Bir önceki yazımızda maskelerden bahsetmiştik. Hayatın veya çevremizin oluşturduğu dinamikler sonucunda beklentilerimizin karşılanması adına başkası olma durumunu konuşmuştuk. Bugün ise sizlerle biraz alma verme dengesi veya hayatta ulaşmak istediklerimizin karşılığında yaptıklarımız hakkında konuşmak istiyorum. Konuya maskeleri hatırlatarak başladım, çünkü aslında konu hep aynı hayattan almak istediklerimiz ve bunun karşılığında verdiklerimiz.
Bu konu kişisel gelişim ve popüler kültürde karşımıza son yıllarda çok çıkmaya başlasa da aslında evrenin işleyişi ve gelişimi içerisinde kendi kendine başlangıçtan beri devam etmektedir. Doğada bir şeylerin var olması için bir şeylerin kaybolması gerekir, canlıların yaşamını devam ettirebilmesi için kimisi alır, kimisi verir, kimisi bunun sonunda yok olur ve dönüşerek başka bir döngüye devam eder. Toprak kendisi için gerekli şartları sağlamak adına alır ve sonra besin verir ve başka canlılara hayat olur.
Aslında işleyiş içerisinde tüm canlı ve cansız parçalar bir etkileşim içinde ihtiyaç olanı alır ve başkasının ihtiyacı olanı verir. Sağlıklı olan döngü budur. Ne yazık ki bu döngüyü bir tek insanlar zaman içinde kendisi için bozmaktadır ve daha fazlasını almak ister. Bunun içinde vermesi gerekenler insana öğretilir. Bu bize kültürel ve sosyolojik olarak gelişen toplum içerisinde yönetilmek adına ailemiz, çevremiz, işimiz, arkadaşlarımız tarafından öğretilir ve öğretilmeye devam etmektedir. Böyle yaparsan öyle olur, bunu yaparsan başarılı olursun, bunu yaparsan sevilirsin, bunu yaparsan zengin olursun vb. gibi örnekler arttırılabilir. Bunu doğada bizim dışımızda yapan bir canlı yoktur.
Her geçen gün gelişen toplum ile birlikte daha fazla ihtiyacımız varmış talebi oluşturularak, kendi doğamızı yok etme çabası içinde ilerlemekteyiz. Bunların hepsi kendi benliğimizden, hayat, evren ve bedenimizin işleyişinden bizi uzaklaştıran ve kopartan durumlara doğru taşır. Günümüzde giderek insanın fizyolojik ve psikolojik dayanıklılığın azalmasının altında yatan uyaranların birçoğunu bu durumlar oluşturur. Daha sonrasında genellikle kendimize şu soruyu soruyor oluruz: Bunlar neden başıma geldi veya niye bunları yaşıyorum? Halbuki bu soruyu sonda değil, en başta sormamız gerekir. Ben bunu neden yapıyorum veya neden yapmalıyım.
Bu durumu örnek üzerinden açıklayacak olursak, bedenimizi ele alalım. Bedenimizin fizyolojik gereksinimleri basittir. Herhangi bir bozukluk yaratmadığımız veya başlangıçta o şekilde dünyaya gelmediğimiz sürece eğer istediklerini ona verirsek, bizi en iyi şekilde ileriye götürmeye devam eder. Peki bu istekler en basit haliyle nedir? Dinlenme, beslenme ve hareket, eğer bu gereksinimleri kendinize uygun hali ve dozunda karşılarsanız, sizden almış oldukları sayesinde sağlıklı bir yaşam vermeye devam eder, siz de bunu sürdürdükçe…
Sürdürme kavramı önemlidir, her an sürdürmeyi seçtiğimiz duygu, düşünce ve davranışlar bütünü yani verdiklerimiz, alacağımız şeyleri belirler. Bu doğanın kanunudur, ama neyi ne kadar ve ne için verdiğimiz ve karşılığında ne almak istediğimiz, bunların birbirini dengeli şekilde karşılaması önemlidir. Yoksa sistem kendini korumak adına durdurma yollarını seçebilir, bunlar beden üzerinde ağrı, acı, öfke, sağlık problemleri, depresyon gibi aklınıza gelebilecek birçok kötü adlandırdığımız şeyler olabilir. Aslında öncesinde dinlemediğimiz sinyaller, sisteme verdiğimiz fazla uyarılar sonucu bedenimizden almış olduğumuz tepkilerdir. Bu konun sonuna doğru gelirken size yıllar önce okuduğum ve bu konuyu iyi anlatan bir kitap ile bitirmek istiyorum.
“Kitabın adı Büyü Dükkanı (Yazar: Yeşim Türköz Basım Yılı:1998). Bu kitap, ünü bütün ülkeye ve uzak diyarlara yayılmış olan bir dükkan hakkında. Kocaman güzel bir vadinin ortasında yer alan bu büyülü dükkanda, müşteriler isteklerini sınırlamadan, hayal edebildikleri her şeyi alma hakkını bulabilirler. Bugüne kadar ki geçmiş hayatınız, aşkınız, çocukluğunuz, cesaretiniz vb. aklınıza gelebilecek her şeyi isteyebilirsiniz. Yalnız bu istediklerinizi alabilmek için dükkan sahibi ile pazarlığa oturmanız gerekir ve bu pazarlığın karşılığı para değildir. Burada verilecek şeyler o kadar kolay vazgeçebileceğiniz şeyler olmuyor. Sizin için kitabın bir hikayesini tekrar okudum ve alıntılayarak yazıyorum. Bir gün bir adam dükkana gider ve dükkan sahibinden 55 yıllık yaşantısından pişman olduğunu, yanlış şekilde yaşadığını söyler ve 55 yılını tekrar ister, bugün sahip olduğu aklıyla. Dükkan sahibi emin misin? diye sorar. Adam emin olduğunu düşünür. Dükkan sahibi 55 yılın karşılığında tamam der ve adamın belleğini ister. Adam ilk başta durumu anlamaz, dükkan sahibi tekrar hatırlatır. Her şeyi unutacaksın ve hiçbir şey hatırlamayacaksın ve tekrar 55 yılı yaşayacaksın der. Adam o anda farkına varır ve ben buraya gelip önceki hayatımı alabileceğimi ve istediğimi alacağımı düşünmüştüm. Şimdi anlıyorum ki bundan sonraki hayatımı alacakmışım der ve gider.”
Hayatta almak istediğiniz şeylere dikkat edin, karşılığında kendiniz olmayı, yıllarınızı, sağlığınızı vermeyin. Kendi doğanıza ve özünüze karşı verdikleriniz, sizi kendinizden uzaklaştırıyorsa soruları baştan sorun. Hayattan en çok istediğiniz şey hayattan alabileceğiniz en iyi şey midir?-yazarın sorusu-. Bu akışı yakalamak için iç niyetiniz, bedeniniz, hisleriniz size ufakta olsa her zaman sinyaller bırakır. Bunları dinleyemeye çalışın, her şeye, herkese zaman ayırırken kendinizle vakit geçirmeyi unutmayın. Umarım okuyarak verdiğiniz zamanı, ufak da olsa bir ışık olarak almanız dileğiyle…
İlginizi çekebilir: Güven mi, kontrol mü?
Kaynak: Büyü Dükkanı-Yeşim Türköz