Aşk “tutkunluğu” sever
Biliyorum başlığı ilk okuduğunuzda acaba bu yazıda bizi neler bekliyor diye içinizden geçirdiniz. Evet, ben bu hafta çok kez “tutku” konusunda düşündüğüm anlar yaşadım, fakat bu yazımda sizlerle sadece bedensel arzu olan tutkuya değil, “tutkun olmak” haline, bir şeyi “tutku haline” getirmeye, hayatımızda “ben bunun tutuklusuyum, tutkunum” dediğimiz şeylere odaklanalım istiyorum.
Şimdi öncelikle çok çok önemli bir soru geliyor hepimiz için, yaşımız, cinsiyetimiz, hangi seviyede ne olduğumuz hiç fark etmez, bir soru ile başlıyoruz, bugün bu yazıyı okuyan şu anda nefes alan sen, neyin tutkunusun? Neden bu soru; öncelikle sebebini açıklayalım sonra ben yine her zaman olduğu gibi sonsuz bir samimiyetle kendimi sizlerle paylaşayım, sizler bana dost olun, ben sizlere anlattıkça rahatlamış olayım.
Tutkunluk neden gerekli?
Hani “yaşadığını” hissetmek vardır ya, işte “tutkularımız” bu anlardır. Bu hafta bir makale okudum, hayatımızda (18 yaş ertesinde) hesaplayarak kaç tane sabahımız olduğunu çıkarmışlardı. Makale, sabah erken saatte yapılabilecek çok farklı aktiviteleri anlatırken, sonunda ise bir soru soruyordu: Bu fazla sayıdaki sabahlarınızda siz ne yapacaksınız, o sabahları nasıl kullanacaksınız? Aklıma ilk gelen şey, hayatımızdaki tutkular oldu, peki sizce bizler hayatımızı nasıl kullanmaktayız? Geçirdiğimiz onca gün içerisinde hangi anlarda “tam anlamıyla yaşadığımızı”, “hayatta olduğumuzu”, “tutkunun avucunda sürüklendiğimizi”, “dünyayı bile tutkumuz için değiştirebileceğimizi” hissedebiliyoruz? Veya o can-ım günlerimizi sadece “bir diğer gün” şeklinde yaşamaya devam mı ediyoruz?
İşte aşk da böyledir, önce “tutkun olmayı” gerektirir. Gerçekten aşık isek o aşk bize “yaşadığımızı hissettirmelidir”, başka hiçbir yerde hiçbir şekilde hiçbir farklı kimseyle olamayacağımız ve “şu an öleceksin” diye karşımıza çıkacak bir ölüm meleği olduğunda bile “hazırım” diyebileceğimiz kadar “çok yaşatmalıdır”… Öyle her gün aynı şekilde gözlerimizi “sadece bir diğer gün” şeklinde açıyorsak bu gerçekten aşk değildir. Gerçek bir aşk hissettiğimizde gözlerimizi kapatmak mümkün olmamalıdır, açtığımızda ise “muhteşem” bir tutku gelmelidir bizi sarıp sarmalamalıdır, “dünyadaki en şanslı insan” olarak hissettirmelidir sonra. Yani gerçekten yaşadığımızı söyletebilmelidir bizlere bağıra çağıra, hani derler ya dünya umurumda değil işte gerçek aşkta “tutkun” olmayı böyle anlatabiliriz.
Daha ötesi vardır tabi ki. Bizler hayatta tutkuyu sadece bir insana yüklemedikçe ilişkide olduğumuz kişi dışında da tutkularımız, nefesimizi kesenler, tutkunu olduklarımız zevklerimiz var ise, aslında “bir insana karşı duyulan aşk” olgusunu da daha farklı yorumlayabiliriz. Örneğin dağ tırmanışını ele alalım; eğer siz tek başınıza yaptığınız tırmanışların tutkunu iseniz, burada döktüğünüz terin, özgürlük duygusunun ve tutkunu olduğunuz bu aktivitenin hayatınıza kattığı “gençliği, cesareti ve yaşama hissini” derinden hissedebilirsiniz ve aşk içinde de aynı şekilde “tutkun olmak” istersiniz. Böylece bir ilişkiyi “diğerini kısıtlamak, diğerinin zevklerini silmek veya diğer kişinin kendi gibi olmasına izin vermemek” olmadığını daha çok aşkın, sizin içinizdeki derinliği, belki deliliği, belki de gidebileceğiniz en uzak noktaları ortaya çıkartmasını istersiniz…
İşte tutkun olmak bu derece önemlidir ilişkilerimizde. Başka bir örnek verelim; eğer biz bir seyahat tutkunuysak, tek başımıza çıktığımız her seyahatten farklı tecrübelerle dönmek bizi muhteşem hissettiriyorsa, kendimizi bu yolla daha iyi tanıyabiliyorsak, dilini ve kültürünü hiç bilmediğimiz coğrafyalar ufkumuzu açıyorsa yani biz “gitme tutkunu” isek, bu seyahatlerimizi başka herhangi bir tecrübeye değişmeyeceğimiz açıktır. İşte ilişkimizde de bu tutkunun yansıması olur, aşk bizi götürsün isteriz, bilmediğimiz şeyler öğretsin, hiç tecrübe etmediğimiz diyarları göstersin, orada özgürce keşfedebilmemize izin versin, kendimizce bakabilmemize ve yepyeni tecrübeler edinebilmemize… En önemlisi ise “gerçekten hayatta olduğumuzu”, gerçekten “nefes aldığımızı” hissetmemizi sağlasın…
Hayatımızda tutkunu olduğumuz şeyler bize nasıl yansır?
Samimiyetle itiraf edeyim, spor yapmanın tutkunuyum, özellikle uzun mesafe koşmanın. Aldığım her nefeste “anda olmanın” varlığını hissedebilmek, uzun mesafeleri kendi bacaklarım ile katediyor olabilmek, tüm bedenimden, zihnimden, varlığımdan sorumlu olmak, aynı anda terlemek… Bazen sadece saatlerce koşarak içimdekileri dinlemek, kalbimin bana söylediklerini duymak, bazen bana eşlik eden müzikle, bazen yağmurla bir olmak ve en önemlisi “tam olarak özgürce huzurla geçen her saniyeyi” tam anlamıyla yaşayabilmek… Fakat bu bir o kadar da sabır, güç ve delilik gerektirmektedir; bu yüzden işte ilişkilerimde aradığımız da genelde bu oluyor. Gerçek bir aşk “konuşmaya gerek olmayandır”, gerçek aşkı gördüğünüzde bilirsiniz. Ek herhangi bir açıklama gerekmez, konuşmasanız da olduğunuz halinizle siz “aşksınızdır”, “tutku” olmuşsunuzdur, ve karşılığa da gerek yoktur, çünkü yalnız koşanlardansınızdır, bir tutkunun diğer kişinin de aynı karşılığı vermesiyle yakılamayacağını bilirsiniz. “An” olursunuz, delilik olursunuz, sonuna kadar “tutkun” olursunuz…
İşte bu yüzden aşk “tutkunluğu” sever, aşk “sadece olması gerektiği için” hayatımızda öylesine olamayacak kadar “sıradanlık dışıdır”. Sıradanlaştı dediğiniz an “aşk” gitmiştir. Her gün aynı şey dediğiniz an, aşk yoktur; sizi her gününüze şükrettirmiyorsa, “tutkunuyum” dedirtmiyorsa, nefessiz bırakmıyorsa, “delilik” hallerinizi ortaya çıkartmıyorsa orada aşk yoktur… Bu yüzden her gün kendinize sorun; yeterince tutkun musunuz, gerçekten aşık mısınız, gerçekten yaşadığınızı hissedebiliyor musunuz? Çünkü her gününüz ayrı bir maceradır, hayatınız muhteşem tutkuları hak eder ve kanınızın aktığını hissetmek güzeldir…
İşte aşk “tutkunluğun” tutkunudur… Muhteşem tutkularınız ile muhteşem aşkların hayat boyu sizi bulmasını dilerim…