Bundan yıllar önce saatlerce oturup bu soruyu düşünmem gerekmişti… “Nereden çıktı Pınar yine bu konu” diyebilirsiniz, ben de bilemiyorum, kelimelere dökülmesi gerekenler olduğuna inanıyorum sadece… Peki birlikte yüksek sesle şimdi sizler bu yazıyı okurken ben daha bu yazının geri kalan kısmını bile yazamamışken, yüksek sesle tekrar edelim; aşk hiç biter mi?
Gelin birlikte cevaplayalım, kocaman bir “hayır”la, aşk hiç bitmez… Tekrar tekrar sormuştum diye yukarıda belirtim. Neden? Sonsuz bir aşk içindeyim diye bilmiştim, yıllar yılı boyunca, aşk diye bildiğim çok sevdiğim aşk olduğum bir adam vardı… Bu adam gecemdi, gündüzümdü, gözümü açtığım andı, sevdiğimdi, arkadaşımdı ve can yoldaşımdı. Sonra benim eşim oldu bu adam… Ve daha sonra ise dünyaya küsmek halime sebep olan, kapıları kapatmama, karanlıklara saklanmama, hayatı, anlamı, varlığımı ve evet aşk biter mi diye sorgulamama sebep…
Bana cevap vermişti oysa, çok düşündüğünü söylemişti bir kez, evet aşk bitmezdi de, bizler değişirdik işte bal gibi… Biz değişince de o can-ım aşk dönüşüp de var olmaya devam eder miydi? Bu yaşananların hepsini sindirmişken, bu yaşadıklarımız ayrılıklarımız, savrulmuşluklarımız, ilişkiye karışan “diğer” renkleri de hesaba katıldığında aşk nerede kalırdı?
Bu kadar kolay değil tabiki aşk hiç biter mi sorusuna cevap vermek… Şimdi yıllar yıllar sonra yeniden baktığımda şunu görüyorum (tabii ki çok daha olgunlaşmış olarak, affetmiş olarak, geride bırakmış olarak, olanı sevmiş olarak, iyi veya kötü yargısını çoktan aşmış olarak, ve tabii ki bugüne gelebilmek için kendini dünyaya vurmuş, kilometrelerce yol koşmuş olarak); aşk hiç bitmiyor… O iki kişi arasında o zamanda “asılı” kalıveriyor… Evet hikayeler ve kişiler değişiyor ama her ne olursa olsun o “aşk” anları o bıraktığımız güzel noktada kendileri gibi yani “aşk” hali ile olmaya devam ediyorlar…
Ne demektir bu, bu kolumda yazan “in vino veritas” cümlesinin yazılı olduğu muhteşem Cunda sokağında çok sevdiğim o adam ile yaşadığım bir “aşk” anını değiştirmeye yetmiyor… İşte ilişkilerimiz bugün her ne aşamada olursa olsun, “aşk” anlarımız, aşklarımız ve aşk olduklarımız o zamanda o yerde o boyutta bir şekilde aynı olağanüstü hal ile durmaya devam ediyor… Aşk hiç bitmiyor…
Ne yazık ki bizler işte aşk ile aramıza her ne yaşanmış olursa olsun kin, nefret, hayal kırıklığı veya üzüntülerimiz gibi titreşimi düşük olan, aslında ‘’aşk’’ olmak haline hiç yakışmayan bu duyguları koyduğumuzda o “aşkın” güzelliğini de unutuveriyoruz, yadsıyoruz ve hak etmediği şekilde indirgemiş oluyoruz… Aslında aşk “kişi” bazlı bir kavram değildir, aşk muhteşem bir enerji akışı halidir, kendimizi bulmaktır, yaradana yakın olmaktır… Tam anlamıyla hissetmektir, yaşadığımızı, varlığımızı ve kalbimizin muhteşem sınırsızlığını… Aşk işte bu yüzden sınırsız bu yüzden hiç bitmiyor; onu “kişiler ile sınırlandırıp” da sadece bir kişinin davranışına göre, bizi aldatıyor olmasına göre, boşanmak istiyor olmasına göre, ilişkiyi sonlandırmak istiyor olmasına göre veya mutsuz ediyor olmasına göre “bitiriveriyoruz”. Aslında biten “aşk” olmuyor, biten bizim iki kişiye ait olan “zamanımız” oluyor…
Bu hafta okuma fırsatı bulduğum Adem Suad imzalı muhteşem eser 100 Meşhur Aşk’ tan Aşk Hiç Biter Mi? Sorusuna yanıt olacak bazı bölümleri paylaşmak istiyorum;
- Meral Okay ve Yaman Okay isimli kısımdan (Meral Okay’ın sözleri ile):
“… Aşk kendinden vazgeçme halidir, kendi benliğini ezmeden”biz” olabilme halidir. İnsan egosu, denetlenmesi en güç olan şeydir. Bunu ancak aşk becerebilir, sadece aşk ile üstünden atlayabilirsiniz. Biz, birbirimize karşı çok saygılıydık; mesleklerimiz ve bunun gerektirdiği fedakarlık hallerinde hele daha da çok saygılı ve yol açıcı davrandık hep. Ee bazen de sıkılırdık, hele üç beş aydır bir aradaysak birbirmizin gözüne bakardık, önce kim gidecek diye, böyle nefes molaları da verirdik. Döndüğümüzde yepyeni bir enerji ve hasret bekliyor olurdu bizi. Aşk bazen de bir kıyamama halidir.
…Böyle, bir şölen gibi, bir luna park gibi sevdalık yaşayınca, bu görkemi taşımayan her şey bir çadır tiyatrosu gibi geliyor insana. Bu ateşle yanma hali, o kadar derinden için için yanıyor ki dönüp bir başka ölümlüyü yakmaya içi el vermiyor insanın. Yaman’la her günümüz Sevgililer Günü’ydü… Eşine bu kadar çok çiçek getiren bir adamı daha analar doğurmamıştır. Biz birçok defa sabah uyanıp birlikte gün doğumunu seyreder, ne bileyim, Çingene vapuruna binip sabah erken Boğaz’ı turlardık…”
- Ahmed Arif ile Leyla Erbil:
…Tek şiir kitabı “Hasretinden Prangalar Eskittim” ile edebiyat dünyasının unutulmaz isimleri arasında gelen Ahmed Arif, Leyla Erbil’e büyük bir aşkla bağlıydı…
Evet, körkütük aşık bir Ahmed Arif yazmıştı bu mektupları, aşkına karşılık bulma umuduyla ya da hayata tutunabilme güdüsüyle… Leyla Hanım, bu mektuplaşmalarda dostluk sınırını çizmiş ve bu sınırı gün geçtikçe derinleştirmişti.
- Beethoven ile Ölümsüz Sevgilisi:
…Ludwig van Beethoven, hiç evlenmedi. Ama çevresinde kendisine yakınlık gösteren epeyce kadın vardı. Öldükten sonra çekmecesinde “ölümsüz sevgiliye…” diye başlayan bir mektup bulundu. Kimdi bu ölümsüz sevgili?
…İşte Beethoven’ın Ölümsüz Sevgili’ye yazdığı mektuptan bir kesit:
“Meleğim, bana posta arabasının artık her gün gittiğini söylediler. Bu yüzden mektubu bir an önce kapatmalıyım ki sen de bir an önce alasın; sakin ol, sadece var oluşumuzu sakin bir gözden geçirmeyle beraber yaşama amacımıza ulaşabilir miyiz? Huzurlu ol; beni sev, bugün, dün, gözyaşlarıyla dolu özlem, senin için; senin için hayatım, her şeyim, elveda…”
- Bülent Ecevit ile Rahşan Ecevit:
Bülent Ecevit hayatı boyunca yanından hiç ayırmadığı Rahşan Ecevit’le, Robert Koleji yıllarında tanışır.
…Bülent Ecevit’in, ‘’Rahşan’a’’ adlı hitabıyla 1980’de yazdığı ‘’El Ele Büyüttük Sevgiyi’’ adlı şiirdinden bir bölüm:
“Elele büyüttük sevgiyi, birlikte öğrendik seninle avucumuzda yüreği çarpan bir kuşa sevgiyi,
El ele duyduk kumsalda denizin milyon yılda yonttuğu taşa sevgiyi
…El ele büyütüp el ele derdik, el ele verip insana verdik, verdikçe çoğalan sevgimizi…”
- Franz Kafka ile Milena (Milena’ya Mektuplar eseri beni oldukça etkileyen bir aşk hikayesidir):
…Kafka’nın Milena’ya duyduğu aşk hem çok büyük hem de çok hüzünlüdür aslında. Şöyle dile getirir bunu yazar: “En çok seni seviyorum diyorum ama gerçek sevgi bu değil sanırım, sen bir bıçaksın, ben de durmadan içimi deşiyorum o bıçakla dersem, gerçek sevgiyi anlatmış olurum belki…” Bu iki insan, birbirlerine duydukları arzuyu, zihinsel bir yolculuk olarak yaşarlar.
İlişikilere birçok son yazılabilir, mutlu veya hüzünlü, birliktelik veya ayrılık içeren, iyi veya kötü olarak nitelendirilen… Fakat işte “aşk” için bir “bitmek” hali mümkün değildir, evet “aşk hiç bitmez”…
“Değişiklikle karşılaşınca değişen aşk, aşk değildir. Aşk gözle değil, ruhla görülür…” –Shakespeare