“Mutluluğu sende bulan senindir, ötesi misafir…” –Mevlana Celaleddin Rumi
Çokça korkutur değil mi bizleri? Şimdi hayatımızda biri yoktur örneğin, “biri hayatıma girdiğinde ben ona hesap mı vereceğim” olur düşüncemizde. “Neden benim nereye gideceğime, kiminle ve nasıl gideceğime karışıyor” deriz. “Bu hakkı kendinde nasıl görebilir”?
Bir kere ilişki emek gerektirir, bu hemen diğer bir sınır çiziverir içimizde; diğer kişinin hayatımıza girmesi ile bize çiziliverecek olan yani mevcut yaşamımızı değiştirmemizi gerektirecek çizgiler… Peki gerçek böyle midir? Yani bir ilişkide olmak yani aşk olmak hayatımıza sınırlar mı getirir? Veya tersten soralım sorumuzu; bir ilişkide olmak durumumuzda, o aşk olduğumuz kişinin hayatına “sınır” biz mi oluruz? Bilmeden mi oluyoruz? Olmamak için neler yapabiliriz?
Sıkça çıkan kavgalardan bir tanesidir örneğin, hep senin istediklerin yapılıyor. Bir türlü ortak nokta bulunamaz. Örneğin bir taraf spor yapmaktan hoşlanır diğer kişi hayatı boyu spor yapmamıştır. Nasıl uyum sağlayabilecekler? Sorumuza hemen yanıtımız aşk olmaktan geliyor… Aşk halimiz karşımızdaki kişiyi “değiştirmeye çalışmak” ile karıştırılır genelde. Bir ilişki başlar ve taraflar var güçleriyle diğer tarafı uydurmaya, değiştirmeye veya etkilemeye başlarlar. Bilerek olmaz ama “vicdan azabı” hissettirerek yani dolaylı olarak gerçekleşir bu bahsettiğim. Örneğin yoğunluk kız arkadaşlarının olduğu bir ortama bir erkek arkadaşı sokmak oldukça zordur. Veya kadınlar stada maç izlemeye gitmeyi sinemaya gitmeye tercih edebilir. Fakat burada “endişe verici” nokta her iki tarafın kendi zevklerinin veya kendi “sınırlarının” bir süre sonra “şikayet” noktası haline gelmesidir. Yani her iki taraf “oldukları kişi olduğu” için diğer bir tarafça suçlanmaktadır…
Peki şimdi senaryomuzu farklı bir şekilde yazalım istiyorum sizlerle. Bir erkek arkadaşımız var örneğin tek başına seyahat etmek tutkunu, sırf bir “erkek arkadaş” olmak şekli veya tanımı dolayısı ile hayatının “can damarı” olmuş bu tutkudan vaz mı geçmeli? Yani öyle bir sınır koyabilir miyiz? Sizce o bundan vazgeçtiğinde aşkın “aşk hali” geriye kalır mı? Veya bu durum tam olarak “yapay insan oluşturmak” haline mi gider? İçten içe size kırılıp üzülmeyecek midir onu olduğu gibi kabul edemediğiniz için sizi suçlamayacak mıdır?
Bir diğer örnekle açıklayabiliriz. Bir erkek arkadaşınız var ve sizden çok sevdiğiniz bir arkadaşınızı bir daha görmemenizi istiyor. Ne hissederdiniz? Bu ilişki sizce hangi sınırlılığı içeriyor? Aynı aşk ile bu arkadaşa bakabilir miydiniz? Tabii ki yorum yapması konusunda bir sakınca bulunmuyor fakat “özgür iradenizin” elinizden alınmış olduğunu hissetmez miydiniz? Bir süre sonra içinizde biriktirdiğiniz tüm bu duyguları ona yansıtmaz mıydınız? Kendinizi kontrol edebilir miydiniz, üzüldünüz, kırıldınız, beğenilmediniz ve en önemlisi “siz olduğunuz gibi olduğunuzda yeterli olamadınız”… Tanımlara, sınırlara ve performans kriterlerine sığmanız gerekti…
İşte aşk bizlerin tüm bu sınırlı düşüncelerine rağmen oldukça sınırsızdır. Bir kere zaman sınırlılığı yoktur, aşk duygusu yoktan var olmaz, var olan aşk ortadan kaybolmaz. Sadece bizler “aşk” dediğimizde karşımızdakini “önümüzde sınırlarla sabitleyeceğimiz, eğip bükebileceğimiz” bir algıda isek işte bu “gerçek” bir aşk değildir.
Aşk bir kişiyi hatalarıyla, doğrularıyla, olduklarıyla, olamadıklarıyla, hayata kattıklarıyla ve sadece olduğu gibi sevebilmek cesaretidir. Fakat bizler tüm bu “olmak” hallerine sınırlar koyarız örneğin eve erken gelmeyi unutmamak, evet her zaman istediğimiz yerde her şekilde olabilmek, istediğimiz şekilde bize davranılması, “bizim” istediğimiz şekilde sorulması, bakılması, görülmesi… Sizce bu kaç kişilik bir ilişki olur sonuçta; iki kişinin olduğu yerde “diğer kişinin özgür iradesine saygı” bilinci vardır oysa ki…
Ne yazık ki biten ilişkimin son döneminde içimde biriktirdiklerimle işte tüm bu sınırları koyar olmuştum ben… Artık olduğu gibi kabul edememeye başlamıştım. Her sözü her “yapamadığı” her “çabalamadığı” durumda adeta küplere biniyordum. Aşk neredeydi? Yani bu insan benim can-ımdan değerli ise performansa bağlı mı olacaktı sevgim? Ve sonunda öyle bir nokta geldi ki ben sadece onu “istediğim şekilde” olur ise “sevebilmek” noktasına eriştim. Bu bana büyük acı verdi, artık gerçekten sevginin yani aşkın orada olmadığı bir şekildeydim… En üzücü olan ise onu hiç “hak etmediği” şekilde yani sadece ve sırf kendi olduğu için “üzmeye” cesaret edebiliyordum, bu hakkı nasıl ki kendimde görebiliyordum… Aynı durum benim için geçerli olsaydı bu büyük bir haksızlık olmaz mıydı? Bu “yaradılanı” yaradandan ötürü sevmek gerçeğine uyar mıydı?
İşte bu yüzden aşk sınırsızlığı sever… Eğer bugün siz muhteşem aşk halindeyseniz ve bu yazım sizinle birlikte olduysa bu kelimeler size bir şekilde ulaştıysa kendinize bir kez daha farklı gözlerle bakmanızı isterim; aşka sınırlar koymakta mısınız, performans kriterleri ile aşk olmak halini eğip bükmeye değiştirmeye olduğu gibi kabul edemediğiniz onlarca şeyi gizli kızgınlıklar öfke halleri veya huzursuzluk durumlarıyla mı ifade etmeye çalışıyorsunuz?
Derinden hissetmenizi isterim, aşk mükemmel bir duygudur, fakat öyle bir öğretmendir ki bizim aynı kendimiz için isteyeceğimiz üzere bir diğer kişiyi olduğu gibi sınırlar koymadan onu “tanımlara sokmadan” sadece olduğu gibi onu “o” olduğu için (her ne kadar farklı olsa da başka bir milliyetten olsa da başka bir aileden olsa da başka bir dinden olsa da gibi) biz beyaz derken siyah dese de işte o “siyah” demeyi seçen haliyle olduğu gibi çok sevebilmek öğretisidir…
Evet aşk sınırsızlığa tapar… Çünkü sınırlar geldiği an “aşk” çoktan gitmiştir…