Sanki başka bir dünya varmış gibi, sanki başka bir yaşam varmış gibi, sanki başka bir beden varmış gibi, sanki senin düşüncenden ayrı bir sen olabilirmiş gibi bir yanılgıyla erteliyoruz kendimizi.
Görmezden geliyoruz alınganlıklarımızı, kindar ve cezalandırmak isteyen hallerimizi. Kendimizden öte koyuyoruz diğerlerinin fikirlerini.
Hani sen nasılsa bir dahaki sefere halledersin gibi…
Oysa mümkün değil biliyorsun değil mi?
Yani bu dünya yıkılsa başka bir dünyaya ışınlanmayacağız. Bu beden artık hizmet etmek istemez ise varlığına, değiştirip başka bir tanesine geçemeyeceğiz. Şu an, sevdiğini söylemezsen karşındakine, kırıldığını küsmeden ifade etmez isen, bir daha bu ana geri dönüp baştan alamayacaksın sahneyi. Kırılan kırılmış, giden gitmiş olacak. Sen elinden geleni yapmaz isen, karnın kalın bir havlu gibi sıkışık kalacak. İstediğin kadar aç, izleri yerinde duracak.
Affetmek ister misin?
Kendin için, o gör beni diyen halini az biraz susturup elinden geleni yapmak?
Hem kendin için, sadece kendin için ?
Sana yapılanı affetmek değil söylediğim, bu kadar kırıldığın ve belki de görünmesini istemediğin yaralarını biri vasıtası ile görüp, saklayamadığını, hala halledemediğini fark ettiğinde kendine duyduğun sinsi öfkeyi, yargını, kendini…
Yoksa affedilecek hiçbir şey yok.
Alanlarımızda açıklıklar bırakan, görmezden gelen, fark etmeyen bizleriz. Hayatımıza girip beklemediğimiz noktalardan bizi yaralayanlara izin verenler de. İzin vermekten başka çaremizin, başka bir becerimizin olmadığı haller bunlar. Öyle ya, o yaralar üzerinde zıplayanlar, sen yaranı fark et diye oradalar. Davetin, iznin kendini görmek üzerine. Sana bunu gösteren davete icabet etmiştir.
Affetmek ister misin kendini, mükemmel olmadığın için?
Kafanda çizilmiş sanal mükemmellik kalıbına uymadığın için?
Bu kalıplara bağlılığın yüzünden, karşındakini göremediğin için?
Affetmek ister misin aslında herkesi, birer aziz olmadıkları için?
İnsani, çocuksu hatalar yaptıkları için, kendilerine bazen inatla kör oldukları için?
Belki de hala zamanları gelmemiş olduğu için?
Affetmek ister misin, gördüğün herkesi “sen” olmadıkları için?
Kendini affetmek ister misin, tutunduğun çoğu şeyin aslında içi boş kavramlar olduğunu şu ana kadar fark etmediğin için?
Tutunmaktan, giden zamanına acıyarak inat etmekten vazgeçer misin?
Senin de yanılabileceğini kabul etmek ister misin, hani aslında bir tanrı olmadığını?
Basitçe bir insan olduğunu ve bu basitliğin üzerine çıkmak için çaba sarf ettiğini… Ama yine de basit olduğunu…
Belki de bu yüzden, affeder misin kendini?
Devasa hayallerin, büyük lafların, en öne atlamalarının aslında kendini kabul edemeyişinden, onay bekleyen hallerinden geldiğini, değerini diğerlerinin eline bırakmışlığından olduğunu görür müsün?
Yine de, affeder misin kendini, içinde iyileşmeden kanayan yaran için? Şefkat almaya izin verir misin, korkmadan göstermeye, saldırmadan paylaşmaya?
Affeder misin kendini, bir insan olduğun için? Ölümlü ve sınırlı olduğun için?
Ne kadar yapabiliyorsan, ama her gün daha fazlası için sever misin etrafını, kendini? Küçüldükçe sen, büyütür müsün sevgini? Bir çocuk gibi sınırsız ve unutkan olur musun?
Büyüdüğün ve acıya tanıklık ettiğin için de, affeder misin kendini?
Gönlünün penceresini açıp sınırsızca uçurmak ister misin ruhunu? Korkusuz ve sonsuz. Tüm bedeninden nefes alır gibi, havaya nefesi bedeninden verir gibi…
Affeder misin hala fark edemediğin haller için kendini?
Seveniniz, sevdiğiniz bol olsun!
İlginizi çekebilir: İçinizdeki tombul cücelere kulak asmayın: Yarın yok, şimdi var