X

Aşk için ‘’tek başınalığında’’ ölmeli: Aşk o zaman aşk

Hepimiz korkarız değil mi tek başımıza kalmaktan, hemen bir başına veya yalnız sözcükleriyle ismimizi birleştiriverirler. Nasıl içimiz gider ve haykırmak isteriz, ‘Hayır ben yalnız değilim, tek başıma değilim’ diye. Bir de bu kavram aşk ile birleştiğinde hepimiz elimizi tutan bir kişi yani fiziksel bir olgu isteriz değil mi? Ama bu olgu ‘’öyle tek başınalıktan uzaktır ki’’ aslında. Örneğin; bizim bir insanı sevmemiz karşımızdakinin bizi sevmesine bağlıdır, o kişinin de bizi beğenmesi gerekir, yani ‘’tek başınalığı’’ aşar ve o çok güvendiğimiz sevgimiz bir anda şartlara bağlanıverir. O kişiyle evlenmek gerekir örneğin, büyük sözler beklenir. Peki her yerde aradığımız o ‘’gerçek aşk’’ nasıl yaşanır, aşk burada saydığımız gibi sevgiliden gelecek, sevgilinin bize verecek olduğu herhangi bir şarta bağlanabilir mi?

Öncelikle tek başınalık çok güzeldir, neden mi? Çünkü yanınızda sadece yanınızda gözüküp de aslında yapayalnız olduğunuz kimse yoktur. Şimdi; ‘Bu da ne demek?’ diyeceksiniz. Evet çok açık söylüyorum, eğer yalnızsanız; aslında sadece fiziksel olarak yanı başınızda olan, sizi öperken arka masadaki bayan ile bakışan, daha ‘Nasılsın?’ diye sormadan buluşmanızın 1. saniyesinde ‘Bir dakika selfie çekeyim hemen, sosyal medyada paylaşayım’ diye, sizi görmenin verdiği mutluluktan çok sosyal medyada başka insanların fotoğrafına vereceği ‘like sayısına’ odaklı arkadaş, dost ve sevgiliniz de yok demektir. Tek başınalık güzeldir; çünkü dürüst bir şekilde, sadece ve sadece kendi kendiniz varsınızdır, hem kendinizin en iyi arkadaşı olursunuz, hem kendinizi dinlersiniz, hem de tek başınalık sosyal medyayı, başka masada oturanları, yani kısacası farklı anları, o an orada olmayan kişileri düşünmez. Tek başınalık güzeldir, çünkü sizi anlar.

Tek başına olmak güzeldir; çünkü hem kendinizin en iyi arkadaşı olursunuz hem de kendinizi dinlersiniz.

Kendimden örnek vereyim, bugüne kadar dünya üzerinde en çok duyduğum sorulardan biri ‘Nasıl yani, oraya tek başına mı gideceksin?’ oldu. Bu soruda aslında insan algısının birçok parçasını görebiliyoruz, tek başına yetememe kavramının üzerine bir de üzerine  Güney Amerika’nın ismi bilinmemiş köyü ile eklenince, yapılamayacak veya korkulması gereken bir eyleme dönüşüveriyor.

İlgili yazı: Yalnız vakit geçirme sorunsalı: keyif mi bekleme mi?

Peki bu korkular aşk olduğunda nasıl ortaya çıkıyor?

İşte birey olarak tek başınalığımızı kucaklamadığımızda, ilişkilerimizde de aynı şekilde davranabiliyoruz. Örneğin; yeni bir ilişkiye başladığımızda karşımızdaki kişinin ilişkimiz dışında bir hayatı oluyor, bu kabul edilebilir gibi duruyor. Fakat zaman geçtikçe kadınlar için sevgilinin spor salonunda geçirdiği vakit, sevgiliyle buluşmaya tercih edilen ve ne işe yaradığı anlaşılmayan, içimizdeki ego canavarının adeta kocaman pençeler ile yükselen bir kaplan gibi ortaya çıktığı bir tartışma konusuna dönüşebiliyor. Veya aynı şekilde beyler için de genel olarak sevgilinin kız arkadaşları ile geçirdiği vakit, birlikte katılınması gereken bir davet ile çakıştığında, diğerlerine göre tercih edilmemiş olma ile birleşerek sonu bir yere varmayan gerginlik akımlarına dönüşebiliyor.

Bazen öyle anlar oluyor ki, ‘Biz bu noktaya nasıl geldik?’ diyebiliyoruz, en başta duyduğumuz çekim, karşı konulmaz birlikte zaman geçirme ihtiyacı veya merak tamamen bitmiş oluyor. İşte tüm bu durumların altında, iki kişinin de öncelikle hayatlarında tek başınalığı sevebilmeleri ve yaşadıkları ilişkide de şartlardan, beklentilerden bağımsız olarak birbirilerinin ‘’tek başınalıklarına’’ gösterebildikleri anlayış yatıyor aslında.

Bir ilişki, karşımızdakinin bizim olması, koşulsuz sahiplenme veya bir şey haline dönüşmesi demek değildir. Gerçek aşk, karşımızdakini büyütmelidir, daha özgür hale getirmelidir ve her türlü şarttan, karşıdan alacağımız her şeyden bağımsız olmalıdır. Eğer bir şart arıyorsak, bu sadece egomuzu tatmin etmek üzere girdiğimiz bir ilişkidir, çünkü hepimiz beğenilmek isteriz. Ama tek başınalığımız ile barışık olduğumuzda, sadece olduğumuz gibi kendi halimizde, karşımızdakinden alacağımız her şeyden bağımsız olarak zaten aşk olmuşuzdur, beklenti yoktur, şart yoktur ve sadece aşk vardır.

Belki bunu kendi tecrübemden örnek vererek açıklamak çok daha anlaşılır olacaktır. Bir ayrılığımda aslında daha sonra fark etmiştim ki, kendim olan tüm özelliklerimi kaybetmişim, yani tek başımalığımı, sadece kitap okumaya bile ayırdığım zamanı, kız arkadaşlarımı, tek başımalığımda planladığım beni heyecanlandıran gezi planlarını ve bunun gibi olmadıklarında ben olamayacağım her şeyi… Diğer yandan, tüm odağım sevgilimin ne istediği, ne hissettiği, nelerden hoşlandığı, beni seviyor veya sevmiyor olduğu olmuştu. Sizce bu noktada başka bir kadına ilgi duyan bir adam suçlu olabilir mi veya bu senaryoda bir suçlu var ise gerçekten suçlu olan kimdir?

Hepimiz farklı şekillerde tecrübe ediyoruz, fakat tek başına olmak yalnız olmak değildir. Tek başına olmak; bugün kimseye ihtiyaç duymadan, hafızanızı kaybedip Alaska’da bile uyansanız hayatınıza devam edebilecek yeteneğiniz ve gücünüz olduğunu bilmektir ve bu hayatın sadece sizin için bir şans olduğunu hiç unutmamaktır. Bugün aşklarınıza, ilişkilerinize ve tek başınalığınıza yeniden bakın: Sevginiz için şartlar koşuyor musunuz? Bir kişiye ‘Seni seviyorum’ diyebilmek için önce bunu duymanız mı gerekiyor veya sevgilinizin aşkını kanıtlaması için spor için ayırdığı saatlerinden vazgeçmesi zorunlu mu?

Bu noktada sevgili Halil Cibran’ın ‘’Aşk’’ isimli şiirinden o paha biçilmez mısralarını hatırlamadan geçmeyelim:

Kendinden başka bir şey vermez aşk ve kendinden başkasından almaz.

Ne sahip olur aşk ne de kendine sahip olunsun ister.

Çünkü aşka aşk yeter.

Tek başınalık güzeldir, tek başına aşk olur, gerçek aşk aslında uzak gibi gözükse de en yakında olandır, gerçek aşk iki kişinin tek başınalığının birbirine akmasıdır.

Pınar Özeken (Ulus): 2007 yılında Boğaziçi Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik bölümü ile Kimya bölümlerini bitirdi. Aynı üniversitede Biyomedikal Mühendisliği ve İspanya Pompeu Fabra üniversitesinde master derecelerini aldı. Özellikle 2011’den bu yana moda ile ilgili çalışmalara ağırlık verdi ve hala moda üzerine yazı dizileri, farklı moda kaynaklarında yayınlanmaktadır. Yoga eğitmeni olma yolunda ilerleyen Pınar, bir Arjantin Tango aşığı. Gerçek tutkularından bir diğeri ise seyahat etmek."Dünya üzerinde ayak basılmadık toprak kalmasın" mottosu ile dünyayı dolaşmaya devam ediyor.
İlgili Makale