Yoga pratiği aslen matın üzerine çıkmadan önce kişinin kendi içinde, kendi ahlakını düzenleyerek başladığı bir pratiktir. Patanjali’nin tanımladığı 8 koldan oluşan yoga öğretisi, ilk olarak “YAMA” adı verilen evrensel ahlak kurallarının uygulanması ile başlar. Bu ahlak kurallarından en sonuncusu ise Sanskrit dilinde telaffuzu “Aparigraha (अपरिग्रह)” olan kavramdır. Bu kelimenin Türkçe anlamı, aç gözlülük yapmamak, sahiplenmemek şeklinde çevrilebilir. Kendi deneyimlerimden de yola çıkarak belki de uygulanması en kolay olmayan pratik denilebilir.
İnsanlık tarihinde sanayi devrimi sonrası oluşan kapitalist düzeni hissetmemek mümkün değil. İnsanlığın büyük çoğunluğunun bu düzen içerisinde en temel varoluşsal ihtiyaçlarını sağlamak veya maddi hırs-arzuları için bu sistemi kabul etmesi, bu düşünce ve inanç temelli kapitalist yaşam düzenini var etmiştir. Bu düzlemde günümüzde sahip olma kavramı neredeyse hepimiz için çok normal ve doğaldır. Oysa insanlığın varoluşundan beri düşüncesi hep böyle değildi. Özellikle doğanın da bir ruhu olduğu düşüncesinin yaygın olduğu toplumlarda (Orta Asya’dan göçmeden önceki Türk boylarında var olan Şamanik inanışlar ya da Amerika kıtasının keşfinden önce orada yaşayan yerli kabilelerin görüş ve uygulamaları buna bir örnek teşkil edebilir), hiçbir şeyin bireysel bir sahiplik düşüncesi olmadan, sadece ihtiyaçlar çerçevesinde maddelerin kullanıldığı sınırlı bir tüketim anlayışı mevcuttu. Günümüzde ise bizi her şeye sahip olmaya yönlendiren ve bunu sürekli kamçılayan bir düzen içerisindeyiz. Peki içinde bulunduğumuz bu sistemi ve düzeni kabul ederek neler yapılabilir?
İlk önce bu konu hakkında biraz düşünmek ve hatta bu kavramları detaylıca değerlendirmekle işe başlayabiliriz. Doğduğumuzdan beri etrafımızda kendi büyüklerimizden gördüğümüz ve onları örnek alarak uygulamaya çalıştığımız doğrularımız mevcut. Kimsenin doğrusuna, yanlış ya da eksik demek bana düşmez ve zaten böyle bir şey de demem hata olur. Herkesin doğrusu eminim o kişi için en güzel olandır. Fakat eğer doğrularımız yüzünden acı çekiyor ve çektiriyorsak, mutsuz ve sağlıksız oluyorsak burada bir sorun olabilir. Belki doğrularımızı tekrar gözden geçirerek revize etmek gerekebilir.
İşte ilk adım bu. Yaşadığınız hayatta maddelere, çeşitli sıfatlara, duygulara ya da deneyimlere sahip olmanız gerekliliği ile ilgili düşüncelerinizi sorgulamak. Bunlar gerçekten yaşamınız için olmazsa olmaz mı yoksa sadece etrafınızdan görerek heves ettiğiniz ya da siz farkında olmadan size pazarlanan şeyler midir? Örnekler verecek olursam mesela:
- Yaşayacak bir eviniz mevcut ama siz gelecek kaygısı ile daha çok ev alarak kendinizi garantiye almak mı istiyorsunuz?
- Düzgün çalışan, sizin ulaşımınızı rahatça sağlayan bir arabanız mevcut olduğu halde o arabanın marka ve modeli sizin kendinizi özleştirdiğiniz kişilik veya olmak istediğiniz kişilik ile bağdaşmadığından dolayı elinizde yeterli miktar para olmamasına rağmen yeni bir arabaya heves edip o arabayı mı almaya çalışıyorsunuz?
- İşinizde belli bir pozisyonda çalışırken, daha yüksek pozisyonlardaki mevkileri elde etmek için aşırı bir çaba ve efor içinde misiniz?
- Boş zamanlarınızda başka insanlar tarafından daha çok takdir edilmek için çeşitli hobilere zaman ayırmaya ve deneyimlerin içerisine girmeye mi çalışıyorsunuz?
- Temel ihtiyaçlarınızı rahatça karşılayacak bir refah düzeyinde yaşarken, lüks tüketimle daha mutlu, sağlıklı ve huzurlu olabileceğiniz düşüncesi ile refah seviyenizi arttırmak adına kendinizi perişan mı ediyorsunuz?
“Sahip olduğun her şey, en sonunda gün gelir sana sahip olur.” Fight Club – Chuck Palahniuk
Bu örnekleri çeşitlendirerek çoğaltmak mümkün. Fakat bu isteklerimizi hangi motivasyonla yaptığımızı anlamak çok önemli. Aslen yaşadığımız bu dünyada hiçbir şeye sahip değiliz. Sadece yaşadığımız süre boyunca maddelerin geçici kullanım hakkına sahibiz. Zamanı geldiğinde ise tüm bunları zaten bırakarak yolumuza devam edeceğiz. Fakat sanki hiç ölmeyecekmiş gibi sürekli açgözlülükle sahip olmaya çalışmak değil mi bize bunca acıyı, mutsuzluğu getiren. Tabii şu realiteyi atlamak gerekir. Maddi bir bedende ve maddi bir dünyada yaşıyoruz. Bunun gereklilikleri dahilinde maddeyi ihtiyaçlar dahlinde kullanmak zorundayız. Fakat bu maddeyi sadece kullandığımızın farkındalığı ile kullanmak bizim aç gözlülüğümüzü ve sahiplenme duygumuzu törpüler. İşte ikinci adım, yaşadığımız bu hayatta, aslında hiçbir şeye sahip olmadığımızı bilerek sadece belirli bir süre kullandığımızın farkındalığı. Bu farkındalık ile elimizden gidenler için üzülmeden, sadece bu süre zarfında bu fırsata sahip olduğumuz için şükran duyabilmek.
Biliyorum yaşadığımız sistem içerisinde bu söylediklerimi uygulamak çok da kolay değil. Belli bir süreç ve pratik uygulama gerektiriyor. Bu anlamda size yarın her şeyi bırakmanızı ve terk etmenizi değil, ufak adımlar ile küçülmenizi tavsiye ederim. Yani üçüncü adım olarak, ihtiyacınız olmayan sadece çeşitli alışkanlık ve düşüncelerden kaynaklı tuttuğunuz maddelerle vedalaşarak bunları ihtiyacı olan kişilere dağıtabilirsiniz. Ayrıca eminim kullanmadığınız eşyalarınızı ihtiyaç sahiplerine vermek hem size kendinizi iyi hissettirecektir hem de sahip olduğunuzu sandığınız maddelerin azalması sizde hafiflik ve rahatlama duygusu uyandıracaktır.
Bütün bunları yaptıktan sonra da dördüncü adım olarak artık her türlü tüketiminizde ya da ulaşmaya çalıştığınız her türlü durum ve olaya “Acaba buna (madde, deneyim, sıfat) ihtiyacım var mı?” sorusunu kendinize sormanız, farkındalığınızı korumanızı ve kendinize oluşturduğunuz bu rahatlık duygusunun devamını sağlayacaktır.
Yazdıklarımı uygulamanız sizin hayatınızda kesinlikle gözle görülür bir değişime sebep olacaktır. İlk başta endişe etmeniz, huzursuz olmanız veya bazı şeylere eskisinden daha çok sarılmanız o kadar doğal ki. Fakat uzun vadede açgözlülük ve sahiplenme duygularını kontrol altına almış olmak sizde büyük bir ferahlamayla birlikte “özgürlük” hissi getirecektir. Çünkü artık maddi kaygılarınız rahatlamış ve maddenin üzerinizde olan etkisi zayıflamış olacak. Tabi bu söylediklerimi eğer düzenli yoga pratiği ile yaparsanız bu anlattıklarımı daha etkili bir şekilde uygulamanız mümkün.
“Dünya herkesin ihtiyacına yetecek kadarını sağlar, fakat herkesin hırsına yetecek kadarını değil.” Mahatma Gandhi
Günümüz sistemi ne yazık ki sürdürülebilir ve insan doğası ile uyumlu değil. Zaman içerisinde insanlığın farkındalığı ile dönüşüp değişmeye mahkum. Eğer bu dönüşümü biz kendi içimizde başlatırsak ilk başta kendimize, sonra da tüm insanlığa faydalı bir hizmette bulunmuş olacağız. Kişi kendi varoluşunun özünü anlamak istiyorsa, kendi nefsini terbiye ederek bütün her şeyden özgürleşebilir.
Hepimizin her şeyden ÖZGÜR olduğu bir VAROLUŞ dileğiyle…
İlginizi çekebilir: Aydınlanma yolculuğu yoga ile kendinle yüzleşmeye var mısın?