Akıntıya kapılmadan yaşama sanatı: Nitelikli farkındalık
Bu hafta yazı dizisine bir mola verip 3 soruya cevap vererek ufak bir hatırlatma yazısı paylaşmak istiyorum.
Neden tüm bu kavramlara ihtiyaç duyuyoruz?
Hepimiz kişisel tarihimizde, insan olmanın doğası gereği çeşitli zorluklarla mücadele halindeyiz. Kayıplar, sağlık sorunları, hüsranla biten ikili ilişkiler, hayal kırıklıkları, başarısızlıklar gibi olumsuzluklardan her birimiz öyle ya da böyle nasibimizi alıyoruz. Günümüzde kişisel problemlerimizin yanı sıra şiddetli bir dış dünya baskısını omuzlarımızda taşıyoruz. Dünya bu kadar küreselleşmişken, doğaldır ki bizlerin yaşamı sadece bizlerin tarihinden ibaret kalmıyor.
Kanımca bu dönemin ruhsal baskısı herkesi takip edebilme özgürlüğümüz tarafından körükleniyor. Yaşam birçok açıdan hızlı, zor ve mücadele gerektiriyor. Tüm bunları göz önüne alırsak rafine bir ruh hali yaratma işi kişisel çabalarımızla bize düşüyor. Bizlerin en büyük gücü müdahale yetkimizin sınırlı olduğu dış dünyaya inat, o dış dünyaya yaklaşım biçimimizi yönetme gücümüzün altında yatıyor.
Nasıl daha farkında yaşarız?
Hayatın akıntısında yaşayıp giderken, tam da akıntıda gittiğimi fark etmemi sağlayan kıvılcım mindfulness terimiyle oldu. Bu kavramın yakın çevremde de gözlemlediğim kadarıyla hem çok popüler, hem de hala net olarak anlaşılmadığını görüyorum. Sadece bir kavram, bir yaklaşım, bir felsefe ile hayatın değiştiğine inanlardan değilim. Bence bizleri hazırlayan hayatta küçük damlalarımız oluyor. Dışarıdan bakıldığında pek bir şey ifade etmese de, bazen kendimiz bile nedenini bilmesek de hayattaki seçimlerimiz damla damla bizi büyük dalgaya hazırlıyor. Ve sonra son bir hamle ile o büyük dalga alıyor ve bizi büyük bir güç ile başka bir yöne götürüyor.
Bazen yaşamı bir illüstratör gibi hayal etmeye kalktığımda; birinin çıkıp “Bakın elimde ne var? Harika bir şey bu!” diye bağırdığını ve dünya üzerindeki tüm insanların onun peşinden koştuğunu hayal ediyorum. Soluksuzca, tüm enerjisiyle, ellerindekini bırakıp o insanın peşinden koşan insanlar.
Belki en arkadaki öndekinin elinde ne var onu bile görmeden koşuyor. Sonra başka biri çıkıyor ve bağırıyor “Benim elimdeki daha güzeli!” ve tüm insanlar bu sefer diğer tarafa koşmaya başlıyor. İster istemez peşinden koştuğumuz çok fazla sosyal ezber, politik yaklaşım, tüketim alışkanlıkları var. Evlilik gibi hayati bir meselede de, tatil yeri seçiminde de tek başımıza karar veremiyoruz. Öncelikle bir şeylerin peşinden koştuğumuzu fark etsek, durup bir soluklansak… Sonra o koştuğumuz kavrama yakından baksak ne kadarından vazgeçeriz? Aslında peşinden koşmak istediğimiz başka şeyler olduğunu fark edip ne kadarına yeni başlangıçlar yaparız?
Çözüm nedir?
Şu bir gerçek ki; hayatımızın alamet-i farikasını bulabilmek için farkındalığımızı artırmaya ihtiyacımız var. Farkındalık kasının artmasının kişisel gelişim şemsiyesinden çok daha büyük seçimler silsilesinden ve yaşayış biçiminden kaynaklandığını düşünüyorum. Edebiyatla iç içe olmanın, yeni şeyler öğrenmenin, farklı insanlar tanımanın, yeni bir alışkanlık edinmenin, başka hayatları gözlemlemenin, belki sabah erken kalkıp sessizlikle baş başa kalmanın bu süreçte işe yarar adımlar olduğunu söyleyebilirim.
Nitelikli farkındalığa sahip olmak, olayları yargısızca gözlemlemek ise bu sürecin sözlüğe dökülmüş hali. Duyguları yaşayışımız, zihnimizi kullanma biçimimiz birçok bilimsel araştırma konusu olmuş ve olumlu olumsuz sonuçları paylaşılmış alanlardır. Nasıl bir yaşam sürmek istediğimiz ise seçim gücünü elimize almamız ile başlıyor. İsim olarak farklı ancak amaç olarak aynı olan tüm bu aktiviteler, nihayetinde bize kendi hayatımızı şekillendirme gücünü sunmayı hedefliyor.
İlginizi çekebilir: Kişisel gelişim mi, yoksa farkındalığı artmış ilişkiler mi?