“Bir insan birisini seviyorsa olduğu gibi sever, olmasını istediği gibi değil.” Tolstoy
Oldukça sık soru aldığım bir konuyu daha sizlerle birlikte değerlendirmek istiyorum bu yazımda. Karşılaştırmak, güzel pişmiş, az pişmiş, tadı hoş olmuş veya tadı “bir önceki” içtiğimiz kahveye göre “daha” kötü olmuş… Ben daha hızlı koşarım, sen daha az, daha yavaş koşarsın, ben daha çok okurum, sen daha az okursun… Ben dünyayı gezerim, çok ama çok seyahat ederim, sen daha az gezersin… Sen “daha” zenginsin evet ve ben senden “daha az” zenginim. Sen iyi yemek yaparsın, ben kötüyüm… Ben daha iyi konuşurum sen benim kadar iyi iletişim kuramazsın… Bunlar sadece birkaç örnektir, gün boyunca hiç farkında olmadan burada verdiğimiz örneklere benzer birçok karşılaştırma yaparız.
Ben bu yazımda sizlerle birlikte aşk, sevgi ve ilişkiler hakkında yaptığımız karşılaştırmalara bakalım istiyorum. Şimdi hepimize ayrı ayrı sorulduğunda daha çok inkar etmeye yöneliriz, “ben kimseyi kimseyle karşılaştırmam” diye işin içinden çıkıveririz… Fakat evet, bizler farkında olmasak da aşklarımızı, ilişkilerimizi, sevdiklerimizi sevmek şeklimizi, sevginin gösterilme şeklini, gördüğümüz ilgiyi, yaşadığımız arkadaşlığı, evliliklerimizi, hislerimizi “seninkine göre”, “benimkine göre”, “benim karım”, “senin kocan”, “onun erkek arkadaşı”, “diğerinin kız arkadaşı”, diye başlayan cümlelerle “bir güzel” karşılaştırırız…
Neden bu kadar önemlidir bu karşılaştırmak hali? İşte bu noktada kendi içimizde samimi cevaplara varalım istiyorum, çünkü bizler karşılaştırmalarla “olmayana” odaklanırız; “ben de olmayan”, “bana gösterilmeyen”, “bana verilmeyen” diye başlar cümlelerimiz. Sonra şöyle devam eder “fakat X’nin kocası ona…”, “Y’nin erkek arkadaşı şuna…”, “C’nin sevgilisi A’ya bunu almış…” gibi karşılaştırma cümleleriyle devam eder… Bu cümlelerde ne var diye düşünebiliriz. Ben hemen cevap vermek istiyorum ki karşımızdaki kişinin yani o çok sevdiklerimizin “yapamadıkları” “olamadıkları” “o karşılaştırma kişisine göre geride kaldıkları” “o karşılaştırma kişisine göre daha az yapabildikleri” ve hatta o karşılaştırma kişinin yanına bile yaklaşamadıkları…
Biz bunları defalarca tekrar ederiz sonunda öyle bir an gelir ki “neden bu kadar kızdı, incindi, neden bu kadar alındı hiç anlamadım?” diye sorgularız… İşte ben bugün bu yazımda sizlerle inceleyelim istiyorum, bu karşılaştırmalar ne hissettirir, nereden başlar ve nerede biter, sonuçları nereye varabilir?
Öncelikle bir kişinin bizleri “nasıl” sevmesi gerektiğine dair karşılaştırma yapmak; çok fazla sayıda örneği bulunur, A’nın erkek arkadaşı ona her gün gül alıyor. Bu cümle masum bir cümledir fakat bakın ilk aklımıza gelen düşünceleri açıkça paylaşalım; “Ben erkek arkadaş yerindeki kişi, bu kadını sadece bir gül almadığım için mutlu edemiyorum, oysaki onu ne kadar sevdiğimin bir önemi olmadığını görüyorum. Bugüne kadar bu ilişkiye verdiğim emeklerimin bir yana atılması ve sırf A gibi ona bir gün gül almayı ihmal etmiş olduğum için aşağıda görülebilmem… Bunu hak ettiğimi düşünmüyorum, bu ilişkide yerinde gitmeyen bazı şeyler var.” Ve şimdi de bu cümleyi söyleyen sevgili kişi; “A’nın erkek arkadaşı A’yı onun beni sevdiğinden daha çok seviyor. Ben yeterince sevilmiyorum, eğer yeterince sevilseydim aynı A gibi her gün bir gül alabiliyor olurdum. Yeterince sevilmemeyi hak etmiyorum, bundan daha fazlasına layık olduğumu biliyorum.”
Her iki kişinin de sevginin, aşkın “gerçekliğinden” ne derece uzaklaştığına bu paragrafta şahit olduk. İşte bizler sevginin gösterilme şeklini, o diğer kişinin bizi nasıl sevdiğine dair olan davranışlarını farklı kişiler ile karşılaştırdığımızda aslında ilişkilerimizde “büyük” bir kara delik yaratmaktayızdır. Evet, bir kara delik her türlü “yanlış anlamayı” her türlü alınganlığı her türlü birbirine empati yaparak değerlendirmek gerçekliğini yutup alıveren bir delik… Orada sürükleniriz, gizli gizli birbirimize kızgınlıklar biriktiririz, aramızda “söyleyemediklerimiz” yüzüne karşı “anlatamadıklarımız” olur; alındıklarımız olur… Ve bunlar ne yazık ki zamanla bir yumak gibi büyür de büyür… Öyle bir noktaya geliriz ki sırf “diğer” kişiler gibi olmadığı için “diğerlerine” benzemediği için her iki taraf suçlu olur; o kişiyi olduğu gibi sevmek gerçeğini bir ilişkideki en büyük gücün o kişiyi “olduğu” gibi kabul edebilmek olduğunu çoktan unutur gideriz…
Sadece bu kadar ile kalmaz karşılaştırdıklarımız, sevdiğini söylemek şeklinden, birlikte zaman geçirdiğimiz yerlere, belki yapmaktan zevk aldığımız aktivitelere, bir çift olarak yaşadığımız birlikte yaratılmış olan hayat tecrübelerine, hatta yapılan işlere, hayat önceliklerine kadar uzanır. Ve bunlar işte burada paylaştığım örneğin sadece birer versiyonlarını oluşturur ama hepsi kendine has kara delikler açmaya devam eder ilişkilerimizin içerisinde…
Diyebilirsiniz ki “karşılaştırma yapmayacak mıyız, içimizde olanları nasıl ifade edeceğiz?” Evet, yine de ifade etme hakkımız vardır ki bu ilişkilerimizin doğasından gelir. Fakat “bir kişiye daha iyi” veya “daha kötü” olan karşılaştırmasını yine kendisi ile yapmak hele ki aşk kadar “kişisel” bir süreçte gerekir… Bu “beni daha fazla seviyordun” demek de olabilir “geçen gün aldığın çiçeği daha çok beğendim” veya “sana son hediye ettiğim ayakkabıyı daha mı çok sevdin” sorusuna da yanıttır. Tüm bu sorularda “iğneleme” “küçük düşürme” “karşımızdakini daha az” daha yetersiz daha düşük hissettirmek gibi bir sonuç yoktur… Ve kara deliklerimizin oluşmasına neden olan o “diğer” kavramı da yoktur…
Bugün bu yazımı okuyorsanız, ilişkileriniz, aşklarınız, sevginiz sevdiğiniz insanlar sevdiklerini göstermek şekilleri konusunda yapmakta olduğunuz (istemli, istemsiz her türlü) karşılaştırmalara bakmanızı dilerim… Oluşturduğunuz kara delikler alınganlıkları, incinmeleri, sonu gelmeyen kavgaları, huzursuzlukları mı kapsıyor veya sadece olduğu gibi bir kişiyi sevmek üzerine yol alabilmekte misiniz?
Sevmek “benzersiz” olmaktan gelir ve “benzemez kimse sana” dediklerimiz o aşk olanlardır… Eğer yanınızda size “aşk ile” bakabilen biri var ise onu kimseyle “kimse gibi” “kimseye göre” yapmaya, değerlendirmeye, sınıflandırmaya, iyi veya kötü olarak algılamaya çalışmayın, onu “benzersiz” olmasıyla, “olduğu gibi olmasıyla” çok sevin, yeter…
İlginizi çekebilir: Aşk değişimi sever: O zaman yeni bir “ben” lazım