Ağırlama kültürünün yarattığı ‘ağırlık’
Son birkaç yıldır restorancılık, turizm ve hizmet sektörü çok fazla değişime uğradı. Kültürümüzün misafirperverlik ile anıldığı anlayışlar, yerini içimize dönmeye çevirdi. Ekonomik şartları ve ödenen acayip hesapları burada konuşmak oldukça yerinde olacaktır.
Türk misafirperverliği birçok ülke tarafından bilinen ve kendi içimizde de övündüğümüz, soframıza sahip çıkmak istediğimiz bir tarafta duruyor. Güncel koşullar değiştikçe bu kültür de diğer birçok şey gibi kabuk değiştiriyor.
Bu konuyu birçok yerden ele alabiliriz. Yıllarca işletmecilik yapmış biri olarak bu denklemlerin iyi hizmet vermek adına işletmeler içinde oldukça yük konusu olduğunu söylemeden edemem. Bu hizmetleri satın alan konuklar açısından bakınca da ortada ilginç bir tablo var. Sizin reklamınızı yapacağım diyerek bunu işe dönüştürmüş elini cebine atmayan ünlücükler, eğlenmek ile ilgili maddi olanaksızlıklar dolayısıyla bir fikir geliştiremeyen yeni jenerasyonlar, git gide azalan çocukların tatil anıları, evlerimizde bile ağırlanacak misafirlerin hesabının tutulabildiği bir hal var. Burada her şey anlaşılır. İki arkadaş dışarıda buluşup bir kahve içmenin bile bir ücreti var, hatta evden dışarıya adım atmanın bile.
Ne olacak peki , nereye gidiyor?
Bunlar düşünülünce kentten göç ilk sıraları alıyor. Yaşamı imkan verdiğince küçültmek, nefes alabileceğimiz alanları geniş tutmak. Ekonomik koşullar bizim yönetebileceğimizin çok ötesine geçince belki de bunu avantaja çevirebileceğimiz tek yer. Bu ana kadar göze alamadığımız konfor alanını terk etme meselesi konuşulabilir. Belki de şartlar tam olarak şu soruyu sormak için doğru zamanı işaret ediyor olabilir: “BENİM KONFORUM HERKES TARAFINDAN TANIMLANAN İLE AYNI MI?”
‘Yaşasın mahallecilik’
Birçok kişiden hizmet sektörü ile şu karşılaştırmaları duyuyorum. Bir kıyafet alıyorum şu paraya, bir yemek yeniyor şu paraya diye. Biri uzun vadede kullanabileceğimiz bir ürün iken, bir diğeri birkaç saatlik bir yemek ücreti bakıldığında. Fakat perde arkası çok karışık. Bir işletmeci şef olarak hizmet sektörünün ayakta kalma çabasını yok sayamam. Tedarikçiler, servis elemanları, mutfak ekipleri, dükkan kiraları hepsi bu sohbetin içini doldurabilir. Diğer yandan bildiğimiz birçok yöntemin yetmediği ekonomik koşullar. Zaman ilerlerken birçok şey değişiyor. Hepimiz maalesef bu değişimde kabuk değiştirmek zorunda kalıyoruz. Belki de şimdilik sürdürülebilir olan tek şey müdavimi olduğumuz yerlerden ibaret olabilir ve haddini aştığını düşündüğümüz işletmeler için ise mesafemizi korumak. Şikayet ederek yapmaya devam ettiğimiz her şey aslında hiçbir şeye hizmet etmiyor. Bu cebimizdeki altın not.
Mahallemiz içinde nefes alanları olabilecek küçük işletmeleri desteklemek sohbetleri derinleştirebilir, daha topraklanmış hissedebiliriz bağ kurarak, göçemeyenler için en iyi alternatif belki de budur. Yaşasın mahallecilik demek herkese iyi gelecek bir ton. Diğer yandan sürdürülebilirliğin bu sıklıkta konuşulduğu ortamda parklar, yeşil alanlar ve sahillerde yanımızda termos ve kaplarımız ile kendi kafelerimizi oluşturmak da öyle.
Peki ben de iyi, şık bir yemeği hak etmiyor muyum diyenleri duyar gibiyim. Orada düşünmemiz gereken ise öz değerimizin kendimize ayıracağımız kaliteli zamanlar, kendimiz için şık giyinmek ve kendi özenimizde hazırladığımız bir tat ile de olabileceğini hatırlatmak.
Bu yazının tavsiyesi; puantiyeli elbiseniz ile piknik yapmak, sadece nostaljik bir dergi fotoğrafı değil, kendinize ayırdığınız keyifli bir zamandır. Bence o yemek fotoğrafı, çekilmeyi ve ilham olmak adına paylaşılmayı hak eden bir yemek fotoğrafı olacaktır. Keyifli piknikler.
İlginizi çekebilir: “Elimde süpürge çevreye hizmet ediyorum”