “soru”dur. Peşinde olduğumuz şey de budur: Soruyu sorabilmek.
Soruyu soran, günü gelince cevabı da verecektir. Bu, yaşamın genelinde böyleyken, ilişkilerimiz için de böyledir. Her zaman davrandığımız gibi davranmak, her zaman düşündüğümüz gibi düşünmek, her zaman aynı yerde, aynı pozisyonda sevişmek aşkın “sihrini” alır götürür. “İlişki”, mekanik bir yapının içine hapseder bizleri. Bu yapıyı genişletmek için bizi tutan yine korkudur.
Emeğimizin, şimdiye kadar kurduğumuz yapının yıkılmasından korkarız. Aslında bildiğimiz bir gerçeği saklarız kendimizden: “Zaten yıkılmış” olduğu gerçeğini.
Halihazırda tüm sihri ile giden ilişkimizin içinde kaybetme korkusu, yetersizlik, başarısızlık duygularını yaşamayız. Aksine tam ve bütün hissederiz. Ne zaman yara almaya başlasın ilişki, ne zaman “katılaşmış” kalıplarımız yüzümüze “değişmesi gerekenler” olarak çarpsın, işte o zaman değişmekten korkan ama başka çaresi kalmadığını içten içe bilen tarafımız korku pompalamaya başlar. Bir kedi gibi ayak diretir. Kaos yaratır. Değişmek istemez.
Çünkü yeni olanda kendini tanımıyordur.
Ve kimse tanımadıkları ile rahat edemez!
Tam burada, tüm direnişlerin hiçbir işe yaramadığı noktada ilişkide olanlar şimdiye kadar yapmadıkları, kaçtıkları her şeyi bir anda yapmak için ellerinden geleni yapmaya gönüllü olurlar, nitekim de yola çıkarlar. Kimsenin kaybedecek bir şeyi kalmamıştır çünkü artık “ilişki” dediği kuru çatıdan başka. İşin ilginç yanı, bu noktaya gelinceye kadar değiştirilen, feda edilen her şey aslında kişilerin “keyif aldıkları” şeylerdir. Saklayıp ortaya koymadıkları ise “korkuları ve karanlık değerleri”dir. Tam tersi gibi görülse de olan budur.
Sevdiğimiz, bize ait olan çiçeklerimizi kurban ederiz, korktuklarımızı ortaya çıkarmamak ve değişmemek için. Ve evet, beklemediğimiz yerden, renklerimizden eksilerek değişiriz…
Güvenlik alanlarımız, kendimize kattığımız değerlerimizden daha değerlidir çünkü, bizden de değerlidir…
İç burkucu değil mi?
Yaşam ile bağlantı kurabilen, yani bir ilişki yaşayabilen, ilişkileri içinde partnerleri ile bağ kurup ilişkilenebilir. O kadar aynıdır ki…
Aşağıdaki yukarıdaki gibidir!
Bu yüzden ister ilişkilerin içinde açılımlar yapıp orayı esnetelim, ister düşünce, davranış sistemimizde, aynı noktaya farklı yollardan geliriz.
Yaşama karşı dürüst olursak, yaşam da bize dürüst olur.
Hiçbir şey dolambaçlı yollarla çıkmaz karşımıza…
İlişkimizde dürüst olursak karşımızdaki de bize dürüst olur.
Çekme, çekiştirme olmadan, oyunsuz ve net bir birliktelik olur. Öğrendiğimizin aksine açıklık bizi koparmaz, bizi gerçek bir yerden birbirimize “bağlar.”
Ve bu bağ, bağımlılık değil, bağlılıktır. Korkuya dayalı değil, seçime dayalıdır.
İki tarafın da özgürlüğünü garanti eder.
Çünkü özgürlük korunacak tek şeydir!
İlginizi çekebilir: Tek eşlilik mi, çok eşlilik mi: Açık ilişki hakkında ne düşünüyorsunuz?