Aşk “kendi serüvenine aşık olmaya” tapar
Burada aşk hakkında yazdıkça o kadar farklı yorumlar alıyorum ki sizlerden… Bazen bazı yazılar bana “çokça” dokunduğu üzere (içimde daha fazla tutamayıp bu kişi böyle söylüyor ama aslında bunu hiç yaşamış mı diye başlayan cümleleri bilirsiniz yazılarımı takip ediyorsanız) paylaştıklarım o derece derin itiraflar ile bana döndü ki bu yüzden ben de kendi hislerim üzerinden sizin de hislerinize belki biraz ses biraz nefes olmak üzere her hafta “aşk” hakkında gözlemledikçe, deneyimledikçe ve tabii ki yaşadıkça daha da fazla yazmaya çalışıyorum…
Gelelim başlığımızın da sebebi olan bazı yaşanmışlıklarımıza. Bu hafta birçok farklı çiftle karşılaştığımda birbirlerine adeta domates atmak gibi “atmakta oldukları” suçlama, kısıtlama veya “sen böyle istedin ben yaptım, sen bana engel oldun, sen bunun sebebi oldun” şeklinde iletişime şahit oldum… Dışarıdan sizinle birlikte yorumlayalım istiyorum, şimdi bir ilişki içinde olabilirsiniz veya ilişkiniz olmayabilir, sizce bu cümleler gerçekten doğru mu? Yani bir kişi bir şeyi “gerçekten” gerçekleştirmeyi istedikten sonra “herhangi başka bir güç bunu yapmamak” için engel olabilir mi?
İşte bizler bu örneklerde gördüğümüz üzere özellikle “bir ilişki” içerisinde olduğumuzda kendi yaşam amacımızı, yani bu ilişkiden belki annemiz ve babamızdan, arkadaşlarımızdan yani bağlı olduğumuz herkes ve her şeyden bağımsız olarak sadece “ben” olarak dünyaya gelmek sürecimizin bir amacı olduğunu, ve bunun en birincil özünün X kişisinin karısı olmak veya Y kişisinin eşi olmaktan ziyade “ben” olmak olduğunu unutuveriyoruz…
Peki ne oluyor biz unuttuğumuzda? İşte hayatımız o diğerleri tarafından kontrol edilir hale geliyor. Varsa yoksa diğerlerinin öncelikleri oluyor. Biz bu hayatta “kendi serüvenimiz” olma, bunu gerçekleştirme fırsatını kendi ellerimizle ne yazık ki o diğerlerine veriyoruz. Bunu yaptığımızda adeta ışığımız sönüyor, neden diye soracaksınız? Parlayan bir el feneri olduğunuzu ve henüz piliniz bitmemişken kapatma düğmenize basıldığını düşünün, siz işte bu düğmeye basıyorsunuz, o ışık yaymak yeteneğinizden biricik hayat yolculuğunuzu aramaktan vazgeçiyorsunuz…
‘Bu o kadar kolay değil Pınar’ diyeceksiniz, evet ben de geçmişte çokça hata yaptım, aslında hata değil fakat “öğreti” diyebilirim bu hatalar ile öğrendim. Öncelik hayat serüvenimizdir biz bu serüvenin tek dakikasından bile vazgeçtiğimizde o “aşk” olunan kadın veya adam olmaktan geriye düşüveririz. Niye diye sorabilirsiniz, şöyle örnek vereyim siz her daim yanınızda olan ne yaparsanız yapın kendi hayatından vazgeçerek kendini gerçekleştiremediği için sürekli sizi suçlayan bir eş veya kız/erkek arkadaş ister misiniz? Veya yanınızda olmasını istediğiniz kişi sonucu her ne olursa olsun hayatının tırmanışlarını yapan, zorluklarla olduğu üzere savaşan ve ayrı kalmanız gerekse bile örneğin bir ay tek başına seyahat etmek gerekliliği hissediyorsa cesurca size bunu açıklayarak bu aşamayı gerçekleştirebilen korkusuz bir kişi ile mi birlikte olmak isterdiniz?
İlişkilerimizde bu yüzden gerçekten sağlıklı bir ilişki seviyesinde kalabilmek ve özellikle uzun süreli birlikteliklerde diğer kişiyi suçlamak gibi bir yanlışa düşmemek üzere yapabileceğimiz 2 basamak vardır aslında; öncelikle kendi hayat serüvenimizi yaşamak ve aynı şekilde o can-ımız sevdiğimizin de hayat serüvenini aynı delilikte aynı aşk ile aynı yaşamak coşkusu ile yaşayabilmesine izin vermek… Nasıl hayata geçirebiliriz? Bu yazımı okuyorsanız bugün sadece yarım saatinizi ayırın “sadece siz olduğunuz” için hayatınızda gerçekleştirmek istediğiniz ne var, ilişkinizden bağımsız olarak siz olarak bugün neyi tecrübe etmek istiyorsunuz? Bu bir yemek kursuna gitmek olabilir, bir dağ tırmanışına çıkmak olabilir veya sadece bir hafta sonunu yalnız geçirmek de olabilir… Fakat bunu “sadece” kendi serüveniniz için yapın…
Aynı soruyu sevgilinize, eşinize yöneltebilirsiniz? Onun serüveniyle kendi öz serüveniniz gibi ilgilenebilirsiniz, o “sadece kendi” olmak kendi serüvenini gerçekleştirmek için neyi düşlüyor, hayalleri nelerdir? Yani sizin eşiniz kız veya erkek arkadaşınız olmasından bağımsız sadece bir “arkadaş” olarak ona eşlik ettiğiniz noktada bugün hayali nedir, bunu ona sorabilirsiniz…
Evet, aşk işte her nasıl nerede olursanız olun, ancak iki kişi birbiri ile oldukları kadar “kendi serüvenlerinin” de aynı şekilde tam olarak aşığı olduklarında muhteşem olur. Her iki bireyin de kendi kendini beslediği, bir ilişkide olmayı diğerini suçlayacak, hayatlarını kısıtlayacak veya bu yaşam boyunca gerçekleştirmek istediklerini “gerçekleştirebilmelerine kocaman bir engel” olarak durmadığını anladıkları bir ilişkide uzun süre bir ilişki yaşamış olsalar da heyecanın yitirilmesi, sıkılmalar, kavgalar, sıkça rastlanan “yeter artık” sözleri ve en önemlisi karşılıklı saygının yitirilmesi de olmayacaktır.
Aşk evet öncelikle “kendi serüvenine” aşık olmayı sever, sizler kendi yolunuzda muhteşem adımlar attığınızda “aşk” olduğunuz ile gerçekleştireceğiniz paylaşımlarınız da aynı şekilde beslenir, titreşimleriniz, mutluluğunuz, kendinize güveniniz ve en önemlisi “bu hayatta gerçekten yaşıyor” olduğunuz hissiniz güçlenir…
Halil Cibran’ın muhteşem şekilde özetlediği gibi:
“Yüreklerinizi birbirine bağlayın ama biri ötekinin saklayıcısı olmasın,
Çünkü ancak hayatın elidir yüreklerinizi saklayacak olan,
Hep yan yana olun, ama birbirinize fazla sokulmayın,
Çünkü tapınağı taşıyan sütunlar da ayrıdır,
Çünkü bir selvi ile bir meşe birbirinin gölgesinde yetişmez….”