Bu sıralar kafamı kurcalayan sorulardan biri bu. Bize hep “Bilgi güçtür” dendi. Bilgi, akıl, mantık bolca yüceltildi; aksine sezgi, kalp, hisler ise hor görüldü. Peki, bilgi gerçekten de bizim süper gücümüz müydü?
Daha çok yakınlarda, “Keşke daha az bilseydim” dediğim bir süreçten geçtim. Rutin bir kontrol sonrası “Google Doktorluğuna” soyundum. Hem de Türkçe kaynaklar beni kesmeyince, “Madem İngilizce biliyorum, neden faydalanmayayım?” diyerek İngilizce olanlara koştum. Okudum da okudum, konu konuyu açtı. Başlangıçta kendimi daha iyi hissettiğimi sandım ama bir noktada kendimi durdurmak zorunda kaldım, çünkü doktorun dediğini dinlemektense kendimi başka bilgilerle zehirlediğimin farkına vardım.
“Neden bunu kendime yapıyorum?” diye sorduğumda ise cevaplarım şöyle dökülüverdi birer birer. Çok bilirsem, hazırlıklı olabilirim. Çok bilirsem, kontrol edebilirim.
Peki, gerçek aslında böyle mi? Belirsizlikle başa çıkabilmenin, geleceğe hükmedebilmenin tek yolu bilgi mi? Bildikçe kontrol alanımız genişliyor ve biz daha mı güvenli hissediyoruz kendimizi? Emin olmadıkça adım atamayacak kadar bilgiye bağımlı hale mi geldik yoksa? “Dur onu da araştırayım, dur şuna da bakayım” derken artık karar veremediğimiz noktaya mı getirdik kendimizi? “Analizle paralize” mi olduk? Kafayı patlata patlata, eğitimler ala ala, araştırmalar yapa yapa… En sonunda bu kocaman bilgi topunun altında ezildik mi?
Benim gibi plan yapmadan duramayanlardansanız, belirsizlikle aranızın pek iyi olmadığını düşünüyorum. Listeler, yapılacaklar, düzen, nizam intizam. Oysa hayat bu kadar bilindik olmayı sevmiyor aksine. İlla ki sen planlar yaparken, bir ters köşe yapıyor sana ama tabi anlayana. Eğer diretirsen benim bildiğim diye, dönüp dolaşıyor ve tekrar sarıyor sana. Öğretene kadar, asıl dünyanın düzeninin senin kafandaki ile aynı olamayacağını.
Gönül işleri belki de bilginin, aklın, mantığın en çok rafa kalktığı yerler olarak görülebilir. Ama siz de “bilgi güçtür” insanıysanız, kendinizi eksiler, artılar listesi yaparken bulabilirsiniz benim gibi. Neyse ki üzerinden yıllar yıllar geçti ama bir erkek arkadaşımdan böyle bir liste yaparak ayrılmıştım. Neden mi? Çünkü o zamanlar en mantıklı karar buydu, şimdi çok komik bulsam da o listeyi…
Eskiden bir sorunun cevabını bulmak için bazen dakikalarca konuşup, birbirimizi ikna etmeye çalışırken; çok çok uzun zamandır akla bir soru düştüğü zaman Google’a cevabını soruyoruz. Evet çok pratik ama sohbeti, muhabbeti, cevapların olasılıklarını; hepsini bizden alıp götürmüyor mu? Yine de ne zaman bir bağlantı problemi yaşasak, elimiz ayağımız birbirine dolanıyor. O kadar alışmışız ki, bir süre hayatımızda olmaması bile bizi dehşete düşürüyor. Sanki onsuz nefes alamayacakmışız gibi delice bir his yaşadığımız.
Bilgi “Aldım başımı gezmeye gittim, yeni yerler keşfettim” mutluluğumuzu da çalmadı mı bizden? Yol üzerindeki restoranların hangisinde duracağına bile internet puanları ve yorumları ile karar verenlerden misiniz? Riski azaltmak için bilgiye sarılıyoruz ve maalesef bilinmeyenin güzelliğinden mahkum kalma pahasına bunu yapıyoruz. Üstelik yorumlardan seçtiğimiz mekanda ne yiyeceğimize karar vermek için bile yazılan önerilere düşüyoruz. Kaynaklar kısıtlı, bilgi sayesinde hata yapmıyoruz, paramızı boşa harcamıyoruz. Ne mutlu!
Bir de bilginin sosyal medya boyutu var. Eskiye göre tanıdığımız ya da takip ettiğimiz herkes hakkında çok daha fazla şey biliyoruz. Nereye gezmeye gittiğine, neyi kutladığına, ne yediğine, ne giydiğine hakimiz. Ama bu bilgi bolluğu, bize kendimizi gerçekten iyi hissettiriyor mu? Yoksa sıklıkla başkalarıyla kıyaslamalar yapıp; onları gözümüzde büyütürken, kendimizi küçültmeyi mi seçiyoruz?
Sağlıklı yaşama dair de bilgi bombardımanı içinde değil miyiz? Her gün “Onu öyle yapma, şöyle yaparsan daha iyi, onu sürme, bunu alma, öyle uyuma, böyle spor yapma, bunu öğütmeden yeme, şunu karbonatlamadan ısırma…” Sürekli yeni bilgi, iyi, güzel hoş da… Bu kadar bilgi hem bolca kafa karışıklığına, hem “Madem mükemmel olmuyor, o zaman hiç başlamayayım” davranışına neden olmuyor mu? Sürekli bir yarış hali; eğer en yeni sürümle güncellemezsen kendini, vay başına geleceklere.
Sanki bütün bu bilgi kalabalığının içinde kendi hayatlarımızı eziyoruz, hiç gözümüzün yaşına bakmadan. Bir nevi bağımlısı haline geldik bilginin; hangisi bize iyi geliyor, hangisi aslında bizi perişan ediyor sorgulamıyoruz. “Çok bilgi iyidir” diye kodlamışız, gerçekten öyle mi diye durup düşünmüyoruz; bir süzgeçten geçirmiyoruz. “Gönül gözü” ile görmeyi hor görüp, “dataların gücü adına” laflarının arkasına saklanıyoruz. Yalandan kontrol dünyaları yarattığımızı sanıyoruz, ama aslında yanılıyoruz. Tek yaptığımız bilinmeyenin heyecanını, yeniliğin enerjisini, kalıpların dışındaki yaratıcılığı söndürmek.
Ne zaman bilgiye şuursuzca tutunduğumuzu fark edersek, bence değişim önce oradan başlayacak. Kuru kuru bilginin yerini hissetmek, paylaşmak, üretmek, yaratmak alacak. Ruh üflenecek sanki yaşamlarımıza. Sadece bilgiye tapmayı bırakıp, bazen cevabını bilmediğimiz soruları sormaya cesaret edersek. Basit bir anahtar, hap bir bilgi yerine deneye yanıla öğrenmeyi seçersek. İplerini sıkı sıkıya tuttuğumuz hayatlarımızı biraz bilinmeyen alanlarda gezintiye çıkarırsak.
Kim bilir her şeyi bildiğimizi varsayarken, yaşamayı unutmuşuzdur. Artık zamanı gelmiştir belki, biraz cahil cesareti ile enine boyuna düşünmeden, sonucunu bilmeden de adımlar atmanın. Daha az bilip, daha mutlu olmanın.
Not: Ege’nin dar sokaklı, güzel taş evleri, rengarenk duvarları ile bizi zaman yolculuğuna çıkaran Birgi Köyü’nden fotoğraflar. (Temmuz 2021)
İlginizi çekebilir: Her şey çok kötüyken bile umudunu sarıp sarmalamaya var mısın?