“Bunu hemen bitirmemiz gerek.”, “Acil bir toplantı ayarlayalım.”, “Bunları şimdi gönderelim.”, “Bu konu hakkında dönüşlerinizi hemen bekliyorum.”, “Gerekli belgeler, öğleden önce hazır olsun.”, “Çıkmadan bunları halletmiş olalım.”, “Nasılsa evdesiniz, bilgisayardan kontrol edin.”, “Mesai bitiminden sonra bu konuyu görüşmek için toplanalım.”, “Akşama online görüşme organize edelim.” daha ikinci cümleyi okurken strese girdiğinizi hissettiyseniz, merak etmeyin yalnız değilsiniz.
Özellikle evden çalışma sistemine geçişimizle birlikte kaçınmanın hayli zor olduğu “aciliyet kültürü”, zaten her şey acilken ve işimiz başımızdan aşkınken daha nasıl yeni “acil” durumlar yaratılabilir sorusuyla zihnimize zor zamanlar yaşatmamıza sebep olabiliyor.
Her iş acele, herkesin acelesi var, herkes bir şeylerin sürekli “acil” olduğunu söylüyor ve hemen ilgilenilmesini istiyor… Hal böyle olunca da “Acil olmayan bir şeyler kaldı mı ki?” ya da “Tüm bunları hangi zaman dilimine sıkıştırabilirim?” diye kara kara düşünmeye başlıyoruz
Aciliyet kültürü (urgency culture) nedir, nasıl etkiler yaratır?
Modern zamanların ve kurumsal yaşamın ayrılmaz bir parçası, aynı zamanda iyileştirilmesi güç, oldukça bulaşıcı fenomeni “aciliyet kültürü”, istenilen bir şeyin o anda hemen halledilmesine ilişkin beklentilerden oluşan “urgency culture” olarak İngilizce’de yer edinmiş bir kavram.
İster ofiste olalım, ister evden çalışalım, “ACİL!”,”ASAP”,”ZOOM MEETING” ve benzeri konulara sahip mailleri okuyunca ya da gecenin bir saati “Müsait misiniz?”, “Gönderdiğim maili hemen kontrol edebilir misiniz?” ya da “Acil görüşmemiz gerekiyor.” yazan Whatsapp mesajlarını görünce isyan bayrağını çekmeye çok yaklaşıyoruz.
Düşünün ki mis gibi bir kahve eşliğinde akşam film izlerken telefona gelen mail bildirimlerine bakmaktan filmi kaçırıyorsunuz, üstelik partnerinizle de sürekli telefonla ilgilendiğiniz için kavga ediyorsunuz. Siz “Ama işle ilgili…” diye açıklama yaparken, partneriniz filmi kapatıp gidiyor. Siz de koşa koşa bilgisayarınızı açıp maillere cevap yazmaya başlıyorsunuz ve çok geçmeden kendinizi kaptırıp başka işlere dalıyorsunuz. Bütün gün çalışmanızın üzerine bir de kendinize ait olması gereken zamanınızı yine yarın sabah kaldığınız yerden devam edeceğiniz işiniz için harcıyorsunuz; sebep ise “Arkadaşlar, çok acil…” şeklinde başlayan bir mesaj.
Eminiz ki bu veya buna benzer durumlar birçok evde sıkça karşılaşılan olağan haller arasında yer alıyor. Sizin, eşinizin, ailenizden birinin veya ev arkadaşınızın “Acil” kelimesi ile harmanlanmış iş yaşantısı, stresin ana kaynağını oluşturabiliyor. Aslında birçoğumuzun yakından tanıdığını ama muhtemelen adını koyamadığı “aciliyet kültürü”nün içinde yer alan bu durumlar birçoğumuzda benzer etkiler yaratıyor. Birinci maddeyi okurken listenin geri kalanını tahmin edebilecek olsanız da konuyu daha derinlemesine ele alabilmek için etkileri sıraladık.
Aciliyet kültürünün etkileri:
Sürekli “acil” ibaresinin dönüp durduğu bir sistemin içinde olduğumuzda işe bakış açımız da değişebiliyor. Aciliyet kültürü iş ve özel hayat dengesini bozmaya sebep olacak ve stres yaratacak etkiler ortaya çıkarabiliyor:
- Saat kaç olursa olsun gelen bir maili veya mesajı görür görmez cevaplamak zorunda olma hissi,
- Kendimizden veya başkalarından sorunun oluştuğu an çözüm bulunmasının beklenmesi,
- Herkesin, her an tetikte ve hazır olduğu yanılgısı,
- Sürekli bir şeyleri kaçırıyormuş veya bir şeylere geç kalıyormuş hissi,
- İşle ilgili konuların özel hayattan önce gelmesi gerektiği inancı,
- Hiçbir şey için yeterli zamanın kalmadığı düşüncesi,
- Her şeyin hemen halledilmesi gerektiği algısı,
- Zaman yaratma zorunluluğu,
- İşle ilgili gerçekçi olmayan hedefler,
- Yeniden planlama yapmanın sanki çok büyük bir hataymış gibi algılanması ve tüm bunlara benzer kişi üzerinde gereksiz baskı ve stres yaratan yıpratıcı durumlar, aciliyet kültürünün en belirgin etkileri arasında yer alıyor.
Peki, aciliyet kültürünün yarattığı bu etkilerle başa çıkabilmek için neler yapabiliriz? Kendimizi bu durumlardan nasıl koruyabilir ve zaten boşa geçirdiğimiz bir dakika bile yokken nasıl “acil” olduğu söylenen şeylere vakit ayırabiliriz, gelin birlikte bakalım.
Aciliyet kültürü ile başa çıkmanın yolları
Sınırlar koyun
Kendinizi tükenmişlik sendromundan korumak, yıpranmanızı önlemek ve stresin sizi ele geçirmesine engel olmak için sınırlar koyun. Evden çalışmanız veya ofiste olmanız arasında bir fark olmadığını önce kendinize sonra çalışma arkadaşlarınıza hatırlatın. Mesai bitiminden sonra bilgisayarından başından kalkın ve telefonunuzu bir süre sessize alın. Gelen mesaj ve maillere mesai saatinde döneceğinize ilişkin otomatik bir cevap kaydedin veya karşılık vermeden ertesi gün ilk iş onları cevaplayın. Zamana ve alana ihtiyacınız olduğunu vurgulamaktan çekinmeyin. Ara vermeyi, izin istemeyi unutmayın.
Vaktiniz olmadığında veya başka öncelikli işleriniz bulunduğunda “acil” olduğu söylenen işler karşısında şu cümleleri kurmayı deneyin: “Uygun olduğumda size dönüş sağlayacağım.”, “Öğleden önce bitirmeye çalışacağım”, “Şu anda biraz daha zamana ihtiyacım var.”, “Bu konuda kendimi iyi hissetmiyorum.”, “Sizi yarın mesai saatleri içerisinde arayacağım.”, “Bu işi hemen yapmamı istiyorsanız elimdeki işlerden hangisini ertelememi önerirsiniz?”, emin olun cümlelerinizi değiştirerek kendinizi net bir şekilde ortaya koyduğunuzda, kendinizi yıpratarak asla sonu gelmeyen işleri yetiştirmek yerine sağlıklı bir iş düzeni oluşturabilirsiniz. Hatta, bu konuda iş arkadaşlarınıza ve yöneticilerinize bile örnek olacak çalışmalar sergileyebilir, herkese yardımcı olacak çözüm önerileri sunabilirsiniz.
Ev ile işi birbirinden ayırın
Pandemi ile birlikte uzaktan çalışma sistemine geçişle evlerimiz, birer ofise dönüştü. Evden çalıştığımız için de her an müsait olduğumuza dair bir algı oluşmaya başladı. Bu da her “acil” denilen işi o an halledebilirmiş gibi bir beklenti yarattı. Oysa ki evde olmak ya da boş zamanımızın olması, iş için müsait olduğumuz anlamına gelmiyor.
İşlerimize gösterdiğimiz değeri özel hayatımıza da göstermemiz gerekiyor. Özellikle evden çalışırken asla sonu gelmiyormuş gibi görünen mesai saatlerini bitirmeyi öğrenin. Telefonunuzu sessize almayı, ekran başından tam vaktinde kalkmayı deneyin. O gün yetişmeyen “acil” işleri, ertesi gün ilk iş olarak programınıza alın ama evde kendinizle sevdiklerinizle geçireceğiniz zamandan çalmayın.
Zamanı yönetmeyi öğrenin
Aciliyet kültürünün içerisinde boğulmamak için önlemlerimizi alsak da modern dünyada ve kurumsal hayatta “Acil…” ile başlayan maillerin, mesajların sonu yakın zamanda gelecek gibi değil. O nedenle kendimizi acil işlerle karşılaştığımızda da ne yapacağımıza dair hazırlamamız gerekiyor. Öncelikle, şunu kabul etmek de fayda var; herkesin ajandasının birbirine uyması mümkün değil. Başkalarının zamanını nasıl geçirdiğini planlayamayız ya da kendi programımızı birebir onlara göre ayarlayamayız ama kendi zamanımızı başarılı bir şekilde yöneterek beklenmeyen “sürpriz” acil işlere hazırlıklı olabiliriz.
Her şeyi aynı anda yapamazsınız, tüm işlerinizi tek seferde bitiremezsiniz. O yüzden işlerinizi önceliklendirin. Hepsi önemli, hepsi acil görünebilir ama iyi bir analiz ile hangilerinin günün ilerleyen saatlerinde hallolabileceğini, sabah ilk iş olarak hangilerinin bitirilmesi gerektiğini bilebilirsiniz. İş planlamanızı yaparken sabahları ve mesai bitiminden hemen önce yaklaşık 20 dakika boşluk bırakmaya uygun olacak şekilde günlük programınızı yerleştirin. Bu şekilde, bir gün önceden yarım kalan veya tam işten çıkarken “Acil” denilerek halledilmesi istenmiş şeyi, sabah ilk iş olarak yapacak boşluğu bulabilirsiniz. Aynı şekilde, gün içerisinde işlerinizi hallederken yine “acil” bitmesi gereken bir işe gün sonunda ayırdığınız boşlukta odaklanabilir; gün bitmeden acil işi çözmüş olabilirsiniz.
Ve unutmayın, siz iyi olmazsanız, yaptığınız işler de iyi olmaz. O yüzden acil olsa da olmasa da önce kendinize, sonra işlerinize bakın.
İlginizi çekebilir: İşyerinde mükemmeliyetçilik: Mükemmeliyetçilik eğilimi kariyer yolculuğunu nasıl etkiliyor?
Kaynak: wellandgood, hcamag