Arabistan notları: Sona kalmasan da dona kaldığın memleket Suudi Arabistan
Kasıtsız bir Arabistan gezisinin bütün kasti faullerine göğüs germenin, olası bütün arazlara maraz çıkarmadan geri dönmenin el kitabıdır bu notlar… Arabistan’da bile “Up” kalmanın hap gibi tarifidir. Orada sabah-akşam aç karnına içilmelidir ki iyice sindirilsin, böylece kişi gariban gibi bir köşeye sinmesin, bilmediğinden ürkmesin.
Bavulumla beraber notlarımı da topladım. Her şeyi madde madde özetledim ve her birine de ayrı bir özen gösterdim. Arabistan’a dair son notlardır ve her son gibi bu da başka bir gezinin başlangıcıdır. Bana di’li geçmiş oldu. Sana miş’li geçmiş olsun diyeyim ve başlayayım:
1. Burada kadınların ehliyet alması yasak olduğu için 13 yaşında bebeleri ciplerde görürsünüz. Düşündüm de, göremezsiniz aslında. Sanki Google insansız aracını burada deniyormuşçasına sürücü koltuğu boş, kararsız atom gibi ilerleyen, ara sokaklardan sperm gibi fırlayan araçlar görür “Ulan Arapların geldiği noktaya bak be! Yürü ya habibi!” diyebilirsiniz… Demeyin, o noktaya gelmelerine daha çok var.
Bu durumun yarattığı olumsuz sonuçlara maruz kalmanız da gayet olası… Bir şekilde ‘gerçekten her arabanın’ bir yeri vuruk ve göçük. Sağlamlar istisna, araman gerekiyor. Bizim şoförünki de son haftamızda iki kere göçtü. Biz başımıza bir kaza denk gelmeden gezimizi tamamladık ama ekip olarak heyecanımızı hep tavanda tuttuk. Zira olasılık bilimine göre kazasız geçirdiğimiz her gün kaza yapma olasılığımız biraz daha artıyordu. Şoföre, “Bilader, calm drive ya biraz: Bilader, sakin sür Tanrı aşkına!” diyorsun. Adam, “Mafi sadim inşallah: Kaza olmaz inşallah” diyor. İyi de hepiniz ediyorsunuz bu duayı diyesiniz geliyor. Ve enteresan bir şekilde ölmüyor arkadaş adamlar. Her gün kazalar, taklalar; herif gülerek çıkıyor arabadan. İnanılmaz… Ehliyeti, tevekkülü kuvvetli olana veririm ben bu memlekette…
2. Peki her aşk-ı’n memnu olduğu bu memlekette nasıl flört ediyor ve evleniyor bu insanlar? Bunu da başıma gelen ilginç bir olay vesilesiyle araştırma gereği duydum.
Çok sevgili fabrika müdürümüz bir gün sabahın saat 9’unda benim ve bir arkadaşımın neden bekar olduğunu sorguladı ve o gün, bu konu ile ilgili yergilerle devam etti. “Why are you still single at this age?: Neden bu yaşta hala bekarsın?” diye sordu. Ben daha kafamda “this age: bu yaşta” kısmını çözümlemeye çalışırken “You should have got married 3 years ago: 3 yıl önce evlenmiş olmalıydın” demesiyle mavi ekranı verdim.
Kendimizi savunma yaparken bulduk. “We usually work abroad, lol: Genelde yurt dışında çalışıyoruz, ehuehu” gibisinden saçmaladık beraber. Adam müşteri. Yani seni eleştiriyorsa eleştirildiğin konuda mutlaka haklı bir gerekçen olmalı. Bahanemiz ona mantıklı geldi ve patronumuzu aradı! Bizi yurt dışına daha az göndermesini tembihledi. Aksi halde kendisi bize Bangladeş’ten bir eş bulacağını söyledi. Bu esnada bize gülümsüyordu. Bitter çikolata teninin üzerinde yılların tecrübesini yansıtan kırlaşmış saç ve sakallarıyla siyah-beyaz Milka çikolataları anımsatıyordu bana. Mutlu bir inek gibi gülümsedim ben de. Gerçek olduğundan tam emin olamadığım garip bir gündü ama seraplar, bu coğrafyada sıkça deneyimlenebiliyordu.
Neyse, özelden genele bağlarsak; bunun üzerine bir kamuoyu yoklamasına giriştim ve fabrikada tanıdığım her evli ve Arap kökenli adama kaç yaşında evlendiğini sordum -en az 15 kişi, bence yeterli bir havuz-. Adam doğru söylüyormuş, ortalama 23 bilemedin 24. Sadece bulunduğum lokasyondan mütevellit şu çekimlenişi yapasım geldi: Kadayıfım, kadayıfsın, kadayıf. Sonra aynaya baktım, geçti… Ama mahalle baskısı neymiş anladım. İş çıkışı tek taş alasım geldi ama bununda turşusu olmuyordu; ondan da vazgeçtim.
Peki devlet, cins-i latif ile tanışmanın ve kaynaşmanın bu kadar çetrefilli olduğu bir memlekette vatandaşlarına nasıl imkanlar sunuyor? Üşenmedim, utanmadım onu da sordum. Misal, fakirsin ama evlenmek ve bir çekirdek aile sahibi olmak istiyorsun. Hemen devlete başvuruyorsun, sana kredi veriyorlar ve 40.000 riyalden -yaklaşık 20.000 TL’ye tekabül ediyor- başlayan fiyatlarla eşini tayin ediyorlar. Toplu nikahla da dünya evine giriyorsun. Kredi ödemen için devlet seni istihdam ediyor ve bir de iş veriyor. Fakirken, bir anda hem iş hem aile sahibi oluyorsun. Eşin fiyatının neye göre arttığını söylemeye gerek var mı bilemiyorum…
3. İsmini vermek istemediğim ve bitse de gitsek diye her gece rüyasına yattığım ‘püskevit’ fabrikasında, bütün imalatçılar olarak adeta bir dernek oluşturmuş durumdaydık. Bir Fransız ile ana olmayan dilimizde bu kadar dertleşebilirdik herhalde.
İletişim yeteneklerine güvenen ve hatta hayatını ağzının laf yapmasından kazanan bir adam olarak, bir müşterinin tutumları ile “bu laflar boy boy” göndermesinde bulunması, beni özgüven yıkımına sürüklüyor-DU. Ta ki Fransızlar gelene kadar. Uzun süre “Ulan benim İngilizcem mi geriledi acaba?” diye düşünürken anladım ki Fransızca da gayet kifayetsiz. Arapların iletişime doğuştan bağışıklıkları var!
Türkçe, Urdu, Arapça, İngilizce, Fransızca, İtalyanca, Almanca… Hepsi denendi. Anlamamak konusunda bu kadar çabalayan bir topluluk zor bulunur. Hiç 26 yaşında bir kalite mühendisine 2100’ün 2400’den küçük olduğunu anlatmak için 15 dakika harcadın mı? Cevabın hayır ise beni anlayamazsın.
Hayatta yaşadığın tüm absürt durumların bileşkesi var ya… Hah, işte ben hesap yaparken o değeri ihmal ediyorum artık.
Muhteviyatında stres barındırmayan ben, müptelasıydım artık stresin. Sabahlara bir Bangladeşli ile tartışmadan başlarsam günüm kötü geçecekmiş gibi hissediyordum. Öğlene doğru bir Arab’ın, infrared sensörümüz üzerine kapladığı bandı sökmezsem kesinlikle huzur bulamıyordum (infrared 101 – ışık bazlı sensör işte. Dolayısıyla üstünü örtersen çalışmaz. Bkz. elini uzaktan kumandanın önüne tutmak). Akşamları ise, zaman kazanmak için gün başında iş verdiğin adamı bulamayıp işin bitmediğini görmek apayrı bir lezzet. Son zamanlarda kontrol bile etmiyordum.
Ama iyisiyle kötüsüyle proje sona ermişti -yok be, baya iyisiyle bitmişti. İşin sonunda şu anda bu yazıyı yazmakta olduğum bir cihaz bile hediye ettiler memnuniyetlerinden dolayı -.
Arapların sınırların ötesinde rahatlığı, Bangladeşlilerin vakur tavırları, Hintlilerin sadece kendilerine has boyun hareketleri- ayna karşısında çalışmışlığım var, taklitten öteye gitmedi-, Pakistanlıların sürekli “Vuuu! Bu pervane çok hızlı dönüyor” şeklindeki “high” durumları, Mısırlıların Jokervari bitmek bilmez gülümsemeleri… Anlatılsa dahi yaşanması başkadır. Mübalağa sanatı görecelidir, gördüğün memlekete göre değişir. Türkiye’de mübalağa sayacağın pek çok şey Arabistan’da belgeseldir.
Ve bir Arabistan seyahati bu vesile ile sona ermiştir… Yayında ve yapımda emeği geçen envai çeşit memleketten insanın yadsınamaz katkılarını ve kattıklarını hürmetle anmayı bir borç bilir, daha da ilginç bir memleket olan Bangladeş ile seyahat gezilerimizi takip etmenizi arzu eder, başım önde arkam duvarda saygıyla çekilirim. Ah, bir de bu yazıların çıkmasına ziyadesiyle katkısı olmuş ayranımı da anmadan geçemeyeceğim zira bu notların her biri ayran kafasıyla derlenmiştir. İyi ki varsın Sütaş!
Dipnot: Eğer hala sıkılmadıysan, yorulmadıysan veya yapacak daha iyi bir şeylerin yoksa, en son nasıl döndüğümü de aşağıda kaleme aldım. Ben bu memlekete ne normal geldim ne de bu memleketten normal dönebildim…
Bonus Not: Bunları taşikardin taşmasın, siyatiğin azmasın ve hatta migrenin tutmasın diye anlatıyorum. Kazara düşersen buraya, adrenalinin 450 megahertz de sinüs olmasın, sabit olsun.
Gene şakacı Saudi Airlines. Tam 3 saat önce hava alanına vardım, İstanbul’a döneceğim. Uykusuz ama mutluyum. Check-in barkovizyonundan hangi kontuara gitmem gerektiğini yazmasını bekliyor ve bu sırada da sakin sakin kitap okuyorum. Uçuşa 1 saat kala hala belirmeyince kıllandım. Müşteri hizmetlerine gittim, dedi ki “O kıl dönüyor, biraz daha beklersen bugün simide oturursun” Türkçe meali: Şuradaki 299 kişilik kuyruğu görüyor musun, hah yuvarla o rakamı 300’e dedi. Sonra da “THIS… IS… SAUDI… ARABIA! ” diye haykırıp tekmeyi bastı! Meğerse o kontuar da numara filan yanmıyormuş. Uluslararası uçuşlarda bu kuyruğa giriyorsun ve öndeki masalara sırayla dağılıyorsun.
Resmen dağıldım. O sıraya geçersem uçağa yetişmem imkansız! Kendi çözümümü sunuyorum. Sakın utanma! Bende metropol çocuğuyum en nihayetinde. Ama yok artık öyle “Excuse me: Pardon müdür, acelem var da” filan. Hayatta kalma savaşı bu, şakaya gelmez. Kaçırırsın tayyareyi.
Bazı check-in masaları belli uçuşların yolcularını kuyruktan ayırıp boş başka masalara alıyor ki o 300 Saudi Arabia’lı biraz azalsın, kuyruk boşalsın. Bunu fark ettim ve Pakistan uçuşu için ayırdıkları bir yolcunun arkasına takıldım. Onun check-in’i bitince “Your supervisor told me that you will complete my check-in for Flight SV0257 – Istanbul: Şefiniz SV0257 no’lu çek-in işlemlerimin buradan tamamlanacağını söyledi.” dedim. Adam “Ok” dedi ve 1 dakikada bilet elimdeydi. Dedem kaynak ustasıdır, beni görse göğsü gururla kabarırdı. Ben de aynı kıvançla başımı yaslar, “Yaptınız, oldum!” derdim. Muhtaç olduğum kudret hakikaten damarlarımdaki asil kanda mevcutmuş, anladım…
Zaten kafası rahat bir adamdım, buradan sonra artık o kadar gevşedim ki Aretha Franklin’e don lastiği bile olamam…
Ortadoğu’dan bu kadar… Asya’da görüşürüz…