İlk dünyaya geldiğiniz zaman “çayı nasıl içeceğinize dair” bir kalıbımız var mıdır? Kahveyi sade, orta şekerli veya çok şekerli? Hangi yemeği daha çok sevdiğimiz, hangi yemeği asla görmek bile istemeyeceğimiz? Peki ilk kez bu dünyaya gözlerimizi açtığımızda kimi diğerinden ayırarak “iyi” veya “kötü” olarak yargılayabileceğimiz, sonra arkadaş olarak kabul verip vermeyeceğimiz veya “sevgili” olarak kriterler koyup da sağlamasına izin vereceğimiz…
İşte biz bu dünyaya bu paragraf dolusu kalıpların -ki burada çok azını ifade edebildim- hiçbiri ile kısıtlanmadan veya bu kalıplar ile kendimizi kısıtlamadan geliriz. Bu dünyaya “kalıp” getirmeyiz. Sonra ne olur, ben bugün sizinle bunu biraz “aşk” için, özellikle bu hassas konuda sorgulayalım istiyorum… Sonra neler olur; sevgi ve aşkı kalıplara sığdırmaya çalışırız; öncelikle biriyle birlikte olacaksak bazı standartları sağlaması gerekiverir…
Nedir bu standartlar; örneğin kadın veya erkek genelde fark etmez, her iki tarafın eğitimi eşit olmalıdır değil mi? Eğer sevdiğimiz kişi üniversite mezunu ise hemen kendimizi “indirgenmiş” hissederiz, ben sana layık değilim deriz… Neden diye soracak olursak sadece “aynı eğitim kurumu seviyesine” ulaşamadığımız için; peki ya bu kişi çokça okuyarak kendini geliştirmişse veya bu kişi evet üniversiteyi bitirmemiş olsa da dünya üzerinde bizden daha iyi bir şey biliyor ve bize bunu öğretme şansını bile vermeden “kalıplarımızla” yaşayabileceğimiz güzel bir ilişkiyi doğmadan kapılar ardına kapatıveriyorsak?
Tabi ki kalıplarımız sadece bu kadar ile bitmemektedir, sonra yaş gelir örneğin; eğer bir kadın bir erkekten büyük ise bu bir kısıt başlangıcıdır. Çünkü toplumun dayattığı kalıplarımız dolayısıyla bir ilişki yaşanacaksa bir kadın sadece olduğu yaşta olamaz… Tabi ki erkeğin daha büyük bir yaşta olması gerekir… Fakat olgunluk veya yaşanmışlık göz ardı edilir… Öyle bir kişi ile karşılaşırsınız ki, evet belki sizden daha küçük bir yaştadır fakat hayat tecrübesiyle ve kendini geliştirmesiyle belki sizden yaşça küçük olmasına rağmen aslında (ben genelde bunu gönül yaşı olarak ifade ediyorum) sizden çok daha ilerdedir. Ve bir ilişkide dengeyi, uyumu ve sevgiyi yakalamanız en az sizden yaşça daha büyük bir erkek kadar fazla olabilir…
Kalıplar dediğimizde hemen aklıma gelen diğer bir örneği paylaşmak istiyorum; mali olarak kadın ve erkeğin dengesi. Yani profesyonel olarak yapmakta olduğumuz işlerimiz. Bu son dönemde sıkça gördüğüm bir örnek… Aklımızda toplumun inançları kaynaklı birçok farklı kalıp vardır bu açıdan; örneğin bir kadın erkekten fazla kazanmamalıdır. Bu dengesizliğin başlangıcı olur veya kadın erkeğe mali olarak bağımlı ve bağlı olmalıdır. Diğer türlü kadının erkeğine ihtiyacı kalmayabilir… İşte bu inançlar yine bir ilişki olmak, yani sadece hayatı paylaşmaya çalışmanın çok ötesine geçerek kişiler arası aşılamayacak duvarlar örmek demektir.
Bir kere bir kadının değeri kazandığı para ile değerlendirilebilir mi veya bizler bir erkek ile sevgi yani kalp ilişkisine başlamak istiyorsak, evet hayatını kazanıyor olması çok güzel bir gerçekliktir fakat bunu hangi derecede yaptığı (belki bugün olmasa da gelecekte alanında büyük biri olacak olması) bize yargılama özgürlüğünü verir mi? Sadece az veya çok kazandığı için “kalp” ile yapılması gereken seçimlerimizi aklımızla yapmak doğru mudur? Az veya çok kazanmak bir insanı sevilebilir veya “sevilemez” yapmaya yeterli midir?
Şimdi daha derin sorulara doğru ilerleyelim, tüm kalıpları sildiğimizde bir insanı sadece olduğu gibi görebiliriz. Nedir olduğu gibi görmek; kim olduğunu tanımak nasıl zevklerini, hayatını ve tarihini bilmeyi gerektiriyorsa bir insanı olduğu gibi görebilmek onu “kalıplar” ile yargılammayı ve bizim muhteşem (!) standartlarımıza göre kategorilere ayırmamayı gerektirir…
Aynı sınıflandırma veya “kodlanma” veya “kalıplandırma” bize yapıldığı durumda ne düşünürdük? Örneğin evet Pınar üniversite mezunu, kendi hayatını kazanıyor, yaşı (bugün itibariyle 34 yaşımın ilk gününü yaşıyorum) 30’u geçmiş ve bir kere evlenmiş… Şimdi bu ifadeler ile bir insanı “tanımlamak” yani kalıplamak durumuna girdiğimizde aslında o kişinin hayata bakış açısını, bizimle paylaşabileceklerini belki bizim için çok uygun bir hayat arkadaşı olabileceğini veya sadece “hayatımıza bize bir şeyleri farklı şekilde gösterebilmek üzere” gelmiş olabileceğini de kaçırırız…
İşte bu yüzden aşk kalıpları yıkmayı sever. Biz her ne kadar kendimizi ve “aşık” olacağımız kişileri böyle “kalıplara” sığdırmaya çalışsak da, ben X ile sevgili olabilirim ama Y’nin hiç şansı yok çünkü ile başlayan uzun cümleler kursak da, aşk bunların hiçbirini dinlemez…
Eğer bizler bu şekilde kalıplandırabiliyorsak, bir kişiye “sadece olduğu” kişi olarak bakamıyorsak, onu hayata yansıttığı oluşunun kalıpları ile ve en önemlisi onlara göre yani kriterler ile değerlendirerek iyi veya kötü, sevilebilir veya sevilemez, aşık olunabilir veya aşık olmaya “layık olmayan” olarak nitelendirebiliyorsak, işte “gerçek aşk” bunların hiçbirini dinlemez…
Bugün aşk ve ilişkiler ile ilgili kalıplarınıza bakmanızı dilerim, kendinizi hangi “standartlar” ile sınırlandırıyor sunuz? Hangi inanışlar ile imkanlı veya imkansıza karar veriyor sunuz? Aşk için hangi kalıpları yıkamıyorsunuz?
Evet aşk kalıpları yıkmayı sever, çünkü gerçek aşkın ne sınırı ne de sığdırılabilecek kalıpları vardır…