Aşk cesareti sever: “Sonunu düşünen kahraman olamaz” inancımız üzerine

pinar ulus-ask cesaret sever

Cesaret konusu çok hassas bir konu, özellikle cümle içerisinde “aşk” kelimesi ile birlikte kullandığımızda. Neden diyeceksiniz, çünkü akan suların durduğu yer burası oluyor. Örneğin günlük hayatımızda oldukça cesur olabiliyoruz, yani nedir cesur olmak sonumuzu düşünmeden, “kim ne der, ne bekler, benim için nasıl düşünür demeden” iş yerimizde oldukça zorlu hedeflere koşabiliyor, hafta sonu kendimizle yarışmak adına daha uzun bir mesafe koşmayı hedefleyebiliyor veya daha önce hiç görmediğimiz dilini ve yaşantısını bilmediğimiz uzak bir ülkeye tek başımıza seyahate çıkabiliyoruz.

Konu aşk olduğunda ilk cesaret sınavı açılmak aşamasında başlıyor; birinden hoşlanıyoruz, onunla zaman geçirmek istiyoruz fakat bir türlü “ne düşünür, beni yanlış anlar mı, ne ister, ne bekler” kaygılarımızdan dolayı o “sonunu düşünen kahraman olamaz” inancımızın yerini “ya kabul etmezse, ya hayır diyecek olursa, ya beni beğenmiyorsa” gibi sonu gelmeyen kaygılar alıyor.

Sonraki cesaret aşaması ise ilişkilerimiz esnasında yaşanıyor, genel olarak olduğumuz gibi olmak konusunda cesaretle davranamıyoruz, örneğin; kız arkadaşımız aslında hiç hoşlanmadığımız bir yere gitmemizi istiyor ve biz hayır diyemiyoruz veya eşimiz erkek arkadaşlarıyla gidecekleri bir yemeğe bizi de davet ediyor gidiyoruz fakat o gece için kendi kendimize kitap okumak ve biraz yazı yazmak üzere ayırdığımız zamanımızdan vermek durumunda kalıyoruz. Yani cesaretle karşılarına geçip “bu ben değilim, ben bu gece sadece bunu yapmak istiyorum” veya “seninle buraya gelemem çünkü kendi kendime bunun için söz verdim” diyemiyoruz.

pinar-ulus-ask-cesareti-sever

Aynı durum aslında ilişkilerin başlangıcında olduğu kadar sonu için de geçerli. Evet içten içe biten çekimi, tutkumuzun aynı olmadığını, gözlerine baktığımızda aynı şeyi hissedemediğimizi biliyoruz ama cesaretle çıkıp “biz neden bu ilişkiye devam ediyoruz?” “Mutlu hissedebiliyor muyuz?” veya “bu evliliğe devam etmemizin anlamı var mı?” diye soramıyoruz. Hep beklemede kalıyoruz, başka bir kişi o diğer kişi isyan edene kadar biz sıkı sıkıya “gerçeği bilsek” bile aynı şekilde sessiz kalıyoruz… Oluruna bırakıyoruz, ve o “sonunu düşünen kahraman olamaz” bilincimiz “aman düzen bozulmasın”, “aman evliliğim yıkılmasın” veya “aman ilişkimde huzursuzluk olmasın” şeklinde dönüşüyor. Peki bize ne oluyor bu aşamada? Kendimden örnek vereyim ben, “aman evliliğim bozulmasın” dedikçe daha muhteşem bir mutsuzluğa sürüklendim, olmaya “cesaret” edemediğim  ve bastırdığım her düşünce daha sonra kendi içimde adeta volkan etkisi yaratan ve kendi kendime verdiğim savaşlarda yenilmeye doymadığım düşmanlarım olarak karşıma çıktı.

İşte bu yüzden aşk “cesareti” sever; aşkın hangi aşamasında olursak olalım, son derece açık bir kalple isteklerimizi, tercihlerimizi, önceliklerimizi yani “olduğumuz kişiyi” yansıtmamız ve dile getirmemiz gerekmektedir. Bizim “sonumuzu düşündüğümüz” yani daha çok “karşımdaki beni şöyle algılar, böyle der, beni sevmez, beni beğenmez, bana değer vermez, beni istemez” diye düşünerek sakladığımız, “kendimiz olamadığımız” veya egomuza yenik düştüğümüz her an ve olay daha sonra o güzel “aşk” halimizi olumsuzluğa sürükleyen bir fırtına olarak karşımıza çıkmaktadır.

Örneğin, çok samimiyetle ifade etmem gerekirse, burada sizinle her durumu “yazarak” oldukça rahat paylaşabilen ben, konu gerçek hayata geldiğinde özellikle bir erkeğe karşı olan duygularımı açabilmek konusunda çok ciddi “kısıtlayıcı” inançlara sahibim. Çünkü küçüklüğümde öğrendiklerim kafamın içinde şu mesajları döndürüyor: “bir kadın hislerini açıklamamalıdır, bir kadının hislerini açıklaması onu hafif gösterir, bir kadın bir erkeği beğeniyorsa bunu açıkça ifade etmemelidir erkek aynı duyguda değilse rezil olabilir” ve benzeri gibi “sonunu düşünmekten” yaşadığım “duygunun” güzelliğine odaklanamayacağım birçok farklı versiyon…

İşte son ilişkimde ben tüm bunları bir yana bırakarak ve evet “sonumu düşünmeden”… O dönem tam otuz yaşıma basmaktaydım, ilk defa otuz yaşımda bir erkeğe ondan çok hoşlandığımı, onu sevdiğimi ve hislerimin gerçek olduğunu yazabilmiştim. Daha sonra sesli söylemiş olsam bile bugün geldiğim 33 yaşımdaki hedeflerimden bir tanesi şu an gerçekten hoşlandığım bir kişiye “sesli” olarak ve “sonumu düşünmeden” bu duyguyu ifade edebilmek…

Peki ne öneriyorsun diyeceksiniz, bu noktada aşk cesareti severse, nasıl yapacağız biz bunu? İşte size son derece ateşleyici bir cesaret ilacı; en kötü ne olabilir sorusu… Her an cesaretinize ihtiyaç duyduğunuzda ve “sonunuzu düşünerek” cesur olmayı ertelediğinizde açık kalbinizle kendinize sorun “en kötü ne olabilir?”

En kötü ne olabilir?

Aslında sadece dört kelimeden oluşan bu soru her anımızı değiştirmeye yetecek kadar güçlü bir sorudur. Eğer hisleriniz veya sevdiğiniz kişiye açıklayacağınız bir konu hakkında “sonunuzu düşünüyorsanız” yani yeterince cesur değilseniz, bu soruyu kendinize sorun: “en kötü ne olabilir?”. Örneğin; siz hislerinizi açıklarsınız ve karşınızdaki kişi “çok teşekkür ederim ama ben senin hissettiğin gibi hissetmiyorum” der ve hayatınıza devam edersiniz, veya eşinize “bu gece seninle o yemeğe gelmeyi hiç istemiyorum bunu erteleyebilir miyiz?” dersiniz ve o da aynı görüşte olur, birlikte hoşça zaman geçirirsiniz veya kız arkadaşınıza “senin şu arkadaşından hoşlanmıyorum” dersiniz ve bu görüşmede bulunmazsınız, kız arkadaşınız bu samimiyetinizi anlayışla karşılayacaktır.

Evet, daha ciddi durumlar da yaşanabilir. Örneğin, eşinizi aldattınız ve bunu cesaretle açık yüreklilikle ifade ettiniz, sizden ayrılmaya karar verebilir veya evliliğiniz devam edebilir; bu sizin vereceğiniz karardır. Fakat siz kendinize ve eşinize en azından “dürüst” olmak anlamında cesaretle yaklaşmışsınızdır. Ve en kötü olacak olan, evliliğinizin bitmesi ve arkadaş kalmanız olacaktır…

Sevgili Brene Brown, cesareti, değerli eseri Mükemmel Olmamanın Hediyeleri’nde şöyle yorumluyor:

“…Cesaret (courage) kelimesinin kökü cor’dur: kalp kelimesinin Latince karşılığı…Cesaret esas anlamıyla “kalbindeki her şeyi anlatarak aklından geçeni söylemek” demektir.”

 “…Cesaret dalga etkisine sahiptir. Cesareti seçtiğimiz her seferinde, çevremizdeki herkesi biraz daha iyi ve dünyayı biraz daha cesur hale getiririz. Ve dünyamız biraz daha iyi ve cesur olmaya dayanabilir.”

“…Anahtar kelime uygulamadır. Teolog Mary Daly, cesaret bir yaşam tarzı, bir alışkanlık, bir erdemdir; ona gözü pek hareketlerle ulaşırsın. Yüzmeyi yüzerek öğrenmek gibidir. Cesareti cesur davranarak öğrenirsiniz.”

Evet, aşk cesareti sever, “sonumuzu düşünmediğimizde” yani kalbimizi açarak kalbimizden geçenleri ifade ettiğimizde en kötü ne olabilir diye düşünebiliriz. Her durumda “cesaretimiz” kendimiz gibi olmamaktan, duygularımızdan korkmaktan ve hayat boyu “keşke” ile yaşamaktan çok daha kutlu bir yol çizmemizi sağlayacaktır. Eğer bugün birini seviyorsanız, hoşlanıyorsanız veya ilişkinizi bitirmeniz gerektiğine inanıyorsanız “cesaret” sizlerle olsun, çünkü aşkta, sonunu düşünen kahraman olamaz…

Pınar Özeken (Ulus)
2007 yılında Boğaziçi Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik bölümü ile Kimya bölümlerini bitirdi. Aynı üniversitede Biyomedikal Mühendisliği ve İspanya Pompeu Fabra üniversitesinde master derecelerini ... Devam