Bundan yıllar önce bir gün “Benim bir hayalim var.” dedi Martin Luther King ve bunu öyle kalbinden öyle inanarak paylaştı ki sözleri milyonlarca insanı canlandırdı. Onun en zor şartlarda bile hayal edebilme gücü ve her şartta kendini dürüstçe ifade edebilecek kadar açık bir kalple yaşama cesareti hepimize ilham oldu.
Onu her gördüğümde ‘ben kalbimi ne kadar açabildim’ diye sorarım kendime. Yani, daha fazla yaşam için ne kadar cesaret gösterebildim?
Hepimiz, içimiz yaşamla dolsun ve her anın keyfini doyasıya çıkartalım istiyoruz. Peki, daha fazla yaşamın sadece daha fazla mutluluk olmadığı gerçeğini kabul etmeye ne kadar hazırız?
Hissetmemek için kendimizi kapadığımız o acı veren duygularımız olmasaydı; öfke, nefret, kıskançlık olmasaydı sevgiyi, mutluluğu nasıl anlayabilirdik? Mutluluğu yaşayabilme derinliğimiz bu negatif duygularımıza ne kadar tahammul edebildiğimiz ile direkt orantılı desem ne düşünürsünüz? Her gün çok mutlu olduğumuz ve her şeyin çok kolay olduğu bir hayatımız olsaydı sizce bu ne kadar ilginç olurdu?
İnsanüstü özellikleri olan süper kahraman filmlerinde bile kahramanın her dakika kazandığını görmeyi sıkıcı bulmuyor muyuz? Kim, içinde hiç gizem olmayan bir filmi izlemeye tahammül edebilir ki?
Daha fazla yaşam kesinlikle daha fazla mutluluk da getiriyor ancak tüm diğer duyguları reddedip sadece mutluluk getireceğini düşünmek hayatı yanlış anlamak olur. Her günümüz çok mutlu olsaydı, her istediğimiz her an gerçekleşseydi, muhtemelen bir günden fazla yaşamaya sabredemezdik. Biyolojimizin sürekli mutluluğa dayanamayacağı ve sebep olduğu yorgunluktan ölebileceğimizi söyleyen çalışmalar bile yapılmıştı zamanında.
Bunları söylüyorum ama sanmayın ki bu gerçekleri görür görmez hemen tüm kalbimi yaşama açabildim. Hayatın gerçeğinin bu olduğunu ve tüm duyguların ancak zıtlarıyla var olabildiğini çok iyi bilmeme rağmen ben de buhranlı anlarımda hepimiz gibi ilk tepki olarak kaçıp gitmek istiyorum. İnsanım ya unutuyorum işte, duygulara kapılıp gitmiş buluyorum kendimi.
Ancak, ben zamanla bu negatif anların içinden güçlenerek çıkmayı öğrendim. Bu konuda kendinizi geliştirmek ve her fırsatta duygularınızı kucaklamak kendiniz için yapabileceğiniz en anlamlı yatırımlardan biri olacak. Bende böyle oldu. Artık, bu anları eskisinden çok daha hızlı kabul ediyor ve negatif duygularıma karşı olan direncimi daha kolay kırabiliyorum. Bu da hayatımda daha derin mutluluklar yaşayabilme fırsatı sunuyor.
Ben buhranlı anlarımda, öncelikle, daha önce de buna benzer anlar yaşadığımı ve her seferinde yerini neşeli günlere bıraktığını kendime hatırlatıyorum. Bu sayede, o an yaşadığım acının sonsuza kadar benimle olacağı yanılgısından kurtulmuş oluyorum. Bu farkındalık dayanma gücümü arttırıyor.
Direnmek yerine teslim olmayı seçmek
Acının içinden geçebildiğimde, oradan sevgi alma kapasitesi artmış bir kalple çıkacağımı da artık çok iyi biliyorum. Bu istisnasız hep böyle oldu.
Sonra, bu hatırladıklarımdan aldığım cesaretle, her seferinde o negatif duygunun içinde bir öncekinden daha uzun süre kalmaya çalışıyorum. Yani, negatif duyguları geçiştirmek için hemen dışarı çıkıp arkadaşlarımı aramak veya kafamı çikolata kutusuna gömmek yerine gözlerimi kapayıp bir köşeye oturuyor ve o an hissettiğim acının bedenimin tam ortasında yanan bir ateş olduğunu hayal ediyorum. Onu, tıpkı etrafında şarkılar söyleyip hikayeler anlattığımız bir kamp ateşini seyreder gibi seyretmeye başlıyorum.
Ateşin karşısına geçip onu izlemeye başlayınca bir süre sonra onu algılayışım da değişiyor. Kırmızı ve sarı kıvılcımların bir araya gelip nasıl kendilerinden daha büyük bir şeye dönüştüğünü fark ediyorum. Bazen, arka fonda ateşin dansına eşlik eden bir müzik duyuyorum. O anın içinde çok rahatlayabildiğim bazı günler, ateş dansı yapan kızılderililer bile giriyor o kareye. Rahatladıkça hayal gücüm de açılıyor tabi ve ben o acıdan daha büyük olduğumu hatırlıyorum.
Onunla baş başa kalabildiğim her dakika alevin yakıcılığı da giderek azalmaya başlıyor. Resmen dikkat çekmeye çalışan küçük yaramaz bir çocuk gibi içimizdeki karanlık da onunla ilgilenmemizi istiyor diye düşünüyorum.
…Ve hiç bitmeyecek sandığım o kasvet bazen ateşin dansını izlerken duyduğum tatlı ve yol gösteren bir ses ile bir kaç saat içinde sona eriyor. Bazen birkaç gün sonra beni çok mutlu eden bir haberle bulutlar bir anda dağılıyor. Ya da karşıma biri çıkıyor ve kendisiyle ilgili bir hikaye anlatmaya başlıyor. Ben o hikayede kendimi görüyor ve beni üzen şeyin sebebini buluyorum. Peşi sıra bir rahatlık ve hafiflik hissi geliyor ve yine mutlu oluyorum. Bir süre sonra yeni bir buhran anı yaşanıyor ve yine peşinden onu dağıtmak için elinde hortumla koşan itfaiyeci bir mutluluk beliriyor…. Bu böyle sürüp gidiyor.
Ha, acıyla, üzüntüyle, kıskançlıkla, öfkeyle her karşılaştığımda karşısında bu kadar güçlü durabiliyor muyum? Hayır duramadığım ve kafamı anında çikolata kutusuna gömdüğüm anlar da oluyor. Ancak, onların kaçırılmış fırsatlar olduğunu biliyorum.
Pembe masallarla büyümüş pek çok kız çocuğu gibi ben de uzun yıllar bir gün hayatıma bir peri girecek ve sihirli değneği ile hayatımı bir anda değiştirecek diye düşündüm ve sonsuza kadar herkes mutlu yaşayacaktı. Hayat böyle değilmiş ama bu kötü değil. Bence kötü olan hayatı anlamamış olmak ve güzelim sayılı günlerimizi hiç gelmeyecek sihirli bir değneği bekleyerek heba etmek olurdu.
Yaşam her saniye etrafımızda dans ediyor ve ondan daha fazla keyif alalım diye kalbimizi açmamızı bekliyor. Yaşadığımız her şey bu yüzden oluyor. Biz gardımızı kıralım ki yaşam içimizde serbestçe aksın diye. Bu er ya da geç az ya da çok olacak, tüm gücümüzle dirensek de hiçbir şeyin sonsuza kadar değişmeden kalması mümkün değil. Halbuki direnmek yerine teslim olmayı seçersek hayatımız dolu dolu geçecek ve şu anda yaşadığımız mutluluktan kat be kat fazlası olduğunu keşfedeceğiz. Sizce buna değmez mi?
İlginizi çekebilir: Acı hissetmek mutluluk seviyesini artırıyor