Ait olmak: Ne geçmişe ne geleceğe, sadece bugüne
“Çocuk olsam yeniden… Bir tek düştüğüm için acısa içim, ve kalbim; çok koştuğum zaman çarpsa sadece…” Cemal Süreya
Bugün sizlerle birlikte ait olmak kavramına odaklanalım istiyorum. Bu konu aslında bir süredir aklımda dolaşıyor. Etrafımı gözlemlediğimde şunu görüyorum (ki biliyorum hepimiz bunu keşfettik) bir yap-bozun son kalan parçası gibi bir resme baktıklarımız vardır. O kadın veya o adam evet “o” adam, evet “o” kadın olmak için bu dünya üzerindedirler. Misyonlarını gerçekleştirmişlerdir. Bir kitap yazmışlardır. Bir söyleşi yapmışlardır. Ya da sadece mahallemizin bir köşesinde evren için küçük fakat kendileri için bir o kadar büyük önemde olan bir marangoz atölyeleri vardır… O elleriyle işlerler ağacı birim birim. Sabırla, sevgiyle, nefesle ve emekle…
Bir de “ait olmayanlar” vardır… Gün geçirmek için işe gelmek vardır örneğin. Neden geldiğimizi, neden gelmediğimizi, bugün de işe gelmeseydik ne olacağını veya olamayacağını genel olarak sorgulamayız. “Ben bugün kendim için ne yaptım,” “yeni ne öğrendim” ya da “kendimden öte ne yaptım,” “kendim için olmayan ne öğrendim” soruları vardır… Bunları sormaya gönüllü olmadığımızda ise her zaman olduğu üzere işe geliriz ve işten döneriz… Akış budur… Akışı değiştirmek mümkün müdür?
Evet, bizler işte tam bu noktada “ait olmaktan” uzaklaşıveriyoruz. O zamana ait değiliz; geçmişte yaşıyoruz, pişmanlıklarımız, kızgınlıklarımız ve kırgınlıklarımız var. Söylemek isteyip de söyleyemediklerimiz… Yanımızda durmayanlar, yalnızlıklarımız… Kaybettiklerimiz; belki para, belki arkadaşlarımız, belki dostlarımız ve belki de annemiz veya babamız… Bunun gelecek versiyonuna bakalım hep birlikte. Bugünden nefret ederek “gelecekteki güzel günlere” odaklanmayı seçiyoruz… Bugün hissetmiyorum, boşveriyorum, bugün nasıl olsa geçti artık diyerek gelecekteki güzel, gelecekteki canlı hep o “gelecek” olandaki farklı beklentilerimize odaklanıyoruz değil mi?
Peki, kendimize hiç dışarıdan bakabildik mi? Bugüne ait olamıyorsak yarın o güzel geleceğe vardığımızda aynı şeyi hissetmeyecek miyiz? Yani yarın o gelecek gün geldiğinde yeniden “başka bir gelecekte” mutlu olacağımıza, başka bir gelecekte mutluluğu bulacağımıza bugüne “katamadığımız” mutluluğu yine gelecek bir “geleceğe” ertelediğimizle yüzleşmeyecek miyiz? Eğer bugün mutlu olmayı, bugünü bugünde görmeyi yarına ertelediklerimizden öte, bugün o ertelediğimiz tüm sevinçlere tüm huzura tüm mutluluğa tüm “hayata” ve olasılıklara aslında bugün gerçekten sahip olduğumuzu göremiyorsak yarın o beklediğimiz gelecek geldiğinde yine “aynı” sarmalın içerisinde dönüp durmayacak mıyız?
Bu yüzden zamana ait olmak gerekir. Ait olmak demek “tam anlamıyla” her ne isek, her nerede isek, her ne ile uğraşıyor isek tam olarak “o” olmak halimizdir. Tam olarak o olduğumuzda evren değişir. Hemen bir örnekle açıklayalım… Bir çiçek düşünelim, muhteşem renklerde öyle güzel bir mor renge sahip ki, öyle güzel kokular yaymakta ki… Ona baktığımızda “tam olarak çiçek olmak üzere yaratıldığını” görürüz… Enerjisinin bizi de yüklediğini hissederiz hemen. Yarını beklemez o muhteşem güzelliği yaymak için, geçmişte kalmaz henüz çiçek açmadığı günleri özlemlerini pişmanlıklarını hissetmeyiz bile… O “andadır” her şeyi ile, tüm noktaları ile, tüm varlığı ile o ana aittir… İşte ait olmak böyle bir güçtür…
Bir de tam tersini düşünelim, bir kiraz ağacının yanındayız ve ağacı bir böcek hastalığı yakalamış. Dallar solmuş, içi kemirilmeye devam ediyor. Evet, bu kiraz ağacı iyileşeceği yarını düşlüyor, yeniden kiraz açacağı günleri arzuluyor ve özlüyor. Yeniden kendini bulacağı, yeniden gerçek bir kiraz ağacı olabileceği zamanları arzuluyor… Fakat baktığımız o anda ait olduğu “hastalık” tanımıdır. Bizler bu yüzden sağlıklı hoş kokulu muhteşem bir kiraz ağacı göremeyiz… İşte o zamana, o oluşa, o yaradılışa, o gerçekliğe, o kişiliğe ait olmadığımızda gücümüz böyle tükenip gidivermektedir…
Bugün bu yazımda bana eşlik ediyorsanız kendiniz için durup düşünmenizi dilerim; bugün tam şu anda belki iştesiniz, belki seyahattesiniz, belki çok uzak bir noktadan hayatınıza bakmaktasınız, belki tüm insanlardan kaçtınız, belki çok kırıldınız, belki içiniz parçalandı bile; kendinize sorun dilerim “neye aitsiniz”? Bugün tam olarak ait olduğunuz fotoğraf nedir? Bizler bir far yalar gibi sizi aydınlatsaydık bugün sizi en çok hangi aidiyetinizde gördüğümüzde enerjimiz artardı?
Bir anne olarak mı, bir kadın olarak mı, bir eş olarak mı, bir müdür olarak mı, bir öğrenci olarak mı, bir dost olarak mı, bir ağlayacak omuz olarak mı, bir yardımsever olarak mı, bir gezgin olarak mı yoksa “ait olduğu” bir fotoğrafı henüz bulamamış olan fakat kalbinin tüm açıklığı ile aramaya devam eden olarak mı?
Bugün, o muhteşem yaradılışınızla “ait olduğunuz” nedir?
İlginizi çekebilir: Nasıl olsa benim, nasıl olsa yanımda: Teşekkür etmeyi unuttuklarımız