Hikayelere bayılıyorum. İmkanım olsa tüm hayatımı insanların hikayelerini dinleyip, öğrendiklerimi paylaşarak geçirebilirim. Her meslekten, her yaş grubundan, her dinden ya da milliyetten inanılmaz hayat hikayeleri duyuyorum ve büyüleniyorum. Gerçek hayat derslerinin bu hikayelerden çıktığına inananlardanım. Sanırım bu sebeple biyografileri okumayı ve izlemeyi çok seviyorum. Geçenlerde 61 yaşında intihar ederek bu dünyadan ayrılan ünlü şef Anthony Bourdain’in hayat hikayesini okurken, profesyonel iş yaşamında bize ilham olacak satırlara rastladım. Paylaşmadan durabilir miyim? Haydi buyrun efendim.
Anthony Bourdain kitabında “Kocaayak” diye adlandırdığı ve adını sık sık güzel bir şekilde andığı ilk patronlarından birisiyle olan anısını şöyle anlatıyor: “Kocaayak’ın yanında çalıştığım ilk gece daracık mutfağında birkaç yüz tabak yemek hazırladım. Akşam sona erdiğinde şevkim kırılmıştı, yorgunluktan ölüyordum ve Kocaayak’ın klostrofobik bir kadırgayı andıran mutfağında bir daha asla çalışmamaya karar verdim. Ben tam sıvışmaya hazırlanırken bardaki diafon çaldı, sonra da barmen bana tuhaf tuhaf bakarak ‘Kocaayak seninle aşağıdaki odasında görüşmek istiyor’ dedi. Aşağıya Kocaayak’ın inine indiğimde masasında oturuyordu. Başını kaldırıp bana baktı, beni performansımdan dolayı kutladı, telefonu kaldırdı ve garsona iki küçük bardak brendi getirmesini söyledi. ‘Bu akşam bizim için gösterdiğin performanstan dolayı memnun kaldık,’ diye söze başladı. ‘Bizimle çalışmayı sürdürmeni istiyoruz, senin için uygunsa tabii. Cumartesi geceleri çalışacaksın. Pazarları da kuşluk yemekleri yapacaksın.’ O haşmetli Kocaayak’ı etkileyebildiğime ne kadar sevindim anlatamam. Gerçi bana vardiya başına 40 dolar verecekti ama o gece eve giderken bu para milyonmuş gibi geliyordu. Anlarsınız ya, Kocaayak küçük bir bardak İspanyol brendisiyle ruhumu satın almıştı.”
Bu satırları okuduğum zaman “Ne kadar çok takdir edilmeye ihtiyacımız var” diye düşündüm. Hem yaptığımızın görülmesine hem de kendimizi değerli hissetmeye. Bu kadar basit ihtiyaçlarımız var aslında. Bourdain deliler gibi çalışıp yorulurken Kocaayak’ın bunun farkına vardığını anlayamazdı. İşi başından aşkındı. Yorgun argın evine gitmek üzereyken gayretinin görüldüğünün ona söylenmesi ve üstelik de bir kadeh içkiyle gururunun okşanması onu havalara uçurmaya yetmiş ve artmıştı.
Mesaj 1: Çevrenizdeki insanlara, birlikte çalıştığınız insanlara, eşinize, dostunuza, çocuğunuza güzel yaptığı şeyleri söyleme konusunda cimri olmayın. Söyleyin gitsin. Günlerini aydınlatın. Birlikte bir çay içmek, sırtını sıvazlamak hiç zor işler değil.
Kitaptan devam ediyorum. Yine Kocaayak’tan öğrendiklerini anlattığı bir bölümde karakterin önemine değiniyordu Bourdain. “Kocaayak karakterin becerilerden de, iş geçmişinden de çok daha önemli olduğunu kavramıştı. Bunu zamanla ben de kavradım. Her gün işe zamanında gelen, asla hasta olduğunu söyleyerek gelmemezlik etmeyen ve bir şeyi yapacağım dedi mi yapan birinin, inanılmaz bir CV’ye sahip ama işe zamanında gelmeyen birinden muhtemelen daha güvenilir olduğunu öğretti bana. Beceriler öğretilebilir. Karakter ise insanda ya vardır ya da yoktur.”
Mesaj 2: İyi karaktere her zaman şans verin. Adı bilinen bir okuldan mezun olmamış olabilir, havalı şirketlerde tecrübesi olmamış olabilir ama ışığı görüyorsanız bir şans verin.
Yine Anthony Bourdain’in kitabın birkaç yerinde üst üste değindiği bir kısımla bitirmek istiyorum yazımı. “Yaptığım en büyük hatalardan biri paranın peşine düşmüş olmam” diyor Bourdain. Karşıma çıkan ilk şeflik işine atladım. Ondan sonrakilere de. (Şeflik dediği beyaz yaka dünyasında yöneticilik aslında) “Belirli bir hayat standardına alıştığımdan geri adım atıp yeni şeyler öğrenmek istemiyordum. Akıllılık edip para yerine deneyim biriktirmeliydim. Fransızların takıldığı 3 yıldızlı restoranlarda komilik yapmak yerine para ve ünvan peşinde koşmak iyi fikir değildi.”
Bu satırları okuyunca aklıma Facebook’un COO’su Sheryl Sandberg’in bir söylemi geldi. Sheryl Sandberg “Lean in” adlı kitabında kariyerin ille de tırmanılması gereken bir merdivene benzemesinin gerekli olmadığından bahsediyordu. Benim de yıllardır çok savunduğum bir görüş. Herkes illa da bulunduğu birimde yönetici, bir üst yönetici ve en üst yönetici olmak zorunda değil.
“Kariyere biraz da oyun parkı gibi bakmak lazım” diyordu Sandberg. Hani oyun parklarında tırmanma oyuncakları vardır ya. Sadece yukarıya tırmanmazsınız. Yana doğru da gidersiniz, karşıya da geçersiniz. Örümcek ağı gibi olan oyuncaklardan bahsediyorum. İşte kariyer de böyle olabilir. Bazen yeni bir şey öğrenmek, deneyimlemek uzun vadede aynı birimde yönetici olmaktan daha fazla fayda sağlayabilir. Aynı pozisyonda farklı bir departmana geçmekten bahsediyorum mesela. Bunu çok fazla kişi istemez. “Ne yani şimdi benden kıdemce küçüklerle aynı seviyede mi olacağım?” diye değerlendirirler. Zaman kaybı olarak değerlendirirler. Merdivenlerin sınırlayıcı olduğunu akılda tutmak lazım. Merdivende ya yukarı gidebilirsiniz ya da aşağıya. Tırmanma oyuncakları ise daha yaratıcıdır.
Mesaj 3: Kariyer basamaklarına odaklanarak büyük fırsatları kaçırmayın. Özellikle kariyerine yeni başlayan, kariyer değiştiren, yolu tıkanan ya da bir süre işe ara verdikten sonra çalışmaya yeniden başlayan herkes için tırmanma oyuncağı modeli daha kapsayıcıdır.
İlginizi çekebilir: Yaşam amacınızı bulmak için kendinize sorabileceğiniz sorular