X

Aşık olmanın formülü: Romantik ilişkiler, partner seçimi ve uzun süreli birlikteliklerde hormonların ve beynin işlevi

Aşka atfedilen değer, nasıl aşık olduğumuz, birlikte olduğumuz kişiyi nasıl seçtiğimiz, tek eşlilik ve sadakat gibi romantik ilişkilere özgü konular antropolojiden psikolojiye, sinirbilimden biyolojiye bilimin pek çok farklı alanının çalışma konusu. Partner seçiminden bağlılık ve güvene kadar yakın ilişkilerimizi şekillendiren davranışlarımız, ‘Neden o?’ sorusuna cevap bulma çabamız, aşık olduğumuzda bedenimizde beliren tanımlayamadığımız duyumsamalarımız, aşık olmakla bedenimizin her yanına yayılan karmaşık duygu seli yıllardan beridir bilim insanlarının anlamlandırmaya çalıştığı durumlar. Aşkın, bağlanmanın, aldatmanın, partner seçiminin ve daha pek çok konunun bunca yıldır araştırmaya devam ediliyor olması ve bu alanda hala cevaplanamayan yüzlerce soru olması, romantik ilişkilerin oluşmasından sürdürülmesine kadar pek çok sürecin bilimsel açıklamasının da oldukça karmaşık olduğunun bir göstergesi gibi.

Aşkın bilimsel temeli de, tıpkı bizde yarattığı duygular, davranışlar ve bedensel tepkiler kadar karmaşık ve tartışmaya açık bir alan. Aşk puzzleının tüm parçaları henüz kesin çıkarımlar yapmaya yetecek kadar tamamlanmış olmasa da; bilim, aşık olmanın bedende yarattığı nörolojik, kimyasal ve biyolojik değişimleri inceleyerek ne zaman, nerede, neden, nasıl ve kime aşık olduğumuzu açıklamak konusunda epey bir yol kat etmiş gibi görünüyor.

Aşkın formülü bulundu mu?

Oldukça çekici bulduğunuz, hoşlandığınız ya da aşık olduğunuz biriyle en son karşı karşıya geldiğiniz zamanı hatırlıyor musunuz? Belki ne söyleyeceğinizi bilemediniz, belki avuç içleriniz terledi, belki kıpkırmızı oldunuz ve ateşiniz aniden yükseldi. Belki yanından kaçmaya çalışırken iki kelimeyi bir araya getiremediniz ve oldukça saçma birkaç sözcük ağzınızdan bir anda dökülüverdi.

Aşk (ve aşkla bağdaştırılan duygular) denildiğinde akla ilk gelen şeyin göğsünüzden fırlayacakmışçasına coşkuyla atan ‘kalbiniz’ olması tesadüf değil. Ancak aşkla ilgili yapılan bilimsel araştırmalar kalbimizi bu denli yoldan çıkaran şeyin beyin olduğu konusunda hemfikir.

Romantik ilişkilerle ilgili araştırmalar yapan Dr. Helen Fisher ve bir grup araştırmacının yaptıkları kapsamlı araştırmalardan elde ettikleri sonuçlar, romantik ilişkinin her bir aşamasının beyinde ve bedende salgılanan kimyasallarda farklı yansımalarının olduğunu söylüyor. Bu nörofizyolojik sınıflandırmaya göre romantik ilişki şehvet, çekim ve bağlanma olarak üç ayrı kategoride inceleniyor.

İlginizi çekebilir: İnsan neden ilişki kurma ihtiyacı duyar: İlişkilerin ‘neden’i, ‘nasıl’ı ve Bağlanma Teorisi

Neden o: Partner seçiminde evrimin ve biyokimyasal süreçlerin işlevi

İlişkinin ya da aşık olmanın ilk aşamasında ortaya çıkan şehvet duygusu, cinsel tatmin arzumuz tarafından yönlendiriliyor. Darwin’in Evrim Teorisi’ne göre partner seçiminde cinsel tatmin ve şehvet duygusuyla hareket etmemiz, aslında evrimsel olarak tüm canlılarda görülen üreme ve soyumuzun devamlılığını sağlama ihtiyacımızdan kaynaklanıyor. Canlı olan tüm organizmalar üreme yoluyla genlerini aktarabildiği ve böylece türlerinin devamına katkıda bulunduğu için beden de şehvet duygusuyla oldukça ilkel olan bu arzusunu karşılamaya çalışıyor. Diğer taraftan heteroseksüel ilişkiler dışındaki ilişkilerde cinsel tatmin arzusunun üreme amacı dışındaki motivasyonlarla da gerçekleşebildiğini gösteren araştırmalar bulunuyor. Duke Üniversitesi’nden Andrew Barron ve Brian Hare tarafından 2020’nin Ocak ayında yayınlanan bir araştırma, insan cinselliğinin sadece üreme isteğiyle değil gelişmiş sosyal becerilerle de evrimleşmiş olabileceğini, sadece üreme becerisinin değil sosyal bir gruba bağlı olma dürtüsünün de cinsel çekim ve tatmin arzusunu etkileyebildiğini gösteriyor. Peki bu noktada şehvet duyacağımız, cinsel olarak bizi tatmin edeceğini düşündüğümüz partneri nasıl belirliyoruz?

Partner seçimindeki farklılıkları açıklayan bilimsel araştırmalar oldukça sınırlı olsa da, Evrim Teorisi partner seçimi konusundaki kararlarımızı etkileyen şeyin, genetik çeşitlilik arayışımız olduğunu söylüyor. Evrimsel olarak kendimizden sonra gelecek olan nesillerin çevreye adapte olabilmesi ve hayatta kalma şansının artabilmesi için genetik varyasyonumuzu mümkün olabildiğince artırmaya yönelik, ilkel ve bilinçsiz bir eğilim gösteriyoruz. Eşleşmek istediğimiz kişi bizden ne kadar farklıysa, yani genlerimiz ne kadar birbiriyle benzemiyorsa bu birliktelikten meydana gelecek yeni nesil bireylerin çevreyle daha uyumlu ve güçlü olma olasılıkları o kadar artmış oluyor. Bu nedenle de partner seçerken koku ya da dış görünüş gibi pek çok fiziksel durumu bilinçaltımızda değerlendirerek farkında olmadan kendi genetik yapımızdan daha farklı kişilere ilgi duyuyoruz.

Bireyde cinsel tatmin arzusunda ve şehvet duygusunun ortaya çıkmasında ise beynin hipotalamus bölgesinin uyarılması, testis ve yumurtalıklardan cinsellik hormonları olan testosteron ve östrojen üretiminin tetiklenmesi önemli bir rol oynuyor. Bu kimyasallar genellikle “erkek” ve “kadın” olarak sınıflandırılmış olsalar da, her iki hormon da hem dişi hem de erkek bedeninde belirli miktarlarda salgılanıyor. Testosteron hemen hemen herkeste libidoyu artırdığı bilinen bir hormon olmakla birlikte östrojen hormonunun etkileri görece daha az belirgin olabiliyor. Ancak araştırmalar, bazı kadınların östrojen seviyelerinin en yüksek olduğu yumurtlama dönemlerinde cinsel olarak kendilerini daha motive ve cinsel olarak aktif hissedebildiklerini gösteriyor.

Aşkın ikinci evresi : Çekim yasası, ödül mekanizması ve aşık olmanın biyokimyası

2005 yılında Helen Fisher ve bir grup araştırmacının yayınladığı kapsamlı bir çalışma, aşık olmanın verdiği karmaşık ve sancılı duyguları deneyimleyen bireylerin beyinlerinde gerçekleşen elektrokimyasal aktiviteleri MRI (fMRI) cihazları yoluyla analiz etti. Araştırmacılar, 2500 üniversite öğrencisine onlar için özel bir anlamı olan, romantik duygular besledikleri insanların ve sadece uzaktan tanıdıkları kişilerin fotoğraflarını göstererek bu iki fotoğrafa baktıktan sonra beyinlerinde oluşan değişimleri karşılaştırdı. Yapılan bu karşılaştırmalar, katılımcıların aşık oldukları ve romantik duygular besledikleri kişilerin fotoğraflarını gördüklerinde beyinlerinde ödül hormonu olarak da bilinen dopamin salgısını tetikleyen bölgelerinin daha aktif olduğunu gösterdi. MRI taramalarında aktivite görülen beyin bölgelerinden ikisinin, ödül beklentisi ve duyusal deneyimlerin sosyal davranışa entegrasyonu ile ilişkili bir bölge olan kaudat çekirdeği ile zevk alma, odaklanma ve ödül kazanma motivasyonu ile ilişkilendirilen ventral tegmental alanın olduğu görüldü.

Ventral tegmantal alan, beyindeki ödül mekanizmasının büyük bölümünün gerçekleştirildiği bir beyin bölgesi. Bu mekanizmayı oluşturan sinir ağı insanın evrimsel sürecinde şekillenerek oluştuğu için, ödül sistemimiz aslında oldukça ilkel ve çoğu zaman istemsiz şekilde çalışıyor. Amigdala, hipokampüs, prefrontal korteks gibi hem ilkel hem de istemli davranışları yöneten beyin bölgeleriyle bağlantılı olan ödül sistemimiz, cinsel ilişki, yemek yeme, alkol ve madde kullanımı gibi haz veren davranışlara karşı son derece duyarlı ve hassas. Aşık olduğumuzda, beynimizdeki ödül mekanizmasıyla bağlantılı olan kimyasalların salgılanması da artıyor ve bu kimyasalların salınımı kalp atışlarının hızlanması, avuç içlerinin terlemesi, yanakların kızarması, tutku ve gerginlik hissi gibi pek çok fiziksel ve duygusal tepkinin oluşmasına neden oluyor.

Aşık olduğumuz ilk zamanlarda yaşadığımız karmaşık duygular, kontrol edemediğimiz bedensel tepkiler ve belirsizlik hissi nedeniyle beden içinde bulunduğu durumu ‘tehlike’ olarak algılayarak bu tehlikeyle başa çıkmak için gerekli olan stresi artıracak kortizol hormonunu salgılıyor. Kortizol hormonu arttığında, mutluluk hormonu olan serotonin seviyesinde ciddi bir azalma yaşanıyor ve serotonin seviyesindeki bu azalma fazlasıyla paranoya içeren, kontrolcü, zihni devamlı olarak meşgul eden düşüncelerle ve takıntılı davranış örüntüleriyle kendini gösteriyor.

Aşık olduğumuz anda bedenimizde salgılanan bir başka önemli kimyasal da, yukarıdaki araştırmada da karşımıza çıkan dopamin hormonu. Dopamin hormonunun ödül mekanizmamızı harekete geçirdiği andan itibaren aşık olma durumunu tıpkı alkol ya da madde kullanımında olduğu gibi haz verici bir deneyim olarak algılamamız kolaylaşıyor. Kalifoniya Üniversitesi’nde 2012 yılında yayınlanmış olan bir araştırmanın sonuçları, dişileri tarafından reddedilen erkek meyve sineklerinin kabul görerek çiftleşebilen erkek meyve sineklerine oranla 4 kat daha fazla alkollü sıvı tükettiklerini gösterdi. Bunun sebebi tahmin edebileceğiniz üzere aşık olmakla alkol tüketmenin verdiği hazzın aynı ödül sistemini aktive etmesi.

Aşık olmak ayrıca mutluluk, tutku, haz, huzur gibi pek çok duyguyu beraberinde getirirken, korku ya da yargılanma gibi negatif duyguları ve düşünceleri tetikleyen sinirsel aktiviteleri de yavaşlatıyor. Romantik bir ilişkimiz olduğunda beynimizde diğer insanlarla ilgili eleştirel yargılar üreten bölüm kapanıyor. Dolayısıyla aşık olduğumuz kişi de dahil olmak üzere çevremizdeki insanlara daha olumlu, eleştiriden ve yargıdan uzak bir bakış açısıyla yaklaşıyor, onların bizimle ilgili algısını da aynı oranda daha pozitif görme eğiliminde oluyoruz. ‘Aşkın gözü kördür’ sözü de tam olarak aşık olduktan sonra gözlerimize inen bu toz pembe filtrenin etkisi.

Bağlanma ve sadakat: Aşık olmayı sürdürdüğümüzde beynimizde ve bedenimizde neler oluyor?

Birine karşı romantik duygular beslemek ve bunu romantik bir ilişkiye dönüştürerek ilişkiyi sürdürmek bir ya da iki yıl gibi bir süre içinde tüm bu çalkantılı duyguların durulmasına yol açıyor. Hepimizin ‘aramızdaki tutku azaldı’ diye bahsettiği şey aslında tutkunun azalması değil, beynimizin ilk zamanlarda tehlike olarak algıladığı bilinmezlik ve duygu karmaşası durumunu tehlike kategorisinden çıkararak stres seviyesini azaltması.

Romantik bir ilişkinin görece daha ileri safhalarında salgılan diğer iki hormon da oksitosin ve vazopressin hormonları. Bu hormonlar organizmadaki hamilelik, bakım verme, bağlanma gibi durumları yönetiyor. Cinsel ilişki sırasında salgılanan ve tensel temasın artmasıyla vücuttaki seviyesi yükselen oksitosin hormonu, bağlanma hissini yoğunlaştırarak cinsel birliktelik sonrasında da tarafların birbirine daha yakın hissetmesini, yani aradaki duygusal bağlantının güçlenmesini sağlıyor. ‘Aşk hormonu’ olarak da bilinen oksitosin, partnerimizle aramızdaki bağlılığı artıran tatmin olma, huzur ve güvende olma gibi hisleri tetikliyor. Sadakat hormonu olarak bilinen vazopressin hormonuysa insanın uzun süreli ilişki ve tek eşlilik davranışlarını belirleyen vücut kimyasallarından biri. Bu iki hormonun salgılanması sonucu değişen ilişki davranışlarımız, partnerimizle aramızdaki bağ güçlendikçe tutku ve şehvetin neden azaldığını oldukça iyi özetliyor.

İlginizi çekebilir: Vazopressin: Sadakat hormonu

Aşık olma durumu romantik bir ilişkiye döndüğünde ve ilişkide biraz süreç kaydedildiğinde bedenimizde stres yaratan kortizol hormonu ve mutluluk hormonu olarak adlandırdığımız oksitosin seviyeleri de normale dönüyor. Başlangıçta beyin ve beden tarafından stres yaratan bir durummuş gibi algılanan aşk, bu noktada strese karşı bir tampon olarak işlev göstermeye başlıyor. Beynin ödül ve hazla ilişkili bölgeleri ilişki devam ettiği sürece aktive olmaya devam ediyor. Bunun aksine, arzuların ve duygusal açlığın doyurulması isteği ilişkinin ilk zamanlarına göre azalmış oluyor.

Aşık olmayla ilgili üretilmiş olan teorilerin büyük bir çoğunluğu, uzun süre devam eden ilişkilerin genelinde zamanla tutkulu aşktan şefkatli aşka doğru bir geçiş yaşandığına işaret ediyor. Şefkatli aşkta deneyimlenen duygular tutkulu aşkta deneyimlenenlerle benzer derinlikte olsa da, ilişkinin ilk aşamalarında gözlemlenen öfori (mutluluktan havalara uçma, yerinde duramama, kontrolü kaybetme) tepkileri şefkatli aşkta neredeyse hiç gözlemlenmiyor. Ancak bu durum tabii ki uzun yıllardır birlikte olan kişilerin ilişkilerinin kötüleştiği ya da ilişkide romantizmin bittiğini göstermiyor.

Stony Brook Üniversitesi’nde 2011 yılında yapılan bir araştırma, onlarca yıllık evlilikten sonra bile birine delice aşık olmanın mümkün olabileceğini söylüyor. Araştırmanın sonuçları, ortalama 21 yıldır evli olan çiftlerin beyinlerindeki dopamin hormonunun tetiklendiği bölgelerin, yeni aşık olmuş çiftlerinkiyle aynı yoğunlukta sinirsel aktivite gösterdiğini belirtiyor. Araştırma sonuçları, ilişkinin ilerleyen yıllarında endişe, korku, stres gibi duygular kaybolsa da romantizmin ve heyecanının ilk günkü gibi devam edebileceğini gösteriyor. Vücutta oksitosin seviyesini artıran, beynin ödül mekanizmasını harekete geçiren cinsel ilişki gibi aktiviteler uzun süreli ilişkilerde de çiftlerin birbirini arzulamasına aracı olabiliyor.

Aşık olduğumuzda ve romantik bir ilişkiye başlayarak bu ilişkiyi sürdürdüğümüzde bedenimizde yaşanan değişimler, fiziksel ve duygusal tepkiler, dolayısıyla ilişkideki davranışlarımızda yaşanan farklılıklar beyni ve hormonlarımızı işaret ediyor. Aşk her ne kadar tesadüfleri sever gibi görünse de, fizyolojimiz partner seçiminden ilişkimizi yıllarca sürdürebilmemize kadar neredeyse tüm süreçleri kontrol ediyor. Hormonlarımız ve ilişki davranışlarımız arasındaki çift yönlü etkileşim ilişkimizin hangi aşamasında olduğumuzu, kontrol edemediğimiz o muhteşem ama bir o kadar da karmaşık ve acı verici duyguların oluşum mekanizmalarını belirliyor.

 

Kaynaklar: Harvard Medical School, Lehmiller, Science in the News, Tufts University Emotion, Brain, & Behavior Laboratory

Uplifers: Kaliteli ve mutlu yaşam koçunuz!

Aldığımız iki nefesten biri denizden: #MaviNefesProjesi

Denizler, gezegenimizin kalbinde atan en önemli yaşam kaynakları. Sadece tatil rotalarını ya da en şahane manzaraları süslemekle kalmayan bu su ve hayat kaynaklarımız, gezegenimizin dengesi ve canlı yaşamlarının devamı için de kritik bir rol sahibi. Çünkü, ihtiyaç duyduğumuz oksijenin yarısından fazlası denizlerden geliyor. Ancak, denizlerimizin karşı karşıya olduğu tehditler, ekosistemin geleceğini tehlikeye atıyor.



İklim değişikliği, çevre kirliliği, insan müdahaleleri, plastik atıklar, petrol sızıntıları veya müsilaj gibi pek çok faktör, denizleri kirletmekle kalmıyor geleceğimizi de adım adım yok etmeye başlıyor. Çünkü denizlerdeki kirlilik, hem denizdeki hem de karadaki canlı yaşamını tehdit ediyor ve ekosistemin dengesini bozarak gezegenimizin geleceğinden çalıyor.

Denizlerimizin ve gezegenimizin karşı karşıya olduğu tehditler karşısında sessiz kalmayan Garanti BBVA, DenizTemiz Derneği/TURMEPA iş birliğiyle sürdürdüğü Mavi Nefes Projesi ile bu yıl da denizlerimize, yani yaşam kaynağımıza, sahip çıkıyor. Mavi Nefes Projesi, başta plastikler olmak üzere deniz çöplerinin toplanmasına ve deniz ekosisteminin korunmasına katkı sağlıyor ve denizlerimizdeki oksijen kaynakları olan deniz çayırlarını ve mercanları çoğaltıyor.

“Dünyaya iyi bakıyoruz, geleceğe iyi bakıyoruz.”

“Dünyaya iyi bakıyoruz, geleceğe iyi bakıyoruz.” misyonuyla yola çıkan Garanti BBVA, DenizTemiz Derneği/ TURMEPA ile birlikte hem deniz kirliliğini azaltmak hem de denizlerdeki biyoçeşitliliği korumak ve deniz ekosistemini rehabilite etmek için uzun soluklu bilimsel koruma ve izleme çalışmaları yürütüyor.

Mavi Nefes Projesi kapsamında Eylül 2021-Haziran 2024 döneminde Marmara Denizi, Adrasan ve Van Gölü’nde yaklaşık 200 bin kişinin günlük üretimine eşit 230 ton katı ve sıvı atık toplandı, uygun olan atıkların geri dönüşüme kazandırılması içinse çalışmalar sürüyor.



Projenin eğitim ayağında ise deniz temizliği konusundaki farkındalığı artırmak amacıyla ortaokul öğrencilerine ve öğretmenlerine denizlerin önemi, deniz ekosisteminin korunması ve sürdürülebilir su kaynakları için bireysel sorumluluklar konularında eğitimler veriliyor. Mavi Nefes Eğitim Otobüsü ve çevrim içi eğitimlerle 3 yıl boyunca 8 ilde yaklaşık 80 bin öğrenciye ulaşıldığı biliniyor.

Bu başarılı iş birliği, hem denizlerimize hem de gezegenimize hayat verirken; temiz denizlerin, sağlıklı ve uzun ömürlü bir yaşamın temelini olduğunu da bir kez daha bizlere hatırlatıyor. Denizlerdeki deniz çayırlarını ve mercanları koruyup çoğaltmak için çalışmaların sürdürüldüğü Mavi Nefes Projesi sayesinde “aldığımız iki nefesten biri denizden” diyen Garanti BBVA, DenizTemiz Derneği/ TURMEPA ile tertemiz ve sağlıklı yarınların kapısını aralıyor. Bu başarılı iş birliğinden ilham alarak geleceğimizden çalmak yerine geleceğimizi korumak için çalışmak ve denizlerin yaşam kaynağımız olduğunu her an hatırlamak ve hatırlatmak, hepimizin yarınlarımıza yapacağımız en büyük yatırım.

*Bu yazı Garanti BBVA katkılarıyla hazırlanmıştır.



Orkid, “Sporla Güçlen” projesine verdiği destekle kız çocuklarının geleceğine ışık tutuyor

Bir kız çocuğu düşünün: Günün ilk ışıklarıyla birlikte koşuya çıkan, her sabah elinde topuyla antrenman yapan, büyük bir hevesle hem bedenini hem de zihnini beslemek için yıllarca gönül verdiği spor dalı uğruna çalışmaya devam eden ve uzun yıllar sonra gözlerinden ışıklar saçarak ilk kupasını milyonların önünde havaya kaldıran… Ne harika bir tablo, öyle değil mi?



Toplumun her köşesinde, binlerce kız çocuğu bu anı yaşamayı hak ediyor. Ancak, ne yazık ki birçoğu için spor; erişilmesi çok güç bir lüks, uzak bir hayal gibi kalıyor hayatları boyunca. Oysa spor, sağlığın, özgüvenin, azmin, başarının, kararlılığın, istikrarın temellerini atan, kız çocuklarının güçlü bireyler olarak yetişmesine katkı sağlayan en önemli araçlardan biri. Bu önemin farkında olan ve kız çocuklarını spor yoluyla güçlendirmek isteyen Orkid, Watsons iş birliği ile Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi’nin (TMOK) Diyarbakır, Gaziantep ve Şanlıurfa’da yürüttüğü “Sporla Güçlen” projesine destek veriyor.

Geleceğe atılan adımlar: Kız çocukları, ‘sporla güçleniyor’

Türkiye’de kadınları ilk kez hijyenik pedle buluşturan P&G’nin kadın bakım markası Orkid, 45 yılı aşkın süredir dünyadaki tüm kadınların hayatını kolaylaştırmak, onları her alanda desteklemek için imza attığı çalışmalarına bir yenisini daha ekleyerek “Sporla Güçlen” projesiyle kız çocuklarının yanında oluyor.

Kız çocuklarına sporla yeni yollar açmayı ve kız çocuklarının geleceğini aydınlatmayı hedefleyen Orkid, yürüttüğü bu iş birliğiyle kız çocuklarının eğitim ve spor yaşamlarını desteklemeyi, onların fiziksel, zihinsel ve sosyal gelişimlerine katkı sağlamayı amaçlıyor. Kız çocuklarının hayatta karşılaşacakları tüm zorluklar karşısında çok daha güçlü durmalarını sağlayan, onların bütüncül gelişimini desteklerken duygusal dayanıklılık kazanmalarına da zemin hazırlayan sporun gücü, yadsınamayacak kadar fazla. Öyle ki; Orkid’in, İpsos ile Türkiye genelinde gerçekleştirdiği araştırmaya göre; ergenlik döneminde spor yapan kadınların %77’si, sporun bugün oldukları kişi olmalarına yardımcı olduğunu belirtiyor. Dahası, yapılan bu araştırmaya göre; ergenlik döneminde spor yapan kızlar, istedikleri kişi olmalarına yardımcı olabilecek özgüven ve becerileri sporla kazanıyor.

Buna rağmen genç kızların neredeyse yarısının düzenli spor yapmadığı sonucuna ulaşan Orkid, TMOK ve Watsons iş birliği ile kız çocuklarının sporla güçlenmesi için onların yanında yer alıyor. Kız çocuklarının hem eğitimlerine hem de spora devam etmelerine yönelik gerekli spor malzemelerinin temin edilmesini destekleyen Sporla Güçlen projesi ile Diyarbakır, Gaziantep ve Şanlıurfa’da bulunan okullardaki kız öğrenciler dönem boyunca badminton, basketbol ve voleybol dallarında eğitim alıyor.



Kadınların daha özgüvenli olmasını destekleyen ve spor ile olan bağlarını güçlendirmeye odaklanan bir marka olarak Orkid, hiçbir kız çocuğunun bu haklarından mahrum kalmaması için çalışıyor. Bu sayede geleceğin sağlıklı, özgüvenli, başarılı ve belki de milli sporcuları bugünden yetişmeye başlıyor. Gelecek nesillerin hayallerine ulaşmalarına yardımcı olmak için onların yanında olmaya ve onları cesaretlendirmeye devam eden Orkid, kız çocuklarına yeterli imkan sağlandıkça daha eşit ve aydınlık yarınların mümkün olduğuna inanıyor.

Kız çocuklarını genç yaşta sporla tanıştırarak onların kendi potansiyellerini keşfetmelerine olanak tanıyan bu projenin ve başta Orkid ile Watsons olmak üzere projenin tüm destekçilerinin ülkemize ve dünyaya ilham olması, kız çocuklarının ışıl ışıl bir geleceğe doğru çok daha emin adımlarla yürümesi hepimizin en büyük temennisi.

Güçlü kadınlar, güçlü yarınlar için, #SporlaGüçlen projesine destek veren Orkid ürünlerini Watsons’ta keşfetmek için tıklayın.

*Bu yazı Orkid katkılarıyla hazırlanmıştır.



Sofralarda sürdürülebilir şıklığın yeni adı: Porland Re-Gen

Doğaya olan etkimiz, her gün attığımız adımlarla yeniden şekilleniyor. Günlük yaşamımızda aldığımız kararlar, tüketim alışkanlıklarımız ve yaşam tarzımız, doğa üzerinde hiç silinmeyecek izler bırakıyor, üstelik bu izler günden güne daha da derinleşiyor. Ulaşım tercihlerimizden yeme-içme alışkanlıklarımıza, satın aldığımız ürünlerden şehir hatta ülke dışından verdiğimiz siparişlere kadar hayatımızın her alanında karşımıza çıkan bu etki, yani karbon ayak izimiz, aynı zamanda günlük yaşamda kullandığımız eşyalarla da yakından ilişkili. Ne yediğimiz, ne içtiğimiz kadar yediklerimizi-içtiklerimizi nasıl tükettiğimiz de karbon ayak izimiz üzerinde etki sahibi.



Bu durumun farkında olan ve çevre bilinciyle hareket eden Porland, kırık porselenleri yeniden hayata döndüren Re-Gen Koleksiyonu ile sürdürülebilirlik anlayışını bir adım daha ileriye taşıyor ve dünyada bir ilke imza atıyor. Dünyaya karşı sorumluluk ilkesini odağına alarak üretim süreçlerini yürüten Porland, bu yenilikçi adımıyla bize de gezegenimize olan sorumluluklarımızı bir kez daha hatırlatıyor. İklim krizine karşı geliştirdiği iş modeli sayesinde çevre dostu üretim ve sıfır atık felsefesini benimseyen vizyoner marka, Re-Gen Koleksiyonu ile hem sofraları iyi tasarımla buluşturuyor hem de daha sürdürülebilir bir dünya için yeni şanslar yaratıyor.

Kırık porselenlerden geleceğe: Daha sürdürülebilir bir dünya

Re-Gen ile artık kırık porselenler, sıradan bir atık olmaktan çıkıyor ve yeniden işlenerek hem doğaya hem insana hem de gezegenimize dost bir anlayışı temsil ediyor. Doğayla her şekilde uyumlu, sosyal açıdan faydalı, toplumsal olarak kapsayıcı ve kültürel bağlamda sürdürülebilir bir yaklaşımın öncüsü olan Re-Gen Koleksiyonu, ayrıca tamamen doğal bileşenlerle üretildiği için bakteri ve mikrop barındırmıyor. Dayanıklı ve uzun ömürlü olmasının yanı sıra sağlıklı bir kullanım deneyimi de sunuyor.

Böylece, koleksiyonda yer alan her bir parça sadece bir tabak ya da kupa olmaktan öte, doğaya saygılı ve sürdürülebilir bir yaşam döngüsünün parçası haline geliyor ve gezegenimize olan borcumuzu ödeme yolunda atılmış küçük ama etkili bir adımı simgeliyor.

Doğanın estetik yansıması, sofralara taşınıyor

Porselenin yeniden hayat bulduğu bu koleksiyon, Salda, Ontario, Birdsong ve One and Only isimli dört farklı tasarımdan oluşuyor ve ömürlük desen garantisiyle de zarafetini uzun yıllar koruyor. Re-Gen, sadece estetik açıdan harikalar sunmakla kalmıyor, aynı zamanda çevresel sorumluluğun mükemmel bir örneği olma misyonunu da üstlenerek döngüsel ekonomiye katkı sağlıyor.



Koleksiyonda yer alan her bir parça, doğanın izlerini üzerinde taşıyor. Doğanın sakinliğini, huzurunu, zarafetini yansıtan bu parçalar, sağlıklı, şık ve sürdürülebilir sofralar sunarken sadece bugünü değil, yarını da düşünerek hareket etmemiz gerektiğini hatırlatıyor. Ve günlük hayatın içerisinde çoğu zaman fark etmediğimiz küçük tercihlerin bile ne kadar büyük öneme sahip olduğunu gösteriyor.

İlhamını doğadan alan Re-Gen Koleksiyonu’nun bir parçası olan Salda, Türkiye’nin güneydoğusunda bir volkanik krater gölü olan Salda’nın eşsiz kumsalını yansıtırken; Kanada’nın en güzel eyaletlerinden Ontario’nun masmavi göllerinden esinlenilerek yaratılan Ontario ise mavinin her tonunda derinleştirici bir etki sunuyor. Öte yandan, kuş seslerinin doğadaki varlığını temsil eden yaprak, çiçek ve kuş motifleriyle bezeli Birdsong ise huzur ve mutluluk duygularını sofralarda ön plana çıkarıyor. Gökyüzünün en ihtişamlı halini yansıtan One and Only tasarımları ise göz alıcı renkleriyle doğanın büyülü dokunuşlarını sofralara taşıyor. Karbon emilimini azaltma amacıyla tasarlanan ve güncel teknolojiler kullanılarak üretilen bu koleksiyon, porselen atıklarını sanatla buluştururken geleceğe de şekil veriyor.

Geçen bir yıldaki sürdürülebilirlik çalışmalarıyla 61 ton plastik, 169 ton kağıt, 80 ton ahşap, 80.800 ton su, 301 ton porseleni geri kazandıran Porland, bu sayede 735 ton CO2 emisyonunun engellenmesine öncülük etti. Sürdürülebilirliğe sağladığı katkılarla sektörün öncüsü olan ve ilklere imza atan Porland’ın ilham verici Re-Gen Koleksiyonu’nu daha yakından keşfetmek için hemen tıklayın.

*Bu yazı Porland katkılarıyla hazırlanmıştır.



“Türkiye’nin Kadın Girişimcisi Yarışması” için başvurular başladı

İnsanlığın varoluşundan bu yana kadınlar, toplumda pek çok ilham veren, güçlü roller üstlendi. Her ne kadar toplumsal cinsiyet eşitsizliği kadınların mücadelesini her dönemde zorlaştırmış olsa da; günümüzde kadınlar iş hayatından siyasete, eğitimden medyaya toplumun pek çok alanında yer almaya, seslerini duyurmaya ve görünürlüklerini güçlendirmeye devam ediyorlar. Artık başarılı kadın hikayelerinin pek çok örneği var; özellikle de girişimcilik sektöründe.



Kadınlar girişimcilik dünyasına isimlerini altın harflerle yazdırmaya ve pek çok farklı sektörde muhteşem izlere imza atmaya devam ettikçe, kadın girişimcilerin hikayelerini paylaşmalarına aracı olacak pek çok etkinlik ve yarışma düzenleniyor. Böylelikle hem kadınların girişimcilik konusunda daha aktif olmalarına hem de ilham verici hikayelerini diğer kadınlarla paylaşmalarına olanak sağlanıyor. Bu yarışmaların ilki ve en köklülerinden biri de Türkiye’nin Kadın Girişimcisi Yarışması.

 “Türkiye’nin Kadın Girişimcisi Yarışması, kadın girişimcilerin çevrelerinde yarattığı farka ve faydaya da odaklanırken, girişimcilikteki başarısını Türkiye’ye duyuran kadınların başka kadınlara katkı sağlama konusundaki motivasyonlarını da artıyor. Kadın girişimcileri ve kooperatifleri, büyük bir heyecanla gerçekleşen jüri değerlendirmesi sonucu belirlediğimiz birincilerden biri olması için Türkiye’nin Kadın Girişimcisi Yarışması’na başvurmaya davet ediyoruz.” – Garanti BBVA Genel Müdür Yardımcısı Sibel Kaya

Garanti BBVA, Ekonomist Dergisi ve KAGİDER iş birliğiyle: Türkiye’nin Kadın Girişimcisi Yarışması

Türkiye’de, kadın girişimcilere yönelik çeşitli çalışmalar yürüten ilk özel banka olan Garanti BBVA, girişimcilik konusuna büyük önem veren, konuyu sayfalarına taşıyan Ekonomist Dergisi ve Türkiye’de kadın girişimciliği ve liderliğini geliştirmeyi hedefleyen sivil toplum örgütü KAGİDER’in iş birliğiyle 2006 yılından bu yana kesintisiz olarak gerçekleşen Türkiye’nin Kadın Girişimcisi Yarışması” bu yıl 18. kez düzenleniyor.

Yarışmada başvurular, Türkiye’nin Kadın Girişimcisi, Türkiye’nin Teknolojide Gelecek Vadeden Kadın Girişimcisi, Türkiye’nin Yöresinde Sürdürülebilir Fark Yaratan Kadın Girişimcisi, Türkiye’nin Kadın Sosyal Etki Girişimcisi ve Türkiye’nin Kadın Kooperatifi olmak üzere 5 kategoride değerlendiriliyor.



Yarışmanın kazananları ise Şubat ayında yapılacak olan ödül töreni ile açıklanacak. “Türkiye’nin Kadın Girişimcisi” ödülünü alacak girişimci 250.000 TL, “Türkiye’nin Yöresinde Sürdürülebilir Fark Yaratan Kadın Girişimcisi”, “Türkiye’nin Teknolojide Gelecek Vadeden Kadın Girişimcisi”, “Türkiye’nin Kadın Sosyal Etki Girişimcisi” ve “Türkiye’nin Kadın Kooperatifi” kategorilerinin birincileri ise 200 biner TL’lik ödülün sahibi olacak.

“Kadın girişimciliğinin sürdürülebilir kalkınmaya olan etkisini görmek ve bu başarıları ödüllendirmek bizim için büyük bir mutluluk. Kadın girişimcilerin ekonomiye kazandırdığı değer, ülkemizin geleceği için büyük önem taşıyor. Yarışmaya katılacak tüm kadınlara başarılar diliyorum. Hep birlikte, kadınların gücünü daha da ileriye taşıyacağız.” – KAGİDER Yönetim Kurulu Başkanı Esra Bezircioğlu

2025 yılının kadın girişimcisi siz olabilirsiniz

Hikayenizle tüm kadınlara ilham olmak ve başarılarınızı tüm Türkiye’ye duyurmak istiyorsanız; 15 Kadım 2024 tarihine kadar www.garantibbvakadingirisimci.com adresindeki formu doldurarak yarışmaya başvurabilirsiniz.

“Türkiye’de kadının ekosisteme katkısını daha da artırmayı, girişimci kadınları cesaretlendirmeyi amaçladığımız bu yarışma önemli bir aşama kaydetti. 17 yılda 45 bin başvuru olmamız, yıllar içinde kategori sayısının bir iken geçen yıl itibarıyla beşe çıkması çok kıymetli. Ekonomist dergisi, Garanti BBVA ve KAGİDER olarak kadın girişimcilerimizi yarışmamıza davet ediyoruz.” –Ekonomist Dergisi Yayın Yönetmeni Talip Yılmaz



İlgili Makale