Aşk “her gün yeniden keşfetmeye” tapar
“Yalnızca güzelliği keşfetmek için yaşıyoruz, güzel olanı keşfetmek için. Geri kalan beklemekten ibaret…”
-Halil Cibran
Aşk üzerine yazmaya ve aşk üzerine aramaya devam edeceğiz evet… Çünkü yazması belki de kelimelere dökülmesi en zor olan konu aşk… Hepimiz için algısı farklı, yoğunluğu farklı ve inancı da farklı. Bu yazının esintisi nereden geldi diye merak etmiş olabilirsiniz, tamamıyla farklı bir kültürden bir arkadaşım ile bu hafta “hiç aşık oldun mu” sorusuna cevap aradık… Biz aradık saatler ilerledi… Aşkı konuştuk, gerçekten ne olabileceğini, kazanmayı, kaybetmeyi ve konumuz işte başlığa geldi; her gün yeniden keşfedebilmek…
Cevap arkadaşım için hayır oldu, bu bir erkekti. Bana itirafı evet aşık olmadım, bugüne kadar gerçekten hiç aşık olmadım. Tabii ki bana gelecek olursanız cevabım evet, bugüne kadar sadece bir kere gerçekten aşık oldum… Muhteşem tecrübeler yaşadım, evlendim, ve sonra ayrıldım, ve işte bugün hayat devam ediyor. Peki bizler işte tüm bu akışta yani bir aşk yaşıyor iken veya ilişki diyelim bu yazı boyunca, bir ilişki yaşıyorken “keşfetmek” sanatını bir yana bırakıyoruz bir süre sonra…
Neden diye sormak istiyorum, önce kendime ve sonra sizlere… Gelin hep birlikte ilerleyelim bu taşlı yollarda, arada benimle tozlu tepeler de aşmanız gerekebilir… Aslında “keşfetmek” merakı bir süreç; yani yeni bir şey öğrenmek istekliliğimiz olarak ta tanımlayabiliriz. Gelin biraz daha yakından inceleyelim…
Bir ilişkiye başlıyoruz, ilk zamanlarımızda karşımızdaki kişi ne sever, nelerden hoşlanır, belki en çok hangi renk giyinir, en çok hangi durumlarda sinirlenir, acıktığında bekleyebilir mi veya yağmurda ıslanmak hoşuna gider mi gibi daha burada sayfalarca yazabileceğimiz sorular ile merakla yaklaşırız değil mi?
Sonra ne olur? Yavaş yavaş sorularımız cevaplanmaya başlar… Bir, iki, üç derken bizim ilişkide olduğumuz kişi hakkında bir “tanışıklığımız” oluşur, bir bilinmişlik, tanımlanamayan bir “haberdar olmak” hali de diyebiliriz bunun için. Yani “yeni” olmaktan yavaş yavaş, adım adım çıkar karşımızdaki kişi. Ne olur “ben onu her gördüğümde heyecanla merak ediyorum” cümlemizin yerini “ben onu biliyorum” alıverir…
Şimdi bir sonraki aşamaya geçelim, bu en son durumdur. Örneğin bir arkadaş grubunun içinde “X zaten hep böyle yapar” diye sesli olarak söyleriz, ve halbuki X o soruya “kendince” cevap vermek istemektedir. Belki bugün dondurma yemek yerine sütlaç isteyecektir ama işte biz o kadar çok “biliriz” ve artık o kişiyi “keşfetmek merakımızdan” o derece uzaklaşmışızdır ki, yollarımız birliktedir fakat aslında ayrıdır… Çünkü biz artık “o kişiyi biliyoruzdur” halbuki aşk bu değildir, aşk “o kişiyi yaşamaya devam etmektir”…
Peki gerçek aşk ne ister? Bu nokta çok kıymetlidir, bizden o “biliyorum” anlayışımızı tamamıyla ilişkimizden silip “her gün yeniden keşfediyorum” ile değiştirmemizi ister aşk… Her an her durumda “sanki ilk zaman” olduğu gibi aynı merakla yaklaşmamızı ister. Örneğin yıllar geçse bile ve biz o kişiyi tanıyor olsak bile, ve o saatte örneğin Türk kahvesi içmeyi çok sevdiğini bilsek bile, yine de sormayı ister “ne içmek istersin”? Onun bir gün hayatında yeni bir tercih yapabileceği, değişebileceği ve en önemlisi aynı kalmayacağı inancımızı, bilincimizi ve anlayışımızı sevmemizi ister… Alacağımız cevap her gün Türk kahvesi olsa da yine de inançla o kişinin o her yeni gününü keşfetmeye devam etmeyi ister…
Bunun için ne yapmamız gerekir? En önemlisi ilişkide olduğumuz durumda “tek hayat” haline gelmek, yani bir diğerine merak edilmek alanı bırakmamak, tüm hayatını aynı anda yapmak, her an aynı paylaşım içerisinde olmak… Bu durumda işte “bilmek” gerçeğinin sahillerine vuruveririz. Ne aşk kalır ne heyecan ne de gerçekten “anlatılacak” karşımızdaki kişiye “keşfetmesi” üzerine sunulacak yeni yollar… Bu yüzden de kendimize ve ilişkimize izin vermemiz gerekir. Birlikte iken keşfedebildiğimiz kadar yalnız keşfedebilmek…
Belki dünyayı gezebilmek, belki sadece erkek arkadaşları ile bir maç izlemek aktivitesine gidebilmek, belki sadece kız arkadaşları ile bir yemek yiyebilmek veya sadece kendi kendine bir hafta sonu geçirebilmek. Yani bir ilişkinin varlığı dolayısı ile bir diğerini keşfetmekten önce kendini “keşfetmeye” evet sadece kendi kendini her gün ve yeniden keşfedebilmeye aşık olmak…
Bu yüzden aşk her gün yeniden bağımsız olmayı, özgürlüğü ve her gün önce kendi kendimize keşfedilecek yeni bir “kıta” gibi bakabilmeyi ve sonra karşımızdaki kişiye, sevdiğimiz insana o bize “aşk olmuş olanlara” aynı keşfedilecek yepyeni kıtalar gözü ile bakabilmemize tapar… Biz bu gözle baktıkça o bize keşfedilecek mükemmel kıtalar gidilecek muhteşem diyarlar sunmaya devam eder. O bizimle içimizdeki keşfetmek arzusu ile coşmaya o her gün keşfetmeye gönüllü olduğumuz sevgiliyi daha da olağanüstü bir forma dönüştürmeye devam eder…
Biz o sevgilinin muhteşem kaşifi oluruz o da bizim tarafımızdan bulunmayı, görülmeyi, yeniden keşfedilmeyi, inanılmayı, bilinmeyi ve en önemlisi delice sevilmeyi bekleyen kocaman bir kıta…
Çünkü aşk her gün yeniden keşfetmek aşkına tapar…