– Aranızda sadece bir saatlik fark olan bir ülkeye gitmenize rağmen nasıl jetlag olacağınızı merak ediyorsanız buraya seyahat etmeyi bir deneyin derim!
Arabistan’dan Türkiye’ye ilk geri dönüşümde, sabah saat 06.45’teki uçağıma yetişmek için saat 02.00’da otelimden – otel demek ne kadar doğru bilemiyorum – ayrıldığımda doğru bir karar verdiğimi biliyordum. Kollarımı 180 derece açıp kuş gibi ıslık çalarak havaalanına gitmek istediğimi net bir şekilde anlattım taksiciye. Havaalanının adı King Abdul Aziz. Tamam. Turkish Airlines’ta dedik, o da tamam. Fakat kafanın aşağı yukarı sallanmasının uluslararası platformda “anlamaya” dair bir onay olduğunu zannediyorsan burası o ulusların arasında değil demektir. Ha, THY’nin hiç mi suçu yok; o da var pek tabi. Meğerse King Abdul Aziz Havaalanı North ve South diye ikiye ayrılıyormuş. Bana “Turki habibi, Turki” diye sırıtan taksici beni tuttu South’a bıraktı. THY nereden kalkıyor? North’tan. İnsan bilete yazar değil mi? Değil, yazmıyor arkadaş. Ama hissi kablel vuku işte, bu sebeple erken çıktım otelim(si)den. Bir saat kala havaalanındaydım. Sövdüm, sağlam sövdüm.
Ama hayat insana şükretmeyi öğretiyor. Türkiye’ye dönerken THY’ye sövdüm, buraya geri gelirken hayat hemen cevabını verdi: “We are Saudi Airlines, you are only yours. We will land inşallah!” En az 20 kez uçağa bindim bu kadar sallanmadım. Sanıyorum otomatik pilot jetonla devreye giriyor ve ciddi bir jeton sıkıntısı var. Hatta o kadar ciddi ki, uçak Medine’de durdu! Bir saat yolcu indirdi ve devam etti. Anlamıyorum ki Saudi Airlines’ın işletmeciliğini Öz Hakiki Koç mu yapıyor? 3 saatlik yolu 5 saatte geldim ve bittim. Çok pardon THY, “i’m globally yours“.
– Ramazan’da Arabistan’daydım. Burada Ramazan’dan bağımsız olarak ezan vakti her yer kapanır. Takdir edersin ki günde beş kere. Kendini ona göre ayarlaman lazım. Dedim ki Ramazan’da nasıl olacak bu iş? Bir ikilem var, iftar vakti bizde oruç açılır, yemekler yenir. Her ezanda kepenk indiren Arabistan’da iftar vakti farklı olur dedim, restoranların en çok iş yapacağı saat sonuçta. Demeyeydim. Kapitalizm de bir yere kadarmış ve orası da burasıymış. Adamlar bu paradoksu şöyle aşmışlar: “Ya müslim, madem ezanda her yer kapanır ve iftar vakti de en nihayetinde buna dâhildir; o zaman Ramazan-ı şerifte bunları birleştirmek, akl-ı selimdir, caizdir.” İftar vaktinden yatsıya kadar her yer kapı duvar. İlk gün aç kaldım. İkinci gün unuttum gene aç kaldım. En sonunda yıldım, yatsıda yattım.
Din, ciddi ve hassas bir konu. Burada ise çok daha “Cidde” bir konu çünkü aynı zamanda kanunlarda din temelli. Misal, Suudi Arabistan’a ecnebi olarak giriş yaparken -burada Arap olmayan herkes ecnebi addedilir- bir form dolduruyorsun. 3 temel soruya yanıt aranıyor: Ad-soyad, medeni hal, mensup bulunduğu din. Oraya Müslüman yazdığın an, aynı zamanda belli kanunlara uyacağını taahhüt ediyorsun. Ramazan’da oruç tutmak bu kanunlardan biridir. Eğer hala dinin Allah ile senin aranda olduğu zannındaysan, bunu Arabistan yönetimiyle görüşmeni tavsiye ederim; çünkü bu memlekette tam arada onlar var.
Almanya’da kırmızı ışıkta geçmek kadar ciddi bir mevzu Ramazan’da oruç tutmamak, Cuma’ya gitmemek vb. “Sorumlu” bir vatandaş seni ihbar edebilir. Kime mi? İlgili polise, zira burada polisler ikiye ayrılıyor. Biri bildiğin yurdum polisi misali asayiş ne kadar berkemal, ona bakıyor. İkinci grup polisleri ise biz “namaz polisi” olarak isimlendirmiştik ama din polisi de denebilir herhalde. Bu arkadaşların üniformaları da farklı. Bu meczup(!) kimseler, kralın yakın zamanda öbür dünyaya intikal eden kardeşi tarafından ciddi bir destek görmekteydiler. Yerel halktan yaptırım güçlerine dair bir örnek istedim. “Valla habibi, one Cuma missed; warning and yallah. Second Cuma missed; 1 day jail.” dediler. Şu aralar güçlerini kaybettikleri rivayetler arasında…
– Burada müşterimiz bir bisküvi fabrikasıydı. Bilumum yerden gelmiş minimum on farklı kişi ile tanışmış, kültürleri ile kaynaşmışımdır. Ramazan zamanı sabah saat 4’te işe gidip bazen akşam 6’da çıkabildiğim için sıkça kendileri ile teşrik-i mesaide bulunmuşumdur. İşte bunlardan birine dair küçük bir gözlem ile noktalamak isterim bu dipnotu…
Bilmeyenler için; “Afyonu patlamak” deyiminin ilginç bir hikâyesi var. Hasan Sabbah’ın kurduğu ve bugün “Assasination (suikast)” kelimesinin de kökünü oluşturan Haşhaşinlerin süpersonik bir fikirlerinin ürünüdür bu deyiş. Adamlar, haşhaşın vesile olmasından mütevellit kafa bir dünya takılıyorlar her gün. Ama elhamdülillah Müslümanlar da aynı zamanda. Ee, Ramazan’da nasıl olacak bu iş? Önce olmuyor tabi, oruç tutarken haşhaşsız kalıyorlar, küllen problem. Aralarından biri “Trust me, I’m an engineer!” diye fırlamış olacak ki (jelibonun da fikir babası olduğuna inandığım) şu çağının ötesinde çözüm ile geliyor: Koyunun ince bağırsağından ayrılan zara afyonu sar, sonra bu zara bir düğüm at ve sahurdan hemen önce yut (kapsülün de keşfi sanırsam). Sonuç: Tüm gün hem oruçlusun, hem uçuyorsun. Oh, pilotsun (görüldüğü üzere pilotluk da uçaktan önce keşfedilmiş; tıpkı çakmağın kibritten önce keşfedilmesi gibi). Ne oldu, midede “afyon patladı!”
Ellerimi yarım daireler çizen, ara sıra “kop kop” hareketi olaraktan nitelendirilebilecek şekilde sallayarak ‘”What problem birader?” şeklinde yönelttim sorumu (öyle “am, is, are“mış, yok passive cümlelermiş; bunlarla bir yere varamazsın. Burada grameri de hak getire… Sen anahtar kelimeleri ver, onlar kafada senin yerine cümle kuruyorlar. Sesli stenografi bir nevi). Meğerse bu arkadaşlar her gün afyon kullanırlarmış ve kullanmadıkları zaman biraz(!) asabi olurlarmış. Hayır, benimle dertleşiyorlar da burada birine kızmışlar; ona klima muamelesi yapacaklar diye korkuyorum…
“Bu sene sana kısmet Arabistan’da yaz! “dediler, yanlış anladım; tuttum Arabistan’da “yaz”dım…
Devam edecek…
Yazarın diğer yazıları için tıklayın.