Bu yazımda bazı kuramsal bilgileri günlük hayatımızda karşılaştığımız somut örneklerle birleştirerek anlatmak istedim, çünkü yetişkin dünyasına geldiğimizde karşımızdaki kişiler ile kuracağımız her türlü ilişkide o kişinin bizimle kurduğu duygusal bağlarından bağımsız olarak sahip olduğu ve bizimle olan ilişkisindeki davranış örüntülerini de bir bakıma belirleyen bazı potansiyelleri beraberinde getirdiğinin farkında olmamız gerekmektedir.
Birçok belirleyici elbette vardır, ancak ilk dönem anne-çocuk ilişkileri sağlıklı kurulmazsa -ki yapılan bazı çalışmalarda buna baba işlevi ve etkileri de eklenmiştir-, bu döneme ait aktarımlar ilişkinizde tekrarlanarak negatif bir rol oynayabilir. Bu da ilişki sırasında sizin şöyle anlar yaşamanıza sebep olabilir; “Her şey gayet iyi gidiyordu, şimdi ne oldu da birden beni aramamaya başladı?”, “Hem beni sevdiğini söylüyor, hem de öyle bir şey yapıyor ki bana değer vermediğini düşünüyorum, hangisine inanacağım şaşırdım”, “Aslında her şey yolunda ama bir şey var, bir set gibi, sanki bazen ona ulaşamadığımı düşünüyorum”, “Tüm yaptığımız planlar hep onun istekleri doğrultusunda, beni bir şekilde ikna ediyor ve benim isteklerime bir türlü sıra gelmiyor…” Bu örnekleri çoğaltmak mümkün, size de tanıdık geldi mi?
Aynı şekilde kendinizle ilgili de anlamını kavrayamadığınız, ancak ilişkilerinizi biraz detaylandırdığınızda hep benzer süreçlerin dahil olduğunu ve tekrarların yaşandığını görebilirsiniz. Örneğin şöyle hissedebilirsiniz “Birçok ilişki yaşıyorum, ilk başta, tamam işte bu diyorum ama kısa bir süre sonra tüm çekiciliğini yitiriyor”, “Tüm ilişkilerimde çabalayan ve alttan alan taraf benim”, “İlişkilerimde partnerimin beni aldatacağı korkusunu yaşıyorum ve bu onu sıkmama sebep oluyor istemesem de”, “Terk edilme ya da ilgi görememe endişesi yaşamam ilişkilerimde hep sorunlara yol açıyor”, “İçimde öyle bir boşluk duygusu var ki kimse bunu dolduramayacak ya da hiçbir zaman mutlu bir ilişki yaşayamayacakmışım gibi hissediyorum.” Tüm bu sorunlar aslında o andaki kişi ile olan ilişkinizin dinamiğinin dışında, kaynağını işte bu ilk dönem anne-çocuk ilişkisindeki aksaklıklardan temel alan problemlerdir.
Yapılan araştırmalarda partnerlerden birinin ilişkilerde yaşanan bu zorlu deneyimler karşısında salt kendini suçlamaya ya da tek başına ilişkinin zorluklarını göğüslemeye çalıştığı, yaşanan her türlü karmaşıklığı aşmak ya da anlamlandırmak için gerekli olan soruların cevaplarını kendine sorarak bulmaya çalıştığı görülmüştür. Karşı taraf durumu bazen öylesine iyi manipüle eder ki, hatanın kendimizden kaynaklandığını düşünmemizi sağlar. Oysa ki bu tutum kişinin bir süre sonra bıkkınlık ve tükenmişlik hissetmesine sebep olacaktır.
Elbette ki söylemek istediğim bu sorunları sadece temel dönemde yaşanan aksaklıklara indirgeyip üstesinden gelemeyeceğinizi düşünmeniz ya da yaşananların sorumluluğunu üstlenmeniz gerektiği değil, “Çocukluğumda bunu bunu yaşadım, bu yüzden böyle…” şeklindeki düşünce tarzı başımıza gelen her türlü durumun karşısında sahip olduğumuz sonsuz seçeneklerimizi görmemizi engeller. Ancak kendimizi paralamadan ve yaşanan sorunların sanki eksikliğimizden kaynaklandığını düşünüp senaryolar üretmeden önce, karşımızdaki bireyin bazı potansiyellerle geldiğini fark etmek ve birbirini yıpratmak yerine belki de terapi sürecinde bu sorunların üstesinden gelinebileceğinin de bilincinde olmaktır. Yani fark et, iyileştirmeye çalış. İstekli ol ve harekete geç. Bu motivasyon gerçekten çok önemli, umutsuz olup kendini hayatı deneyimlemekten alıkoymak yerine, doyurucu bir ilişki yaşamanın en temel hakkımız olduğunun üstünü örtmeden kendimize “Ne oluyor da ilişkilerimde hep aynı hayal kırıklıklarını yaşıyorum?” sorusunu sormaktır. Vereceğimiz dürüst cevaplar belki de bizi başka bir noktaya taşıyacaktır.
Kuramların konuya nasıl yaklaştığına göz atmak isterseniz en yaygın olanları derledim sizler için, soru sormak isterseniz bana e-mail yolu ile ulaşabilirsiniz. aslisyd81@gmail.com
Anne-çocuk arasında kurulacak sağlıklı bir ilişki, sadece erken çocukluk dönemini değil, kişinin tüm yaşamını etkileyecektir. Önemli çocuk psikanalistlerinden John Bowlby “Bağlanma Kuramı”nı (Attachment Theory) geliştirmiştir. Anne-bebek arasındaki bağlanma biçiminin nasıl oluştuğunu ve çocuğun gelişiminde nelere sebep olduğunu araştırmış, sağlıklı anne-bebek bağlanmasının çocuk üzerinde geliştirici, iyileştirici ve kişiliğin oluşmasındaki olumlu etkilerine değinmiştir.
Bowlby’ye göre, insanların kuracakları her yeni ilişkinin ve sosyal tepkilerin temeli, henüz sözcüklerin olmadığı bebeklik dönemindeki birincil bağlanma figürü ile kurulan ilk ilişkilerinde atılmıştır. Bebeklikte belirlenen ve zihne kaydolan anne ile bebek arasındaki bu ilişki biçimini “içsel tasarım” olarak adlandırmıştır.
Çeşitli nedenlerle doğumdan hemen sonra annelerinden ayrılarak özel bakıma alınan bebeklerde; gelişmenin yavaşladığı ya da durduğu, bu bebeklerin yemek yemedikleri, sosyal geri çekilme yaşadıkları ve yüzlerinde sürekli üzüntülü ifadeler taşıdıkları görülmektedir (Goodfriend, 1993).
Nesne ilişkileri terapistlerinden Cashdan de anne ile bebek arasındaki erken dönem ilişkisinin, kişinin tüm ilişkilerinde benzer şekillerde ortaya çıktığını savunmuştur. Bebeğin ihtiyacı, onun ruhsal ihtiyaçlarına duyarlı bir annenin varlığıdır.
Bion’a göre doğumdan itibaren bebek baş edemediği birçok içsel ve dışsal uyarana (Beta elementler) maruz kalır. İçeriden gelen açlık, susuzluk gibi etkenler ve dış uyaranların yarattığı rahatsızlık sonucunda yoğun bir dengesizlik yaşar. Anne, bebeği ile özdeşim kurarak onun ihtiyacını karşıladığında, bebek kapsandığını hisseder ve kendini kötü hissettirenin, anne tarafından iyiye dönüştürülebildiğini (Alfa element) deneyimler. Bebeğin içinde bulunduğu, ancak başa çıkamadığı bazı durumlarda annenin düşlemlerini bebeğin hizmetine vererek onu sakinleştirebilmesi ve bu olumsuz deneyimleri dönüştürerek tahammül edilebilir kılması, annenin “kapsayıcı işlevi” olarak adlandırılmıştır.
Bion’un tanımladığı kapsayıcı işlevlerin zayıf olması, yani ebeveynin çocuğun ihtiyaçlarını hissedememesi, anlamlandıramaması ve dönüştürememesi, çocuğun kaygılarının yatışamamasına, içsel gerilime ve bunun sonucu olarak da bazı psikopatolojik (depresyon, kaygı, anksiyete) belirtilerin ortaya çıkmasına neden olabilir.
Winnicott’un “holding” kavramıyla Bion’un “kapsayıcı işlevi” benzerlik göstermektedir. Hazırlıklı olmadığı her yeni durumun bebek için travmatik olduğunu söyleyen Winnicott’a göre bebek, her an düşünülemez bir kaygının (unthinkable anxiety) kıyısındadır ve bunu ancak annenin tutma (holding) işlevi ile aşabilir. Aynı zamanda gerçek ve sahte benlik kavramlarının oluşması, annenin çocuğun ihtiyaçlarını karşılamak için kendi zamanına uygun hale getirmesi sonucu oluşmaktadır. (Birbiri ile çatışan, farklı tutumlar sergileyen bireyler.)
Ebeveynlerin kaygı düzeylerinin yüksek olmasının, aşırı koruyucu tutum sergilemelerinin ve ebeveyn-çocuk arasındaki bağlanma ilişkisinin, çocukta fiziksel rahatsızlıkları tetikleyebileceği ve somatik belirtilerin ortaya çıkmasına yol açabileceği de yine araştırmalarca bildirilmektedir (Fritz ve Campo, 2002; Kaufman ve ark., 1997).
Bunun yanı sıra, normal gelişen bir bebek, annenin kısa süreli ayrılıklarına, zihninde içsel bir anne imgesi oluşturarak dayanır. Düşünebilmek ve düşlemleyebilmek için nesnenin yokluğu gereklidir. Annenin yokluğuyla başa çıkmak için oluşturulan içsel imge, bebeğin ruhsallığında simgeleştirme kapasitesinin gelişmesini sağlar. Anne bebekten uzaklaşamaz, bebeğe düşlem kurma ve simgeleştirme alanı yaratamazsa, bebeğin simgeleştirme kapasitesinin gelişmesi zorlaşır. Bu kapasitesinin gelişememesi ya nüfuz eden (aşırı varlık) ya da kayıp anne (aşırı yokluk) kavramları ile ilgilidir.
Winnicott da, sağlıklı anne-bebek ilişkisini tarif ederken, bebeğin bazı ayrılıkları yaşamasının gerekliliğinin altını çizer. Bu ayrılıklara tahammül etmeyi öğrenebilen bebeğin yalnız kalabilme kapasitesi gelişecek ve anneden ayrışması mümkün olacaktır. Anne ve çocuk ilişkisinin niteliği, bebeğin ihtiyaçları ve annenin bu ihtiyaçları ne şekilde karşıladığı ile belirlenecektir. İhtiyaçlara verilen yanıtlar, bu yanıtların tutarlılığı ve niteliği, ilk ilişkideki güven veya güvensizlik duygularının oluşmasına neden olacaktır.
İlginizi çekebilir: Çocuklarda duygusal gelişimin desteklenmesi için 8 etkili öneri