Duygusal olarak yoğun, emek isteyen, zamanla şekillenen bir şefkat yolculuğudur anne – çocuk ilişkisi. Annenin yolculuk haritasında, hayatı çocuğa tanıtmanın heyecanı ve bazense korkusu hakim olduğu gibi, çocuğun haritasındaki birçok şey bilinmez ve yepyenidir. Birbirine yabancı ama bir o kadar da tanıdık bu iki haritayla aynı yolda yürümek nasıl mümkün olabilir?
Şefkat ile başlar herşey. Koşulsuz olarak sevgiyi yaşayabilme ve yaşatabilme halidir şefkat. Her şefkatin içinde sevgi, her sevginin içinde ilgi ve bağlılık vardır. Koşullar olmaksızın “ben burdayım” diyebilmektir.
Yaşamın ilk yıllarında temel ihtiyaçlarını tek başına karşılayamayan çocuk, anneden destek bekler. Hem fiziksel hem de duygusal olarak anneye bağımlı olan çocuk, büyüdükçe dünyayı keşfetmeye ve otonom olmaya başlar. Kendi sınırlarını merakla ve ilgiyle keşfetmeyi, yenilikleri anlamlandırmayı öğrenir. Her durum, kişi ve nesne ona yeni, bilinmez gelir. Dokunduğu her eşya, içinde bulunduğu her olay, karşılaştığı her kişide kendi “duygu durumu”nu ve oluşturmaya çalıştığı “değer”lerini deneyimler. Bunu yaparken ise, bir gözü annede, her adımında “onay” bekler.
Onaylanan çocuk kendini “güven”deymiş gibi hissederken, onaylayan anne çocuğunun olumlu davranışları ile “gurur” duyar. Annenin olduğu ortamda korku ve kuşkunun yer almayacağını öğrenen çocukla, kendi değerlerine uygun davranan bir çocuğa sahip olmanın mutluluğunu yaşayan anne arasındaki bağ zaman içerisinde birbirini besleyen ama geliştirmeyen bir döngü halini alır.
Yeni yürümeye başlayan çocuklarda, onay arayan bakışları sıkça gözlemleriz. Bir adım ardına diğer adımı atmaya çalışan küçük çocuk, üçüncü adımda dengesini sağlayamaz ve düşer. Düşmesiyle birlikte içinde bulunduğu durumun sonucunu annesinin gözlerinde arar. Bu arayış sırasında, annede iki davranış belirebilir: Sakince bekleyip, çocuğunun yerden kalkma deneyimini yaşamaya izin verme hali veya “eyvah, iyi misin?” sorusuyla kendi tedirginliğini, sorgulamayla karışık çocuğa geçirme hali.
Her davranışını onaylanma ile öğrenen çocuk, düşmesiyle birlikte annesinin suratındaki endişe ve korkuyu çok kolay anlamlandırabileceği için, kendisi de “şu an tehlike var, korkmalıyım” mesajını alarak ağlamaya ve hemen ardından anne tarafından sakinleştirilmeye ihtiyaç duyar. Çocuk için gerçekleşen bu sürecin bir benzeri de annede gerçekleşir. Çocuğu düşen annenin içindeki “korku, pişmanlık, suçluluk” duyguları onun “korumacı” yanıyla birleşince, anne, çocuğun gerçek anlamda zarar alıp almadığına bakmaksızın müdahale etmek ister. Böylece kendi duygularını, çocuğuna gösterdiği korumacı davranışla onaylamış olur.
Küçük yaşlardan beri devam eden “karşılıklı onaylama” hali, çocuğun hayatına sosyal çevrenin girmesiyle birlikte bozulur. Tek başına bulunması gereken sosyal ortamlarda, çocuk bakışlarıyla anneyi arar ama bulamaz ve davranışlarının sonucuyla kendisi yüzleşmeye başlar. Birey olabilme, kendini rahatça ifade edebilme ve sorumluluk alabilme imkanını tanıyan ailelerin çocukları, yalnız kaldığı ortamlarda davranışlarının sonucuyla kolaylıkla yüzleşebileceği gibi, “karşılıklı onaylama”yı kullanan ailelerin çocuklarında, zorlantı anında “ağlama – öfkelenme” veya “kaçınma” davranışları gözlemlenir.
En önemli nokta ise, anne – babaların çocuklarının aynaları olmalarıdır. En kolay öğrenme yöntemlerinden biri olan “taklit etme” çocukların sıklıkla başvurduğu bir yoldur. Bu nedenle, anne – baba kendini ne ölçüde tanırsa, çocuk da o ölçüde kendini bilebilir.
Aynadaki yansımalarınızın çocuklarınıza ışık saçması dileğiyle…
İlginizi çekebilir: Çocuk gelişimi: Karar verebilen ve seçim yapabilen çocuklar yetiştirin