“Düne ait ne varsa dünde kaldı cancağızım! Şimdi yeni bir şeyler söylemek lazım.” Mevlana Celaleddin Rumi
Bir ay boyunca aşktan ve sevgiden bahsetmeye devam edeceğim diye bu ayın başında sizlerle paylaşmıştım. Bir ay boyunca eğrisiyle doğrusuyla aşkı, sevgiyi, ilişkileri, belki hayatımızda görüp de dilimizin ucuna kadar gelen ama kimseye anlatamadıklarımızı buradan kelimelere dökmeye çalışmaya devam edeceğim…
İşte bu yazı bu haftanın ana teması olsun istiyorum bizler için; yeniye açılmak… Bu konuyu düşündüğümde hepimiz gibi ben de oldukça statükocu (değişikliğe dur demek üzere tasarlanmış olan, değişmekten korkan, değişmeye gönüllü olmayan diye tanımlıyorum kendimce, şimdiyi korumaya yönelik, bugün olduğu gibi kalsın isteyen, değişmek dediğimizde korkuyla sıçrayan) bir insan olduğumu paylaşmak istiyorum öncelikle… Hayat seçimlerimize bakalım; her ne kadar keşfetmek ve kendi başıma dünyanın en uzak noktalarına gitmek gibi bir tutkum ve korkusuz bir yanım olsa da diğer yandan oldukça “aynıcı” bir insan olduğumu da itiraf etmem gerekir.
“Aynı olmak kötü müdür?” diye sorabiliriz değil mi? Öncelikle ben yıllarca aynı kuaföre giderim… Bir değişiklik yapmak benim için çok ama çok zorlu bir kavramdır bu konuda. Sonra belirli yerlerim vardır, yıllarca aynı yere, aynı masada oturmaya giderim. Aynı yerde oturup da çalışmazsam olmaz örneğin. İllaki o masa olmalıdır. Aynı kahveyi içmeyi tercih ederim ve aynı şekilde içerim; bir Türk kahvesinin hemen ertesinde bir çay içmem gerekir; çay yoksa benim için kriz demektir… O derece önemlidir bu “aynılığı” taşıyabilmek…
Sonra aynı otelde tatile gitmeliyimdir… Her yaz aynı yere en azından on beş günde bir gittiğim olmuştur; bu bazen o yıl için özellikle çok sevdiğim belirli bir koydur, bazen Bodrum’un muhteşem havası gözle gördüğümüzde yüreğimize kadar uzanan o güzelim mavisi olur… Bazen değişir ama illaki bir “aynı” yere gitmek tutkusu vardır…
Aynı şeyi yemek vardır sonra… Hani belirli yerlerde favori tatlarımız vardır, “burası iki yıldır çok iyi kek yapardı bu yıl bozuldu tadı” deriz örneğin. Ben o kişilerden biriyim, bıkmadan usanmadan o aynı şeyi aynı yerde yiyebilirim çünkü o önemlidir, o benim sevdiğim olandır, orada bulunduğum “binlerce” olasılıkla farklı bir “tat” denemek şansıma ve olasılığıma rağmen ben “aynı” şeyi tercih ederim… Bu “aynıcılıktır”…
Peki, aşk ile bu durumun ne ilişkisi var diyeceksiniz. İşte ben bu sabah yine belki bundan önce defalarca koştuğum yürüdüğüm bulunduğum “aynı” yoldan yeniden yürüdüm ve bunu düşündüm bunun aşk ile ne ilgisi var? Gördüm ki “çok” ilgisi var. Aşk tercihlerimizde de böyle yaklaşırız; “aynı” değişime karşı değişik bir ilişkiye değişik bir kişiye değişik bir güce değişik bir olasılığa değişik bir sevgiye belki o ana o güne kadar karşımıza çıkmak şansı bile olmamış olana “karşı” dururuz değil mi?
Bambaşka biri çıkar bir gün karşımıza o “olmam” dediğimiz şey oluveririz, “beni oralara kimse sürükleyemez” dediğimiz yerde buluveririz kendimizi. Çoktan sürüklenmişizdir ve hatta sürüklenmeyi de bırakın zaten oralara çoktan kendi isteğimiz ile gelivermişizdir… Sonra “ben kaybolmam” deriz “ben bilirim yolumu, ben değişmem artık başka bir insan olamam” ama işte öyle bir şey çıkar ki karşımıza öyle bir değişiriz ki… O “ben” dediğimizde geride bırakıveririz. Bir bakmışız çoktan tarih olmuş ve biz artık yepyeni bir “olmak” haline geçmişizdir bile…
Hatta “ben buralardan gidemem, ben bu şehirde onsuz o olmadan yaşayamam” da deriz (ki bu benim en çok düşündüğüm cümledir bir zamanlar) fakat zaman bize mutlak bir şekilde gösterir; var gücüyle “değiş” der. “Kabul et burada olduğun gibi, olduğun sen halinle yaşayabilirsin“, evet aşk olmak halimiz devam eder ama işte o aşk olan yine yeni bir “ben” yaratmamızın sebebi olmuştur… Tek farkı yanımızda olmayacak olmasıdır, ama işte aşk dediğimizde uzaklıklar ve yakınlıklar fark etmez illaki değişim kaçınılmazdır…
İlişkilerinize, sevgilerinize, aşklarınıza bir de bu “yeni” gözlerinizle bakmanızı dilerim… Sözleriniz ne kadar yeni, siz ne kadar yenisiniz, aynılıktan ne kadar uzaksınız, bu sabah ilişkiniz hakkında neyi farklı yapmayı isteyerek uyandınız? Aynı kalmaya bu kadar bağlı olduğunuz bu dünyada son gününüz olduğunu bilseydiniz hep “aynı” tadı denemeyi mi tercih ederdiniz, “nasıl olsa daha çok fırsatım var, bir gün elbet yaparım” diyerek ertelemekte olduklarınızı daha ne kadar ertelerdiniz?
Sizi çağıran yeni bir aşka dur demek için mevcut “aynıcılığınızın” arkasına mı saklanmaktasınız? Dur dediğiniz yine kendiniz değil misiniz? Değişim sizi çağırdığında, aşk tüm gücüyle var olduğunca kapınıza dayandığında, ördüğünüz duvarların arkasında “saklanıp” kalmak yeniye “hayır” demek yani “kolay” yolu seçmek size yakışan mıdır? Eğer yaşayabileceğiniz bin aşk daha olsaydı bu tercihi yapardım diye düşünüyorsanız, bu kadar zamanınız olmayacağınızı bildiğiniz bu ömürde bu duvarların arkasında kalmak niye? Aynıyı geride bırakıp aşka “yeni” sözler söylemek için beklediğiniz nedir?
Bugün bu yazımı okuyorsanız, aşk için, aşkla eski “ben” halinizi minnetle, şükürle ve teşekkürle bir yana bırakmanızı dilerim. Kapınıza kadar gelmiş, belki tam olarak anlamaya korktuğunuz, yaşamaya korktuğunuz, söylemeye bile korktuğunuz tüm güzel “yeni” aşklar için “yeni” bir ben olmaya gönüllü müsünüz?
Aşk bu, “yeni” sözler söylemek üzere “yeni” bir ben lazım…
İlginizi çekebilir: Gözümüze imkansız görünse de aşk, hayal kurmayı gerektirir