Hayatımız boyunca ailemizden, çevremizden ve tabii ki popüler kültür ürünlerinden, aşkın gerçekte ne olduğuna dair bazı fikirler ediniriz. Popüler kültür bize ilişkinin iki insan arasındaki en mükemmel şey, hikayenin son noktası olduğunu ve sonsuza kadar mutlu mesut devam ettiğini söylerken gerçek hayatta gördüğümüz aşk hikayeleri, durumun pek de öyle olmayabileceğinin ispatı gibi durur önümüzde.
Bu iki model arasındaki uçurumun yalnızca “gerçek aşk”la giderilebileceğini düşünürüz. Aşk, sanki bir anda gelen ve her şeyi aniden kolay, doyurucu, eksiksiz hale getiren bir büyüdür. Aşkın, sonsuza dek iyileştiren sihirli bir ilacı olduğu hissine kapılırız.
Bazı insanlar için gerçekten de böyle olabilir. Ancak Neil Strauss, kesinlikle kendisi için durumun böyle böyle olmadığını söylüyor ve bir ilişkiyi geride bırakırken gerçek aşkı aramaya karar veriyor. İşte Strauss’a göre “Gerçek aşk nedir, ne değildir” kılavuzu.
İlişkilerdeki tüm sorunlar tarihseldir
Asıl sorun bir insanı değil, aşkı bulabilmektir. İçimizdeki sevgi kapasitesini yeterince kullanabiliyor muyuz? Bu sorunun cevabını veren Strauss, ilişkilerindeki asıl sorunun sevgi kapasitesini kullanmak yerine, geçmişin yüklerini yeni ilişkiye taşımak olduğunu söylüyor. İlişkilerdeki tüm sorunlar aslında tarihseldir. Bu sorunların nedeni partnerlerden birinin ya da her ikisinin, geçmişteki ilişkilerinin açtığı yaraları, yeni ilişkiye de taşıması nedeniyle ortaya çıkar.
Sorun bazen, çocukken annesi tarafından terk edilmiş olan ve kız arkadaşına, bir daha asla terk edilmemeyi garantilemek için sıkı sıkı tutunan, böylece de sevilebilir olmadığı korkusunu tekrar tekrar yaşayan sevgilidir.
Bazen de annesi tarafından kısıtlanan ve aşırı biçimde kontrol edilen, bu nedenle de kız arkadaşının kendisine yakın olmasını benzer bir kontrol korkusuyla reddeden, kız arkadaşının tıpkı annesi gibi hayatını çekilmez kılacağını düşünüp ona öfkelenen erkektir.
Yani aslında temel sorun, aşk başlar başlamaz orada kök salmak için karşımızdaki insana yüklediğimiz korkular, kompleksler ve korumacılıktır.
Bir genelleme yapmak gerekirse, örneğin heteroseksüel bir ilişkide çiftlerin birbirlerini nereye koyduklarını anlamak için, sevgilinin kendi cinsiyetinden olmayan ebeveyniyle olan ilişkisine; homoseksüel ilişkilerde ise sevgilinin kendi cinsiyetinden olan ebeveyniyle ilişkisine bakmak yeterlidir.
Aşk öğrenilebilen bir şey değildir
Tüm bunların sorunların temelindeki neden; aşkın, sevginin öğrenilebilen bir şey olmadığı gerçeğidir. Sevgi, zaten içimizde olan bir duygudur ve belki de ironik olsa da, aslında sevgiye ulaşmak için öğrendiğimiz sevgiyi unutmamız gerekir. Amaç? Tıpkı şair ve şarkıcı Patti Smith’in bir röportajda söylediği gibi, “çocukken olduğum gibi temiz bir insan olmak”.
Böyle bakarsak, birçok insanın hayatları boyunca inandığının aksine, aşkın aslında doğru insanı bulmakla bir ilgisi olmadığını görebiliriz. Aşk, içimizdeki doğru sevme yöntemini bulmakla ilgilidir. Öğrendiğimiz ve aslında geçmişteki olumsuz tecrübelerle kirlenip bozduğumuz sevgi ve bağlılık anlayışımızı değiştirdiğimizde; ‘doğru insan’ı değil ‘doğru aşk’ı bulduğumuzu da fark edeceğiz.
Kaynak
Mind Body Green