“Anda kalalım” tamam, ama neden ve nasıl?
Hep duyuyoruz: “anda kalalım, geçmiş ve gelecekten bağımsız anda yaşayalım.” Tamam, tamam anladık. Ezberledik. Ama ne olacak, neyimize yarayacak, neden bunun için uğraşalım? Biri de çıkıp bunu bir izah etse ya…
Şimdi ben kendi keşiflerim, deneyimlerim doğrultusunda az çok bir şeyler açıklamaya çalışayım.
Yin yoga dersleri sırasında hocam Berivan hep şunu der pozlar esnasında: “Şu an tam olarak neredesiniz? Burada mısınız yoksa akşam giyeceğiniz kıyafette veya çıkıştaki trafikte mi? Yargılamadan izleyin. Bakalım durduğunuzda zihniniz hemen nereye gitmek, ne yapmak istiyor? Neye meyil ediyor? Sadece fark edin.” Sonra da nefeslere ve pozların bedene olan etkisine dikkatlerimizi yönelterek bizi ana getirmeye çalışır.
İlk zamanlarda her hatırlatmasında şaşırıyordum. Hakikaten o an, matın üstü hariç her yerdeydim! Bir neyin neden olduğuna dalmışım, bir çıkışta ne yapacağımı planlıyorum, bir gideceğim tatilde tam olarak ne yapabiliriz onları düşünüyorum… Ohoo! Sonsuz, sınırsız! Her yerdeyim! İyi de çok saçma değil mi? O anları ya yaşamışım ya yaşayacağım zaten. Şimdiden kendime zaman ayırıp kendime faydalı bir şey yaparken neden aslında yapmamak?
Biz insanoğlu hiçbir şeyi tam hakkını vererek yapmıyoruz aslında siz de fark ettiniz mi? Ne gerçekten yemek yiyoruz, ne sadece araba kullanıyoruz, ne müzik dinliyoruz. Yemek yerken ya televizyona bakıyoruz, ya telefona. Hiç olmadı mutlaka birileriyle diyalog halindeyiz. Çoğu zaman masaya bile oturmayanlarımız çoktur; ayaküstü ağza bir iki lokma bir şey atıp evden koşturarak çıkmaca.
Sizce o anlarda biz aslında gerçekten yemek yemiş oluyor muyuz? Mesela gerçekten yemeğin tadını alarak mı yiyorsunuz? O an o yemeğe sizin karnınızı doyurup enerji verdiği için saygı ve minnet duyuyor musunuz? Rengini, şeklini hiç incelediniz mi? Tahmin ediyorum ki hayır. Ben de sürekli böyle yaşamıyorum bu arada. Ama elimden geleni yapıyorum en azından diyelim. Yani aslında “gerçekten” yemek yemek nasıl bir şey çoğumuz bence bilmiyoruz maalesef. Otomatik davranışlarımızdan bir tanesi olmuş sadece. Nasıl büyük ve önemli bir yer kaplıyor aslında hayatlarımızda. Ve biz harcıyoruz bir noktada. O an tüm var oluşunuzla o yemeğe konsantre olsanız; şekline, tadına, verdiği hisse; zaten minnacık porsiyonla doyuyor insan biliyor musunuz? Aslında yemeğin tadını falan anlamadığımızdan o doyumsuzluklarımız.
Ya araba kullanmak? Klasikleşmiş bir laf bile var: “Ben arabada düşünüyorum birçok şeyi.” Bravo! İyi yapıyorsun! Düşünme alanın mı senin o trafik? Yahu tüm dikkatini yoluna versene; o an sadece o yolda olsana. O zaman sizce de çok ciddi bir yüzdeyle azalmaz mıydı kazalar?
Hele müzik dinlemek. Dünyanın en güzel şeyi sanırım müzik dinlemek. İnsanı alır, rahatlatır, masaj yapar, ruhunu dans ettirir. Hepimizin ihtiyacı bence müzik. Aslında öyle büyük bir şey ki ama biz yine farkında değiliz tabii. Müzikte her şeyi bırakmak yerine sürekli ama sürekli konuşup düşünüyoruz o esnada. Acaba ne olacak, ne zaman arayacak, işte şu konuda iyi geri dönüş yapacaklar mı? Ay bir dur! Bir dur da şu kulağından girip ruhunu parlatan müziğin tadını çıkar! Duy! Dinle! Yaşa o müziği! Var ol o müzikte! Bırak, teslim et kendini ona. Sonra da “ohh” diyerek derin bir nefes çek içine: ohh iyi ki yaşıyorum…
Şunu demek istiyorum: hiçbir zaman, hiçbir durumda ya da histe yüzde yüz varlığımızla o an orada bulunmuyoruz. Bulunmadığımız için de hiçbir şeyi tam hakkını vererek yapmış olmuyoruz. Her şey yarım yamalak. E o zaman da yarım yamalak yaşıyoruz aslında… Öyle olmuyor mu?
Size çok basit bir soru sorsam şu an mesela: “Sizce yürümek nasıl bir şey?” desem verebilecek ama gerçekten verebilecek bir cevabınız var mı düşünün bakalım… Bir ağaç mesela? Ne yapıyor? Nasıl bir şey? Dokununca nasıl bir his? Hayatınızda çoğu şeyi otomatik olarak mı yaşıyorsunuz yoksa hissederek mi içine giriyorsunuz her anınızın? Çoğu an diyeyim en azından, her an iddialı oldu biraz…
Dün masaja gittim sağlığım için. Rahatlayıp kendimi teslim edeceğime ki amacım oydu, bir baktım o masa hariç gerçekten bir çok yerdeyim. Her fark ettiğimde nefeslerime odaklanarak getirdim kendimi o ana ama yazık etmiyor muyuz kendimize, hayatımıza? Ben gerçekten “yaşamış” olarak gitmek istiyorum bu dünyadan. Hazır böyle her şeyi deneyimleyebileceğim bir dünyaya gelmişken çok haybeye yaşamak kendime yaptığım haksızlık gibi geliyor artık. Dünyayı oyun alanı gibi düşünmek. Kaydıraktan kayarken tüm coşkunuzla o kaydıraktan kaymanın verdiği histen zevk almak demek istediğim şey. Kaydıraktan kaydığınız sırada düşündüğünüz alakasız şeylerle o coşkuyu, merakı, deneyimi heba etmemek…
Ha tabii neden düşünüyorum şu an diye de kendime asla yüklenmiyorum, kızmıyorum. Bu her konuda bir numaralı şart. Kendinize iyi ve şefkatli davrandıkça dönüşüm başlıyor bence zaten. Berivan’ın dediği gibi sadece hiç yargılamadan izliyorum, fark ediyorum. Fark ettikçe kendimi ana getiriyorum zaten. Ve inanın bu da kas gibi bence. Ne kadar farkındalığınız artar ve kendinizi o içinde bulunduğunuz ana çekerseniz, gittikçe daha o an neredeyseniz yaşamaya başlıyorsunuz. Gelişiyor zamanla, pratikle yani.
Mesela şimdi ben yogada başlardaki gibi kaybolmuyorum. Nefesime ve bedenime odaklı çalışıyorum çoğunlukla. Ve o zaman da her şeyi unutuyorum. Tek yaptığım yoga o an. Hayatımda başka tek bir şey yok o zaman diliminde. Her şey kayboluyor işte o zaman. Geçmiş, gelecek, kaygılar, endişeler, hüzünler, korkular. Hepsi yok oldu!
Anda kalarak yaptığımız en büyük şey bu aslında biliyor musunuz? Ne korkacak bir şey var, ne endişelenecek, ne düşünecek. Çünkü o sırada tüm hayat o yoga matının üzerinde sadece. Düşünülmesi gerekenler zamanı gelince düşünülüyor merak etmeyin. Sizin evvelden oturup düşünmeniz size tek bir fayda bile sağlamıyor.
Dediklerimin de her şeyiyle arkasında duruyorum. Hele son zamanlarda iyice başka açılardan da deneyimledim bunu. Tatsız bir dönemimde hayatımın, sürekli endişe, korku, acı, hüzün. Mesela Pazartesi günü Perşembe ne yapabilirim diye strese giriyordum. Daha geçen hafta oluyor bu arada o kadar uzak da değil. Sonra bir bakıyordum Çarşamba hiç beklemediğim şeyler olmuş hayatımda ve Perşembe günü için ben boşu boşuna kendimi yemişim! Uf yazık değil mi bana? Bunu geçtiğimiz süre zarfında o kadar yaşadım ki, o kadar çok başıma geldi ki; “Tamam, kontrol sende anladım.” dedim. “Her an mucizeler de olabilip hayatımız 180 derece dönebilir, anladım! Tamam o zaman senden gelen her şeyi sevgiyle kabul ediyorum. Düşünüp durup endişelendiğim için sürekli bana ders veriyorsun resmen. Ne yapıyorsun şu an diyorsun, tamam tamam gördüm!” diye konuşmalar yaptım tabii yukarıdakiyle bir yandan. Şimdilerde ise günlük ve anlık yaşamak hayatımın merkezine birazcık daha yakınlaşmış durumda eskisine oranla.
Rahatmış böyle biliyor musunuz? 1 hafta sonra için bir şey denilse şu an, daha var çok diyorum ister istemez. Anlarım, günlerim önemli oldu. “Her gün bir yeni hayat” lafını duydum geçen gün, duymaktan çok anladım demek daha doğru olur belki. Her günü o gün doğmuş gibi yaşamak. Her gözlerini açtığın an hayata yeniden doğmak. Yeniden doğduğunuzda ne yapardınız, ne yaşardınız; bu paralelde yaşamak. Heyecanlı olmaz mıydınız yahu! Yepyeni bir yere geliyorsunuz, meraklı olmaz mıydınız? Birçok yeni bir şey denemez miydiniz? Günlük yaptığınız ve hiç fark etmediğiniz rutinleriniz bile artık daha enteresan olmaya başlamaz mıydı? Diş fırçalamak mesela. O macunun şekli, tadı, dişinizde gezişi ve temizleyişi. Mucize resmen!
Bir bebeği düşünün. Nasıl her şeye meraklıdır. Elini keşfeder, sesini keşfeder, heyecanlıdır. Aslında her gözümüzü açtığımız güne böyle bir heyecanla, merakla başlamak… Düşünsenize hayatlarımız nasıl değişirdi böyle bakıp yaşadığımızda kim bilir? Belki sırf öylesine elinize resim fırçası alıp sırf yeni bir şey denemek arzusuyla, içinizdeki yetenekli ressam ile tanışacaksınız belki de. Kim bilir… Denemek lazım. En önemlisi de YAŞAMAK LAZIM. YAŞAMAK LAZIM BU HAYATI.
“Anda kalmak nasıl olur?” diye soranlara da basitçe şöyle tarif edebilirim: o an 5 duyumuzla algıladıklarımıza konsantre olmak. Mesela yürüyüş yapıyorsanız eğer; havayı içinize çekmek, bedeninizdeki sizin yürümenize olanak sağlayan bacaklarınızı, ayaklarınızı, kaslarınızı fark etmek. O kadar! Bu durum her an, her şey için geçerli. En basit, hepimizin yapabileceği yöntemi ise nefeslerimizi izlemek. O yüzdendir ki meditasyonda ya da yin yogada hep nefesimize odaklanma hatırlatmaları yapılması. O anı yaşayarak aslında o anda hayatı yaşayalım diye…
Denemeye değmez mi sizce de?
İlginizi çekebilir: Hayat seçimlerden ibaret’ diyoruz, peki gerçekten uyguluyor muyuz?