X

Anne-bebek ilişkisi, romantik ilişkilerimizi nasıl etkiler?

Bu yazımda bazı kuramsal bilgileri günlük hayatımızda karşılaştığımız somut örneklerle birleştirerek anlatmak istedim, çünkü yetişkin dünyasına geldiğimizde karşımızdaki kişiler ile kuracağımız her türlü ilişkide o kişinin bizimle kurduğu duygusal bağlarından bağımsız olarak sahip olduğu ve bizimle olan ilişkisindeki davranış örüntülerini de bir bakıma belirleyen bazı potansiyelleri beraberinde getirdiğinin farkında olmamız gerekmektedir.

Birçok belirleyici elbette vardır, ancak ilk dönem anne-çocuk ilişkileri sağlıklı kurulmazsa -ki yapılan bazı çalışmalarda buna baba işlevi ve etkileri de eklenmiştir-, bu döneme ait aktarımlar ilişkinizde tekrarlanarak negatif bir rol oynayabilir. Bu da ilişki sırasında sizin şöyle anlar yaşamanıza sebep olabilir; “Her şey gayet iyi gidiyordu, şimdi ne oldu da birden beni aramamaya başladı?”, “Hem beni sevdiğini söylüyor, hem de öyle bir şey yapıyor ki bana değer vermediğini düşünüyorum, hangisine inanacağım şaşırdım”, “Aslında her şey yolunda ama bir şey var, bir set gibi, sanki bazen ona ulaşamadığımı düşünüyorum”, “Tüm yaptığımız planlar hep onun istekleri doğrultusunda, beni bir şekilde ikna ediyor ve benim isteklerime bir türlü sıra gelmiyor…” Bu örnekleri çoğaltmak mümkün, size de tanıdık geldi mi?

Aynı şekilde kendinizle ilgili de anlamını kavrayamadığınız, ancak ilişkilerinizi biraz detaylandırdığınızda hep benzer süreçlerin dahil olduğunu ve tekrarların yaşandığını görebilirsiniz. Örneğin şöyle hissedebilirsiniz “Birçok ilişki yaşıyorum, ilk başta, tamam işte bu diyorum ama kısa bir süre sonra tüm çekiciliğini yitiriyor”, “Tüm ilişkilerimde çabalayan ve alttan alan taraf benim”, “İlişkilerimde partnerimin beni aldatacağı korkusunu yaşıyorum ve bu onu sıkmama sebep oluyor istemesem de”, “Terk edilme ya da ilgi görememe endişesi yaşamam ilişkilerimde hep sorunlara yol açıyor”, “İçimde öyle bir boşluk duygusu var ki kimse bunu dolduramayacak ya da hiçbir zaman mutlu bir ilişki yaşayamayacakmışım gibi hissediyorum.” Tüm bu sorunlar aslında o andaki kişi ile olan ilişkinizin dinamiğinin dışında, kaynağını işte bu ilk dönem anne-çocuk ilişkisindeki aksaklıklardan temel alan problemlerdir.

Yapılan araştırmalarda partnerlerden birinin ilişkilerde yaşanan bu zorlu deneyimler karşısında salt kendini suçlamaya ya da tek başına ilişkinin zorluklarını göğüslemeye çalıştığı, yaşanan her türlü karmaşıklığı aşmak ya da anlamlandırmak için gerekli olan soruların cevaplarını kendine sorarak bulmaya çalıştığı görülmüştür. Karşı taraf durumu bazen öylesine iyi manipüle eder ki, hatanın kendimizden kaynaklandığını düşünmemizi sağlar. Oysa ki bu tutum kişinin bir süre sonra bıkkınlık ve tükenmişlik hissetmesine sebep olacaktır.

Elbette ki söylemek istediğim bu sorunları sadece temel dönemde yaşanan aksaklıklara indirgeyip üstesinden gelemeyeceğinizi düşünmeniz ya da yaşananların sorumluluğunu üstlenmeniz gerektiği değil, “Çocukluğumda bunu bunu yaşadım, bu yüzden böyle…” şeklindeki düşünce tarzı başımıza gelen her türlü durumun karşısında sahip olduğumuz sonsuz seçeneklerimizi görmemizi engeller. Ancak kendimizi paralamadan ve yaşanan sorunların sanki eksikliğimizden kaynaklandığını düşünüp senaryolar üretmeden önce, karşımızdaki bireyin bazı potansiyellerle geldiğini fark etmek ve birbirini yıpratmak yerine belki de terapi sürecinde bu sorunların üstesinden gelinebileceğinin de bilincinde olmaktır. Yani fark et, iyileştirmeye çalış. İstekli ol ve harekete geç. Bu motivasyon gerçekten çok önemli, umutsuz olup kendini hayatı deneyimlemekten alıkoymak yerine, doyurucu bir ilişki yaşamanın en temel hakkımız olduğunun üstünü örtmeden kendimize “Ne oluyor da ilişkilerimde hep aynı hayal kırıklıklarını yaşıyorum?” sorusunu sormaktır. Vereceğimiz dürüst cevaplar belki de bizi başka bir noktaya taşıyacaktır.

Kuramların konuya nasıl yaklaştığına göz atmak isterseniz en yaygın olanları derledim sizler için, soru sormak isterseniz bana e-mail yolu ile ulaşabilirsiniz. aslisyd81@gmail.com

Anne-çocuk arasında kurulacak sağlıklı bir ilişki, sadece erken çocukluk dönemini değil, kişinin tüm yaşamını etkileyecektir. Önemli çocuk psikanalistlerinden John Bowlby “Bağlanma Kuramı”nı (Attachment Theory) geliştirmiştir. Anne-bebek arasındaki bağlanma biçiminin nasıl oluştuğunu ve çocuğun gelişiminde nelere sebep olduğunu araştırmış, sağlıklı anne-bebek bağlanmasının çocuk üzerinde geliştirici, iyileştirici ve kişiliğin oluşmasındaki olumlu etkilerine değinmiştir.

Bowlby’ye göre, insanların kuracakları her yeni ilişkinin ve sosyal tepkilerin temeli, henüz sözcüklerin olmadığı bebeklik dönemindeki birincil bağlanma figürü ile kurulan ilk ilişkilerinde atılmıştır. Bebeklikte belirlenen ve zihne kaydolan anne ile bebek arasındaki bu ilişki biçimini “içsel tasarım” olarak adlandırmıştır.

Çeşitli nedenlerle doğumdan hemen sonra annelerinden ayrılarak özel bakıma alınan bebeklerde; gelişmenin yavaşladığı ya da durduğu, bu bebeklerin yemek yemedikleri, sosyal geri çekilme yaşadıkları ve yüzlerinde sürekli üzüntülü ifadeler taşıdıkları görülmektedir (Goodfriend, 1993).

Nesne ilişkileri terapistlerinden Cashdan de anne ile bebek arasındaki erken dönem ilişkisinin, kişinin tüm ilişkilerinde benzer şekillerde ortaya çıktığını savunmuştur. Bebeğin ihtiyacı, onun ruhsal ihtiyaçlarına duyarlı bir annenin varlığıdır.

Bion’a göre doğumdan itibaren bebek baş edemediği birçok içsel ve dışsal uyarana (Beta elementler) maruz kalır. İçeriden gelen açlık, susuzluk gibi etkenler ve dış uyaranların yarattığı rahatsızlık sonucunda yoğun bir dengesizlik yaşar. Anne, bebeği ile özdeşim kurarak onun ihtiyacını karşıladığında, bebek kapsandığını hisseder ve kendini kötü hissettirenin, anne tarafından iyiye dönüştürülebildiğini (Alfa element) deneyimler. Bebeğin içinde bulunduğu, ancak başa çıkamadığı bazı durumlarda annenin düşlemlerini bebeğin hizmetine vererek onu sakinleştirebilmesi ve bu olumsuz deneyimleri dönüştürerek tahammül edilebilir kılması, annenin “kapsayıcı işlevi” olarak adlandırılmıştır.

Bion’un tanımladığı kapsayıcı işlevlerin zayıf olması, yani ebeveynin çocuğun ihtiyaçlarını hissedememesi, anlamlandıramaması ve dönüştürememesi, çocuğun kaygılarının yatışamamasına, içsel gerilime ve bunun sonucu olarak da bazı psikopatolojik (depresyon, kaygı, anksiyete) belirtilerin ortaya çıkmasına neden olabilir.

Winnicott’un “holding” kavramıyla Bion’un “kapsayıcı işlevi” benzerlik göstermektedir. Hazırlıklı olmadığı her yeni durumun bebek için travmatik olduğunu söyleyen Winnicott’a göre bebek, her an düşünülemez bir kaygının (unthinkable anxiety) kıyısındadır ve bunu ancak annenin tutma (holding) işlevi ile aşabilir. Aynı zamanda gerçek ve sahte benlik kavramlarının oluşması, annenin çocuğun ihtiyaçlarını karşılamak için kendi zamanına uygun hale getirmesi sonucu oluşmaktadır. (Birbiri ile çatışan, farklı tutumlar sergileyen bireyler.)

Ebeveynlerin kaygı düzeylerinin yüksek olmasının, aşırı koruyucu tutum sergilemelerinin ve ebeveyn-çocuk arasındaki bağlanma ilişkisinin, çocukta fiziksel rahatsızlıkları tetikleyebileceği ve somatik belirtilerin ortaya çıkmasına yol açabileceği de yine araştırmalarca bildirilmektedir (Fritz ve Campo, 2002; Kaufman ve ark., 1997).

Bunun yanı sıra, normal gelişen bir bebek, annenin kısa süreli ayrılıklarına, zihninde içsel bir anne imgesi oluşturarak dayanır. Düşünebilmek ve düşlemleyebilmek için nesnenin yokluğu gereklidir. Annenin yokluğuyla başa çıkmak için oluşturulan içsel imge, bebeğin ruhsallığında simgeleştirme kapasitesinin gelişmesini sağlar. Anne bebekten uzaklaşamaz, bebeğe düşlem kurma ve simgeleştirme alanı yaratamazsa, bebeğin simgeleştirme kapasitesinin gelişmesi zorlaşır. Bu kapasitesinin gelişememesi ya nüfuz eden (aşırı varlık) ya da kayıp anne (aşırı yokluk) kavramları ile ilgilidir.

Winnicott da, sağlıklı anne-bebek ilişkisini tarif ederken, bebeğin bazı ayrılıkları yaşamasının gerekliliğinin altını çizer. Bu ayrılıklara tahammül etmeyi öğrenebilen bebeğin yalnız kalabilme kapasitesi gelişecek ve anneden ayrışması mümkün olacaktır. Anne ve çocuk ilişkisinin niteliği, bebeğin ihtiyaçları ve annenin bu ihtiyaçları ne şekilde karşıladığı ile belirlenecektir. İhtiyaçlara verilen yanıtlar, bu yanıtların tutarlılığı ve niteliği, ilk ilişkideki güven veya güvensizlik duygularının oluşmasına neden olacaktır.

İlginizi çekebilir: Çocuklarda duygusal gelişimin desteklenmesi için 8 etkili öneri

Aslı Songün: Haliç Üniversitesi Psikoloji Bölümü 2003 yılı mezunuyum. Aynı üniversitede yaptığım Psikoloji yüksek lisansını “Çocukların Sahip Oldukları Denetim Odağının, Algıladıkları Ebeveyn Çatışması İle İlişkisi” konulu tezimi tamamlayarak uzmanlık derecemi almış bulunmaktayım. 2005 yılı itibari ile çeşitli sağlık ve eğitim kuruluşlarında görev aldım. Sağlık alanındaki stajımı Balıklı Rum Hastanesi Anatolya Kliniklerinde gerçekleştirdim. Projektif Testler Derneğinden Rorschah, T.A.T testleri eğitimini aldım. Çocuk gelişim testleri eğitimini tamamladım. 2019 yılında Mindfulness Institute’de Mindfulness tabanlı stres azaltma eğitimi (MBSR) programına katıldım. Konuyla ilgili çalışmalarım devam etmektedir. İstanbul Psikanaliz Derneği’ne bağlı olarak Psikanaliz eğitimim sürmektedir. 2013 yılından beri Nişantaşı’ında eğitim veren United Kids Academy'nin kurucu ortağı olarak çocuklarla birlikte çalışmaya devam etmekteyim. Ayrıca özel bir klinikte danışan görmekteyim.

‘Evdeki herkes barista’: Bosch VeroBarista ile kahve deneyiminizi zirveye taşıyın

Kahve, şüphesiz ki pek çoğumuz için lezzetli bir içecekten çok daha fazlası; adeta bir tutku, bir ritüel… Sabahın ilk ışıklarında enerji veren, gün içindeki küçük molalarda kendimizi şımartmamızı sağlayan, bazense sohbetlerin tadını ikiye katlayan en keyifli eşlikçi. O yüzden günün farklı anlarını, farklı kahvelerle taçlandırmak gibisi yok; ne de olsa her anın kendine has bir kahvesi var. Güne enerjik bir başlangıç yapmak için yoğun aromalı bir americano ya da gün içinde en sevdiğimiz tatlının yanında yumuşak içimli bir cappuccino en iyi seçim olabilir.



Peki ya bu seçimlerimizi evde barista ustalığıyla hazırlayabilir miyiz? Elbette. Bosch Tam Otomatik Kahve Makinesi VeroBarista ile günün her anına ve her damak tadına uygun lezzetli kahveler hazırlamak mümkün; çünkü VeroBarista ile evdeki herkes barista. Her fincanınızı ustalık eserine dönüştürmeye hazırsanız, işte VeroBarista ile yapabilecekleriniz:

Kahve çekirdeklerini dilediğiniz gibi öğütebilirsiniz

Barista ustalığında lezzetli kahveler hazırlayabilmenin ilk adımı, kahve çekirdeklerini doğru bir şekilde öğütmekten ve tazeliği korumaktan geçiyor. Güzel haber; VeroBarista tüm bunları sizin için yapıyor. CreamDrive, yüksek kaliteli seramik kahve öğütme ünitesi ve özel aroma koruyucu çekirdek haznesi ile günün her saati taze çekilmiş kahve çekirdekleriniz hazır.

Üstelik çekirdek öğütme inceliğini de dilediğiniz gibi ayarlayabilirsiniz. Arka arkaya iki öğütme ve ısıtma sayesinde ekstra güçlü kahvenizi tadı daha az acı olacak şekilde hazırlayabilirsiniz. AromaDouble Shot Fonksiyonu ile kahve aromasından ödün vermeden ekstra yoğun kahveler hazırlamak da mümkün. E bir barista daha ne ister, öyle değil mi?

Farklı anları, farklı kahve çeşitleriyle taçlandırabilirsiniz

Taze çekilmiş kahve çekirdeklerinin mis kokusunun yanı sıra kahve hazırlamanın en güzel yanlarından biri de hiç şüphesiz her damak zevkine uygun farklı seçenekler yapabilmek. Sert tatları sevenler, yumuşak içim tercih edenler ya da daha eğlenceli köpüklü bir şeyler arayanlar… VeroBarista’da herkes için bir şeyler var. Cappuccino, flat white, latte macchiato, sütlü kahve, OneTouch Function ile hepsini tek tuşla hazırlayabilirsiniz. Dahası, yoğun tatları seviyorsanız americanonuz da VeroBarista ile hazır.

Belirtmekte fayda var ki; bir barista ustalığında kahve hazırlayabilmek için özellikle sütlü kahvelerde doğru lezzeti yakalayabilmenin en önemli sırrı sütün sıcaklığını ve kıvamını doğru ayarlayabilmek. Neyse ki VeroBarista, ideal demleme sıcaklığı konusunda tam bir usta. Sütlü kahvelerde bile mükemmel sıcaklığı yakalıyor, süt köpüğü ve sıcak su hazırlama seçenekleri ile her kahve türünü lezzetten ödün vermeden hazırlıyor. Ayrıca sütlü kahveleriniz için de hortumlu süt adaptörü sayesinde esnek çözümler sunuyor. İster kutudan, ister şişeden, ister kendi termosundan süt alın, VeroBarista ile sonuç hep aynı; hep mükemmel.



Kişisel tercihlerinizi kaydedebilirsiniz

Geçek bir barista kahve hazırlarken mutlaka kişisel dokunuşlarıyla fark yaratır; VeroBarista da evdeki herkesin kendi ‘barista’ dokunuşunu ekleyebilmesi için kişiselleştirilmiş tercihlere göre 4 adede kadar favori kahve kaydedebilme özelliğine sahip. Böylece her yudumda tam da istediğiniz gibi bir lezzete kavuşabilirsiniz. Ayrıca evinizde baristalığı başkasına devretmeniz gereken anlarda da kahvenizin yine tam istediğiniz gibi hazırlanacağından da emin olabilirsiniz 🙂 Sıfır risk, bol lezzet…

En sevdiğiniz kahveyi, en sevdiğiniz fincanda içebilmeniz için de VeroBarista üstüne düşeni yapıyor ve yüksekliği ayarlanabilir kahve çıkışı sayesinde 15 cm yüksekliğe kadar ayarlanabiliyor. En uzun latte macchiato bardaklarınızı bile rahatlıkla kullanabilirsiniz.

Zamandan ve enerjiden tasarruf edebilirsiniz

Kahve hazırlarken lezzet kadar önemli bir şey daha varsa; o da şüphesiz ki zamandan ve enerjiden tasarruf edebilmek. VeroBarista, minimum ısınma süresiyle 45 saniye gibi çok kısa bir zamanda kahvenizi hazır hale getiriyor. Ayrıca her kahveden sonra autoMilkClean süt temizleme sistemi ile tam otomatik temizlik sunuyor ve kolayca çıkartılabilir damlama tepsisi, kahve posası kabı ve süt ağızlıkları bulaşık makinesinde yıkanabiliyor. Yani kahve keyfiniz bittiğinde sizi temizlikle hiç yormuyor. Ve son olarak ZeroEnergy Auto-off otomatik kapanma özelliği ile belirlenen saatten sonra enerji tasarrufu yapmak için kapanıyor, sizi düşündüğü kadar çevreyi de düşünüyor. Kim hem çok lezzetli kahveler yapan hem de akıllı özellikleriyle kahve hazırlamayı mükemmel bir deneyime dönüştüren böylesi bir yardımcıyı evinde istemez ki?

Siz de evinizin baristası olmaya hazırsanız, en lezzetli kahveleri kendi damak tadınıza göre ayarlamak ve her defasında mükemmel sonuçlar elde etmek için hemen tıklayabilir, VeroBarista ile tanışabilirsiniz.

*Bu yazı Bosch katkılarıyla hazırlanmıştır.





21 Günde Ustalaş: Hayatınızı dönüştürmenin kısa rehberi

Günümüz dünyasında insanlar hızlı ve etkili çözümler ararken, uzun vadeli değişikliklerin ne kadar süre gerektirdiği sorusu akıllarda yer ediyor. Araştırmalar, bir alışkanlık kazanmanın 21 günlük bir süreç olduğunu belirtiyor. Bu gerçek, “21 Günde Ustalaş” serisini şekillendiren temel düşünce. Omega Yayınları’nın yayımladığı ve Marie-Claire Carlyle, Leon Nacson ve David A. Phillips gibi alanında prestijli yazarların katkıda bulunduğu seri, hayatın farklı alanlarında bir dönüşüm yaşamak isteyen okurlara kısa ama derinlemesine bir yolculuk sunuyor. Peki, bu serinin her kitabı, okura nasıl dokunuyor? Gelin, seriye birlikte göz atalım.



Marie-Claire Carlyle-Para Mıknatısı: Zenginliğe Giden Yolda Bir Yol Haritası

Serinin ilk kitabı olan Para Mıknatısı, parayla olan ilişkimize yeni bir perspektif getiriyor. Carlyle, paranın sadece maddi bir unsur olmadığını, aynı zamanda kişisel değerimizin ve başkalarına sunduğumuz katkının bir yansıması olduğunu öne sürüyor. Kitap, okuyucuları “zengin” olmanın ötesine taşıyarak, yaşamlarında gerçekten neye değer verdiklerini sorgulamalarına yardımcı oluyor. Paranın bir enerji olduğu fikri üzerine kurulu bu kitap, hayata daha fazla refah çekmek isteyenler için önemli adımlar sunuyor. Okur, mevcut finansal alışkanlıklarını gözden geçirmeye ve “para mıknatısı” olma yolunda ilerlemeye davet ediliyor. Carlyle’ın dili basit ama etkileyici. Kitap, “Paranın Değeri” ve “Niyet Etmenin Gücü” gibi bölümlerle, paraya olan bakış açınızı tamamen değiştirebilir. Ancak bu kitap, sadece bir kişisel gelişim kitabı değil; alışkanlıkları kökten dönüştürmek isteyen herkes için bir rehber niteliğinde. Para ve refah konusunda mevcut düşünce kalıplarını yıkmak isteyen okurlar için güçlü bir başlangıç noktası sunuyor.

Leon Nacson-Rüyalar: Bilinçaltınızı Keşfetmek İçin Bir Araç

Serinin ikinci kitabı olan Rüyalar, sadece uyku sırasında yaşadığımız olayların ötesinde, bilinçaltımızın derinlerine bir yolculuk yapmamıza yardımcı oluyor. Nacson, rüyaların anlamını çözebilmek için onları hatırlamanın önemini vurgularken, okuyuculara kendi rüya günlüğünü tutmanın faydalarından bahsediyor. Modern yaşamın karmaşasında, rüyalarla ilgili sembollerin ve temaların nasıl çözüleceğine dair pratik bilgiler sunuyor. Kitap, rüya yorumlamada bireysel deneyime önem vererek okuyucunun kendi rüyalarının dilini öğrenmesini sağlıyor. Rüyaların sembolizmi üzerine yoğunlaşan bölümler, okurun bilinçaltına dair ipuçlarını yakalamasını kolaylaştırıyor. “Düşmek, Uçmak ve Kovalanmak” gibi herkesin yaşamış olabileceği rüya temalarına açıklık getirirken, kişinin ruhsal yolculuğunda bir rehber olma niteliği taşıyor. Nacson, rüyaların günlük hayatımızdaki yansımalarına dikkat çekiyor; bu da kitabı okura bilinçaltıyla ilgili derin bir keşif fırsatı sunan önemli bir araç haline getiriyor.

David A. Phillips-Numeroloji: Sayıların Gizemli Dünyası

Üçüncü kitap Numeroloji ise, yaşamın derin sırlarını anlamak için sayıların gücüne odaklanıyor. Phillips, Pisagor’un öğretilerine dayanan bu kadim bilim dalını modern hayata uyarlayarak, insanların kendilerini ve çevrelerindekileri daha iyi anlamalarına yardımcı olmayı hedefliyor. Numeroloji, sadece kişilik analizi değil; aynı zamanda kariyer seçimleri, ilişkiler ve ruhsal gelişim açısından da rehberlik sunuyor. Phillips, kitabında sayılara dair teorik bilgilere ek olarak, gerçek dünyadan ünlü örnekler sunarak konuyu daha somut bir hale getiriyor. “Ruh Sayıları” ve “Adların Gücü” gibi bölümler, okurların kişisel yaşamlarına dair önemli çıkarımlar yapmasına olanak tanıyor. Numerolojiye ilgi duymayanlar bile, bu kitap sayesinde yaşamlarını yeni bir gözle değerlendirmeye başlayabilir.

21 Günlük Yolculuk: Alışkanlıklar ve Dönüşüm

Bu seri, alışkanlıkların nasıl şekillendiğine ve yaşamda yeniye yer açmanın neden önemli olduğuna dair kapsamlı bir rehber niteliğinde. Her kitap, 21 gün boyunca okuru derin bir içsel yolculuğa çıkarıyor ve bir yandan kısa süreli bir rehber gibi görünse de her birinin arkasında büyük bir felsefi altyapı bulunuyor. Para Mıknatısı, finansal refahın anahtarlarını sunarken; Rüyalar bilinçaltımızı çözmemize yardım ediyor ve Numeroloji kişisel potansiyelimizi anlamamıza kapı aralıyor. Bu serinin en büyük gücü, herkesin hayatında bir noktada değişiklik yapma ihtiyacını hissetmesi ve 21 gün boyunca süren bu küçük ama etkili adımların, büyük dönüşümlere yol açma potansiyelinde yatıyor. Her kitap, farklı bir tema etrafında dönse de ortak payda: Bireyin kendi gücünün farkına varmasını sağlamak ve bunu bir alışkanlığa dönüştürmek.



Sonuç olarak, “21 Günde Ustalaş” serisi, hayatta bir adım öne geçmek ve yeni bir başlangıç yapmak isteyenler için ilham verici bir çalışma. Her kitabın derinliği, okurun kendine dair yeni keşifler yapmasına olanak tanıyor. Seriyi okurken hem kişisel gelişiminize katkıda bulunacak hem de alışkanlıklarınızı yeniden gözden geçireceksiniz. Hayatta yeni bir sayfa açmak için siz de bu 21 günlük yolculuğa çıkmaya hazır mısınız?

Bu yazı Deniz Poyraz tarafından kaleme alınmıştır.

İlginizi çekebilir: Yaratıcılık bir hayal mi? Yaratıcı olmak mümkün mü? İyi ama nasıl?





İlgili Makale