X

“Algının kapıları”: Bildiğimizi sandığımız şeyler mutlak doğrular mı?

Galileo bir zamanlar hayatlarımızı yanlış yorumladığımızı ve anlamadığımızı fark edip, “Tatların, kokuların, renklerin ve benzeri şeylerin hepsi bilinçte yatar, dolayısıyla bilincin sahibi uzaklaştırılırsa, tüm bu nitelikler de yok olacaktır.” demişti. Galileo haklı olabilir mi? Hayatlarımız tamamen zihnimizde mi gerçekleşiyor?

Gördüğümüz, kokladığımız, duyduğumuz, tattığımız ve hissettiğimiz şeylerin bir anlamda zihnin, gerçekliği kendi keyfine göre yeniden yapılandırmasının da sağlayıcıları olduğunu söyleyebiliriz. Böylece “yeşil” sadece bir renk olmaktan çıkıp birine çekici gelebilirken, diğeri farklı bir rengi tercih edip, yeşil renkte olan her maddeden tiksinti duyabilir. Sonuçta beynimiz hiç durmadan çalışır. Bir bardak çaya baktığımızda, bu bilgi gözlerimizden beynimizin arkasına, görsel kortekse gider. Bardağın büyüklüğünü, rengini ve belki de içinde ne kadar çay olduğunu görmeye başlarız. Elimizi bardağın üzerine koyarsak ya da ondan buharın çıktığını görürsek, çayın ne kadar sıcak olduğunu anlarız. Onu kavrayabilir, kaldırabilir ve içebiliriz. Dilimizdeki tatlar farklılaşır ve sonra bunların hepsi zihnimize entegre olur. Çayın hoşumuza gidip gitmediğini anlamaya çalışırız çünkü işgüzar zihnimiz her şeyi belirlemek ve etiketlemek zorundadır. İyi görünüyor muydu? Güzel kokuyordu mu? Ağızda kalan tadı lezzetli miydi? Bu süreç hafızamızı etkiler ve bir dahaki sefere herhangi bir kafeye gittiğimizde, o çaydan içmek “istemiyorum” ya da “istiyorum” diyebiliriz. Görüldüğü gibi beyindeki pek çok farklı bölge, tek bir bardak çay için bile anlayış geliştirme çabasına girer.

Algılama süreci, çevremizle bağlantı kurmamızı sağlayan karmaşık bir süreçtir. Duyularımız etiketleri olmayan, kaotik, sürekli değişen bir dünya ile karşı karşıya olduğundan, zihin her zaman bu kaosu anlamlandırabilme çabasındadır. Algımız klasik anlamda beş duyunun yardımıyla oluşur. Uyaranları (eğer fiziksel anlamda engellerimiz yoksa) gözümüze ulaşan ışık bilgisi ile görür, kulağımıza gelen frekans dalgaları ile duyar, dokunduğumuzda cildimizin yüzeyinde oluşan basınçla hisseder, kokular ve tatlarla da ayırt ederiz. Yirminci yüzyılın ikinci yarısında ise artık sinirbilim ve bilişsel bilim alanında yapılan araştırmalar sayesinde hisleri algılara dönüştüren başka tür fiziksel süreçlerimizin olduğunu da biliyoruz.

  • Uzaysal algı: Çevremizle ve kendimizle olan ilişkimizin farkında olmamızdır.
  • Şekil algısı: Varlıkların sınır ve açıları hakkında, onların dışsal ana hatları ve kontrastları sayesinde bilgi elde edebilme yeteneğimizdir.
  • Vestibüler algı: Yer çekiminin gücünü, kafamızın ve zeminin göreceli pozisyonuna göre yorumlayabilmemizi sağlar. Duruşumuzun denge ve kontrolünü muhafaza etmemize yardımcı olur.
  • Termal algı: Derimizin yüzeyindeki ısıyı algılayabilme kapasitemizdir.
  • Ağrı algısı: Çok yüksek ya da çok düşük yoğunluktaki uyarıcıların yanı sıra zararlı kimyasal veya yüksek basınçlı uyarıcıları da yorumlayabilme algımızdır.
  • Kaşınma algısı: Derimiz üzerinde kaşınma ihtiyacına yol açan zararlı uyarıcıları anlayabilme yeteneğimizdir.
  • Propriyosepsiyon: Bedendeki kas ve tendonların pozisyonu hakkındaki bilgileri anlayabilme kabiliyetidir, bu sayede duruşumuzun ve vücudumuzun her bir parçasının uzayda nerede olduğunu anlayabiliriz. Vestibüler ve dokunsal algıyla yakından alakalıdır.
  • İnterosepsiyon: İç organlarımızın durumuna işaret eden hisleri yorumlayabilme kapasitemizdir.
  • Zaman algısı: Uyarıcılardaki değişimleri anlayabilme ve zaman içinde bunları konumlandırabilme kabiliyetimizdir.
  • Kinestetik algı: Çevremiz ve kendi vücudumuzun hareket ve hızı hakkındaki bilgileri yorumlayabilme yeteneğimizdir.
  • Kemosensör algı: Tükürükte çözülerek sert tatlara dönüşen kimyasal maddeleri yorumlayabilme algımızdır. Tat alma algısıyla alakalıdır ancak ikisi bedendeki farklı yapıları kullanır.
  • Manyetik algı: Manyetik alanlardan alınan bilgileri algılayabilme kapasitesidir. Güvercin gibi hayvanlarda bu algı daha gelişmiş durumdadır. Ancak insanların da burun kemiği bölgesinde manyetik materyal bulunduğu ve bu sayede bu türden bir algıya sahip olabilecekleri henüz yeni keşfedilmiştir.

Ayrıca bu yeni bilimsel ilerlemeler ile artık dış gerçekliğe dair algıladığımız her şeyin aslında “beynin yapısal bir varoluş hali” olduğunu da söyleyebiliriz. Sinirbilimci Israel Rosenfield’in bu konuyla ilgili sözleri oldukça açıklayıcıdır: “… doğada renk yoktur, yalnızca değişen dalga boylarındaki elektromanyetik radyasyon vardır. Gerçek görsel dünyalarımızın farkında olsaydık, sürekli değişen kirli gri görüntüleri görürdük ve bu da formları tanımamızı zorlaştırırdı… renklerin kendisi asla çevremizde değildir.”

Tüm bu gelişmelerin de gösterdiği gibi “algı” özneldir; avucumuzun içindeki ekranın parıltısına, odanın kokusuna veya bileğimizdeki kaşıntıya kadar her saniye karşılaştığımız tüm uyaranları anlamlandırmak için kullandığınız bu süreçler dizisi, çevremizdeki uyaranlardan aldığımız duyusal izlenimleri nasıl yorumladığımıza dayanır. Bu süreç yoluyla, hayatta kalmamız için kritik olan “çevrenin özellikleri” hakkında da bilgi ediniriz.

Beynimizin tercih ettiği eğilim genelde algıladığımız şeyin gerçeklik olduğunu varsaymaktır ve yine çoğu zaman sahip olduğumuz duyular bizi doğru yönlendirerek çevremizde ne olduğunu, nereye oturacağımızı, başka biriyle etkileşime girip girmememiz gerektiğini doğru şekilde bize aktarır. Duman kokusu alır almaz kendimizi korunaklı bir yere yönlendirmemiz ya da caddenin aşağısından gelen arabayı görüp hemen kaldırıma çıkmamız hep doğru algılama yeteneğimizin bizi tehlikelerden koruma halidir.

Ancak algımızın bozulduğu, bulanıklaştığı veya karıştığı anlar da vardır; beklentilerimizin farklı çalıştığı veya gerçekten değer verdiğimiz bir şeye bağlı olarak yorumladığımız anlar gibi. Genellikle sorun, algıladığımız merceğin ilk etapta genetik yatkınlıklarımız, önceki bilgilerimiz, duygularımız, önyargılı kavramlarımız, kişisel çıkarlarımız ve bilişsel çarpıtmalarımız tarafından yaratılmış bir formda oluşudur.

Ayrıca geçmişten gelen tüm deneyimlerimiz, andaki motivasyonumuz ve ihtiyaçlarımız da her birimizin aynı uyarana ilişkin çıkarımlarını farklılaştırır. Karşımızdaki insan, durum ya da nesneyi, onun sosyal alandaki yerine göre bile, olduğundan başka bir halde algılamamız olasıdır. İnsanlar olarak bilgi eksikliklerimiz öyle fazladır ki algılarımızı süreklileştirebilmek ve anlamlandırabilmek adına hedefimizdeki uyaranın saf haline, ilgili ya da ilgisiz pek çok bağlantı ekleriz. Zihnimiz, elindeki tüm kaynakları kullanarak tüm boşlukları, eksik bilgileri doldurur. Tek sıkıntı, o doldurulan bilgilerin çoğu zaman uyaran ile yakından uzaktan alakasının olmayışıdır. Gerçekliği hiçbir zaman doğrudan deneyimlemediğimizden ve onu zihnimizde işleme şeklimizi sınırlayan duyular aracılığıyla yarattığımızdan, aslında her birimiz içimizdeki bambaşka dünyalarda yaşarız. Bazen de sırf algılayamadığımız için pek çok şeyi yok sayarız, hatta bilimsel anlamda kanıtlanmış olanları bile… Oysa insanlar yalnızca kısıtlı bir renk spektrumunu görür ve belirli bir ses aralığını duyar. Duyamadığımız köpek ıslığını algılayamamamız, onun gerçekte var olmadığı anlamına gelmez.

Sorulması gereken temel soru şudur: “Gerçeklikten sapan algının nesi yanlış?”

Hayattaki çoğu şeyde olduğu gibi, bu soruya da incelikli bir cevap verebilmemiz önemli çünkü algı ve gerçeklik arasındaki o derin ayrışma, insanları ve bütünsel anlamda da toplumları tam olarak işlevsiz hale getirebilecek güçtedir. Toplumsal yaşamda, bireyler birbirinden çok uzak algılar geliştirdiğinde ortak zemin bulmak imkansızlaşacaktır. Nefret suçları çoğalacak ve toplumları bir arada tutan dengeler dağılmaya başlayacaktır.

Algı bozukluklarının en derin ve sıkıntılı hasarları, iletişim sorunlarıyla dolu bir dünyanın çıkmazlarında yol almak, daha doğrusu kaybolmaktır. Her birimizin farklı anlayışlarda olması doğaldır. Burada sorun farklı algılamaktan çok, bir başkasının farklı algısını yok saymak ve gerçekleri çarpıtmaktır. Dolayısıyla, algılama her zaman bilinçli ve kasıtlı değildir, aslında çok daha sıklıkla bilinçsiz bir alışkanlıktır ve asıl çıkmaz da buradadır. Büyük bir yılan sanıp kaçmaya başladığımız şey belki de sadece eski ve uzun bir ip parçasıdır. Derisinin rengine, aksanının veya lehçesinin tonlarına ya da kıyafetlerinin tarzına-kalitesine dayanarak bilinçli ya da bilinçsizce bir kişinin yeteneği hakkında varsayımlar yaptığımızda da aynı gerçeklikten kaçarız. İçinde yaşadığımız kültürden öğrenip ezberlediklerimizle otomatik olarak tepkiler üretiriz.

Örneğin, insanların ayak seslerini bile hiç farkında olmadan dinler ve yürüyen kişinin ruh halini, cinsiyetini, sosyal durumunu ve hatta kişilik özelliklerini anladığımızı sanabiliriz. Öyleyse diyebiliriz ki algıların hangi kelimelerle adlandırıldığı bile nihayetinde sosyal ve politik bir mesele olabilir. Sonuçta algılama, bazen orada olmayan şeyleri “görmeyi” veya var olan şeyleri “çarpıtmayı” da beraberinde getirir çünkü buradaki durum sadece basitçe dünyadan bilgi alıp onun kopyası olan bir iç temsil yaratma meselesi değildir. Barış ve huzur içinde yaşayabileceğimiz, beraber ortak zemin yaratabileceğimiz, kısaca var olduğunu bildiğimiz tüm canlılar için gerekli olan bireysel, yönetimsel ve toplumsal yapıları sürdürebileceğimiz bir dünya için algılarımızın gerçeklerle uyumlu hale gelebilmesi çok değerlidir.

Algısal süreç farklılıkları nedeniyle yaşadığımız duygusal ve toplumsal çatışmaların önüne geçebilmemiz için;

  • Algılarımızın gerçeklik olduğunu varsaymamak,
  • Başkalarının algılarına saygılı olmak,
  • Algılarımızı çok da ciddiye almamak,
  • Algılarımızı gerçeklere aykırı hale getirmemize neden olan içsel çarpıklıklarımızı fark etmek ve onlara meydan okumak,
  • Uzmanlara danışmak veya güvenilir başka kaynaklardan araştırma yapmak oldukça önemlidir.

Zihinlerimizin katılaşması, toplumlarımızın geleceğinin de sönük ve sağlıklı bir ilerlemeden yoksun olmasına neden olur. Önümüze sağlam kanıtlar sunulduğunda dahi algımızdaki yanlışları görmezden gelebiliriz. Unutulmaması gereken şey, tutunduğumuz ve bağlandığımız hiçbir şeyin nihai gerçek olmayabileceği ve algımızın çoğu zaman sadece “ben” dediğimiz ve birçok özellikle etiketlediğimiz o egomuzun yansıttıklarından ibaret olduğu gerçeğidir. Gözlerimizin arkasına düşen imgeler, önümüzdeki gerçeklerden daha önemli hale geldikçe ve bizler yanılsamalarımızın köleleri olarak yaşadıkça, dünyada sağlanması gereken birliğin önüne daha da fazla duvar örmeye devam ederiz. Oysa çeşit çeşit silahlarla yapılan tartışmaları, suçlamaları, yanlış anlamaları ve ayrıştırıcı masalları dikkatimizi yönlendirerek fark edebilirsek, “evrende bir bilinen bir de bilinmeyen şeyler olduğunu ve işte tam onların ortasındaki algı kapılarının*” varlığını da hissedebiliriz. Bizler hep o kapıların önündeyiz.

Kaynakça:

*Aldous Huxley_ The Doors Of Perception
Philip Goff- Galileo, Panpsychism, and the Hard Problem of Consciousness
Kendra Cherry- What Is Perception?
Jim Taylor Ph.D.- Perception Is Not Reality
CogniFit Research Platform- Types of Perception and Neuroanatomy
Lisbeth Lipari- Human Perception: Making Sense of the World

İlginizi çekebilir: Ne pahasına dayanıklıyız: Duygularımızla iletişim kurmaktan kaçınmaya gerek yok

Şerife Günaydın Karaköse: Yazar Şerife Günaydın Karaköse, 1980 Adana doğumlu. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi ve Çağ Üniversitesi Özel Kamu Hukuku Yüksek Lİsansı'nı bitirmekle hukuk dünyasına girdi ve avukatlık mesleğine de halen devam ediyor. "Three", "The Shadow House","Happiest Hour","Uzaya Kaçan Küpe" ve "Keyfi Yanılsamalar" isimli kitapları hem Amazon hem de Barnes and Noble da online olarak yayımlandı. Yazarın denemelerini aktardığı www.allbyourselves.blogspot.com adlı bir blogu mevcut; aynı zamanda @mind_index Instagram profilinde de sanattan bilime, felsefeden psikolojiye kadar pek çok konu hakkında da içerik üretiyor.

‘Evdeki herkes barista’: Bosch VeroBarista ile kahve deneyiminizi zirveye taşıyın

Kahve, şüphesiz ki pek çoğumuz için lezzetli bir içecekten çok daha fazlası; adeta bir tutku, bir ritüel… Sabahın ilk ışıklarında enerji veren, gün içindeki küçük molalarda kendimizi şımartmamızı sağlayan, bazense sohbetlerin tadını ikiye katlayan en keyifli eşlikçi. O yüzden günün farklı anlarını, farklı kahvelerle taçlandırmak gibisi yok; ne de olsa her anın kendine has bir kahvesi var. Güne enerjik bir başlangıç yapmak için yoğun aromalı bir americano ya da gün içinde en sevdiğimiz tatlının yanında yumuşak içimli bir cappuccino en iyi seçim olabilir.



Peki ya bu seçimlerimizi evde barista ustalığıyla hazırlayabilir miyiz? Elbette. Bosch Tam Otomatik Kahve Makinesi VeroBarista ile günün her anına ve her damak tadına uygun lezzetli kahveler hazırlamak mümkün; çünkü VeroBarista ile evdeki herkes barista. Her fincanınızı ustalık eserine dönüştürmeye hazırsanız, işte VeroBarista ile yapabilecekleriniz:

Kahve çekirdeklerini dilediğiniz gibi öğütebilirsiniz

Barista ustalığında lezzetli kahveler hazırlayabilmenin ilk adımı, kahve çekirdeklerini doğru bir şekilde öğütmekten ve tazeliği korumaktan geçiyor. Güzel haber; VeroBarista tüm bunları sizin için yapıyor. CreamDrive, yüksek kaliteli seramik kahve öğütme ünitesi ve özel aroma koruyucu çekirdek haznesi ile günün her saati taze çekilmiş kahve çekirdekleriniz hazır.

Üstelik çekirdek öğütme inceliğini de dilediğiniz gibi ayarlayabilirsiniz. Arka arkaya iki öğütme ve ısıtma sayesinde ekstra güçlü kahvenizi tadı daha az acı olacak şekilde hazırlayabilirsiniz. AromaDouble Shot Fonksiyonu ile kahve aromasından ödün vermeden ekstra yoğun kahveler hazırlamak da mümkün. E bir barista daha ne ister, öyle değil mi?

Farklı anları, farklı kahve çeşitleriyle taçlandırabilirsiniz

Taze çekilmiş kahve çekirdeklerinin mis kokusunun yanı sıra kahve hazırlamanın en güzel yanlarından biri de hiç şüphesiz her damak zevkine uygun farklı seçenekler yapabilmek. Sert tatları sevenler, yumuşak içim tercih edenler ya da daha eğlenceli köpüklü bir şeyler arayanlar… VeroBarista’da herkes için bir şeyler var. Cappuccino, flat white, latte macchiato, sütlü kahve, OneTouch Function ile hepsini tek tuşla hazırlayabilirsiniz. Dahası, yoğun tatları seviyorsanız americanonuz da VeroBarista ile hazır.

Belirtmekte fayda var ki; bir barista ustalığında kahve hazırlayabilmek için özellikle sütlü kahvelerde doğru lezzeti yakalayabilmenin en önemli sırrı sütün sıcaklığını ve kıvamını doğru ayarlayabilmek. Neyse ki VeroBarista, ideal demleme sıcaklığı konusunda tam bir usta. Sütlü kahvelerde bile mükemmel sıcaklığı yakalıyor, süt köpüğü ve sıcak su hazırlama seçenekleri ile her kahve türünü lezzetten ödün vermeden hazırlıyor. Ayrıca sütlü kahveleriniz için de hortumlu süt adaptörü sayesinde esnek çözümler sunuyor. İster kutudan, ister şişeden, ister kendi termosundan süt alın, VeroBarista ile sonuç hep aynı; hep mükemmel.



Kişisel tercihlerinizi kaydedebilirsiniz

Geçek bir barista kahve hazırlarken mutlaka kişisel dokunuşlarıyla fark yaratır; VeroBarista da evdeki herkesin kendi ‘barista’ dokunuşunu ekleyebilmesi için kişiselleştirilmiş tercihlere göre 4 adede kadar favori kahve kaydedebilme özelliğine sahip. Böylece her yudumda tam da istediğiniz gibi bir lezzete kavuşabilirsiniz. Ayrıca evinizde baristalığı başkasına devretmeniz gereken anlarda da kahvenizin yine tam istediğiniz gibi hazırlanacağından da emin olabilirsiniz 🙂 Sıfır risk, bol lezzet…

En sevdiğiniz kahveyi, en sevdiğiniz fincanda içebilmeniz için de VeroBarista üstüne düşeni yapıyor ve yüksekliği ayarlanabilir kahve çıkışı sayesinde 15 cm yüksekliğe kadar ayarlanabiliyor. En uzun latte macchiato bardaklarınızı bile rahatlıkla kullanabilirsiniz.

Zamandan ve enerjiden tasarruf edebilirsiniz

Kahve hazırlarken lezzet kadar önemli bir şey daha varsa; o da şüphesiz ki zamandan ve enerjiden tasarruf edebilmek. VeroBarista, minimum ısınma süresiyle 45 saniye gibi çok kısa bir zamanda kahvenizi hazır hale getiriyor. Ayrıca her kahveden sonra autoMilkClean süt temizleme sistemi ile tam otomatik temizlik sunuyor ve kolayca çıkartılabilir damlama tepsisi, kahve posası kabı ve süt ağızlıkları bulaşık makinesinde yıkanabiliyor. Yani kahve keyfiniz bittiğinde sizi temizlikle hiç yormuyor. Ve son olarak ZeroEnergy Auto-off otomatik kapanma özelliği ile belirlenen saatten sonra enerji tasarrufu yapmak için kapanıyor, sizi düşündüğü kadar çevreyi de düşünüyor. Kim hem çok lezzetli kahveler yapan hem de akıllı özellikleriyle kahve hazırlamayı mükemmel bir deneyime dönüştüren böylesi bir yardımcıyı evinde istemez ki?

Siz de evinizin baristası olmaya hazırsanız, en lezzetli kahveleri kendi damak tadınıza göre ayarlamak ve her defasında mükemmel sonuçlar elde etmek için hemen tıklayabilir, VeroBarista ile tanışabilirsiniz.

*Bu yazı Bosch katkılarıyla hazırlanmıştır.





21 Günde Ustalaş: Hayatınızı dönüştürmenin kısa rehberi

Günümüz dünyasında insanlar hızlı ve etkili çözümler ararken, uzun vadeli değişikliklerin ne kadar süre gerektirdiği sorusu akıllarda yer ediyor. Araştırmalar, bir alışkanlık kazanmanın 21 günlük bir süreç olduğunu belirtiyor. Bu gerçek, “21 Günde Ustalaş” serisini şekillendiren temel düşünce. Omega Yayınları’nın yayımladığı ve Marie-Claire Carlyle, Leon Nacson ve David A. Phillips gibi alanında prestijli yazarların katkıda bulunduğu seri, hayatın farklı alanlarında bir dönüşüm yaşamak isteyen okurlara kısa ama derinlemesine bir yolculuk sunuyor. Peki, bu serinin her kitabı, okura nasıl dokunuyor? Gelin, seriye birlikte göz atalım.



Marie-Claire Carlyle-Para Mıknatısı: Zenginliğe Giden Yolda Bir Yol Haritası

Serinin ilk kitabı olan Para Mıknatısı, parayla olan ilişkimize yeni bir perspektif getiriyor. Carlyle, paranın sadece maddi bir unsur olmadığını, aynı zamanda kişisel değerimizin ve başkalarına sunduğumuz katkının bir yansıması olduğunu öne sürüyor. Kitap, okuyucuları “zengin” olmanın ötesine taşıyarak, yaşamlarında gerçekten neye değer verdiklerini sorgulamalarına yardımcı oluyor. Paranın bir enerji olduğu fikri üzerine kurulu bu kitap, hayata daha fazla refah çekmek isteyenler için önemli adımlar sunuyor. Okur, mevcut finansal alışkanlıklarını gözden geçirmeye ve “para mıknatısı” olma yolunda ilerlemeye davet ediliyor. Carlyle’ın dili basit ama etkileyici. Kitap, “Paranın Değeri” ve “Niyet Etmenin Gücü” gibi bölümlerle, paraya olan bakış açınızı tamamen değiştirebilir. Ancak bu kitap, sadece bir kişisel gelişim kitabı değil; alışkanlıkları kökten dönüştürmek isteyen herkes için bir rehber niteliğinde. Para ve refah konusunda mevcut düşünce kalıplarını yıkmak isteyen okurlar için güçlü bir başlangıç noktası sunuyor.

Leon Nacson-Rüyalar: Bilinçaltınızı Keşfetmek İçin Bir Araç

Serinin ikinci kitabı olan Rüyalar, sadece uyku sırasında yaşadığımız olayların ötesinde, bilinçaltımızın derinlerine bir yolculuk yapmamıza yardımcı oluyor. Nacson, rüyaların anlamını çözebilmek için onları hatırlamanın önemini vurgularken, okuyuculara kendi rüya günlüğünü tutmanın faydalarından bahsediyor. Modern yaşamın karmaşasında, rüyalarla ilgili sembollerin ve temaların nasıl çözüleceğine dair pratik bilgiler sunuyor. Kitap, rüya yorumlamada bireysel deneyime önem vererek okuyucunun kendi rüyalarının dilini öğrenmesini sağlıyor. Rüyaların sembolizmi üzerine yoğunlaşan bölümler, okurun bilinçaltına dair ipuçlarını yakalamasını kolaylaştırıyor. “Düşmek, Uçmak ve Kovalanmak” gibi herkesin yaşamış olabileceği rüya temalarına açıklık getirirken, kişinin ruhsal yolculuğunda bir rehber olma niteliği taşıyor. Nacson, rüyaların günlük hayatımızdaki yansımalarına dikkat çekiyor; bu da kitabı okura bilinçaltıyla ilgili derin bir keşif fırsatı sunan önemli bir araç haline getiriyor.

David A. Phillips-Numeroloji: Sayıların Gizemli Dünyası

Üçüncü kitap Numeroloji ise, yaşamın derin sırlarını anlamak için sayıların gücüne odaklanıyor. Phillips, Pisagor’un öğretilerine dayanan bu kadim bilim dalını modern hayata uyarlayarak, insanların kendilerini ve çevrelerindekileri daha iyi anlamalarına yardımcı olmayı hedefliyor. Numeroloji, sadece kişilik analizi değil; aynı zamanda kariyer seçimleri, ilişkiler ve ruhsal gelişim açısından da rehberlik sunuyor. Phillips, kitabında sayılara dair teorik bilgilere ek olarak, gerçek dünyadan ünlü örnekler sunarak konuyu daha somut bir hale getiriyor. “Ruh Sayıları” ve “Adların Gücü” gibi bölümler, okurların kişisel yaşamlarına dair önemli çıkarımlar yapmasına olanak tanıyor. Numerolojiye ilgi duymayanlar bile, bu kitap sayesinde yaşamlarını yeni bir gözle değerlendirmeye başlayabilir.

21 Günlük Yolculuk: Alışkanlıklar ve Dönüşüm

Bu seri, alışkanlıkların nasıl şekillendiğine ve yaşamda yeniye yer açmanın neden önemli olduğuna dair kapsamlı bir rehber niteliğinde. Her kitap, 21 gün boyunca okuru derin bir içsel yolculuğa çıkarıyor ve bir yandan kısa süreli bir rehber gibi görünse de her birinin arkasında büyük bir felsefi altyapı bulunuyor. Para Mıknatısı, finansal refahın anahtarlarını sunarken; Rüyalar bilinçaltımızı çözmemize yardım ediyor ve Numeroloji kişisel potansiyelimizi anlamamıza kapı aralıyor. Bu serinin en büyük gücü, herkesin hayatında bir noktada değişiklik yapma ihtiyacını hissetmesi ve 21 gün boyunca süren bu küçük ama etkili adımların, büyük dönüşümlere yol açma potansiyelinde yatıyor. Her kitap, farklı bir tema etrafında dönse de ortak payda: Bireyin kendi gücünün farkına varmasını sağlamak ve bunu bir alışkanlığa dönüştürmek.



Sonuç olarak, “21 Günde Ustalaş” serisi, hayatta bir adım öne geçmek ve yeni bir başlangıç yapmak isteyenler için ilham verici bir çalışma. Her kitabın derinliği, okurun kendine dair yeni keşifler yapmasına olanak tanıyor. Seriyi okurken hem kişisel gelişiminize katkıda bulunacak hem de alışkanlıklarınızı yeniden gözden geçireceksiniz. Hayatta yeni bir sayfa açmak için siz de bu 21 günlük yolculuğa çıkmaya hazır mısınız?

Bu yazı Deniz Poyraz tarafından kaleme alınmıştır.

İlginizi çekebilir: Yaratıcılık bir hayal mi? Yaratıcı olmak mümkün mü? İyi ama nasıl?





İlgili Makale