Hiç acı hissedilmeyen bir hayat fikri ne kadar erişilmez ve harika görünse de, mutluluğu yakalamanın yolunun acıdan kaçmak olmadığı bilimsel araştırmalarla kanıtlandı. Bu durum hem fiziksel, hem de ruhsal acı için geçerli.
Mutluluk ve acı ilişkisi ile ilgili fiziksel gerçekleri ve birbirinden ilginç araştırma sonuçlarını sevgili Uplifers okuyucularımız için derledik.
Acıya karşı salgılanan kimyasallar olumlu hisleri arttırıyor
Yapılan araştırmalar arasından en tahmin edilebilir sonuç, 2008 yılında yayınlanan bir araştırmaya ait: Acıdan kurtulmak, rahatlama ve buna bağlı mutluluk seviyemizi arttırırken, bir yandan da olumsuz düşünce ve üzüntü seviyemizi düşürüyor. Peki bunun fiziksel açıklaması nedir?
Atletizmle uğraşanların sıkça hissettiği, sıkı bir koşu ya da yoğun egzersizde yaşanan öfori hissi (kişinin kendini subjektif olarak iyi ve kuvvetli hissetmesi) opioid adlı nörokimyasallara bağlıdır. Opioidler aynı zamanda, beynin ağrı ve acı durumunda da salgılanma emrini verdiği maddelerdir. Dolayısıyla, acı durumunda salgılanan bu maddelerin kişinin kendisini daha güçlü ve iyi hissetmesini sağladığı biliniyor.
Acı, zevki hak ettiğimizi düşünmemizi sağlıyor
Acı ve ağrı hissetmek aynı zamanda, kişinin kendini ödüllendirirken daha huzurlu olmasını da sağlıyor. Spora gittiğiniz bir günün akşamında yediğiniz bir parça çikolata, sizi evde otururken yediğiniz bir parça çikolatadan daha mutlu ediyor; çünkü yaşadığınız vicdan azabı da az oluyor.
Bu durum, Avustralya’da yapılan bir çalışma ile kanıtlandı: Bir grup insana ellerini buz dolu bir kovaya daldırıp bekletmeleri söylenirken; ikinci grup hiçbir şey yapmadı. Sonunda her iki gruba da hediye seçenekleri sunuldu: Çikolata ya da fosforlu kalem arasından seçim yapmaları gereken kişilerden, acı hissetmeyen ikinci grup 74% oranında fosforlu kalemi seçerken, buz ile haşırneşir olan grup 60% oranında çikolatayı aldı. Araştırmacılar, kişilerin hissettikleri acı sayesinde çikolatayı daha çok hak ettiklerini düşündükleri sonucuna vardılar.
Acı, sosyal ilişkileri güçlendiriyor
Birkaç ay önce ALS hastalığıyla ilgili farkındalık yaratmak için yapılan, insanların birbirine baştan aşağı buzlu su dökmek konusunda meydan okuduğu “ice bucket challenge”ı hatırlarsınız. Bu akıma popülerlik olsun diye değil de, gerçekten amacına uygun katılanların manevi desteklerini gösterme biçimiydi.
Bir felaket sonrasında ya da bir direniş anında insanların birbirine nasıl kenetlendiğini görmek sadece fiziksel değil, ruhsal ve toplumsal acının etkileri hakkında fikir veriyor. Acı çeken ya da başkalarının acı çektiğine şahit olan kişiler hem maddi hem manevi destek konusunda çok daha cömert oluyorlar. Bir araştırmada, birbirine ortak bir acı ile (elini buz kovasına daldırmak ya da acı biber yemek gibi) bağlı olan gruplarda dayanışma oranının, kontrol grubuna göre daha yüksek olduğu gösterildi.
Acı, dünyaya karşı algılarımızı açıyor
Meditasyon gibi kendimize odaklanmamızı sağlayan aktiviteler zihnimizi boşaltarak, dış dünyaya daha farklı ve sağlıklı gözlerle bakabilmemizi sağlıyor. Çünkü meditasyon sonunda duyularımız daha açık ve keskin hale gelmiş oluyor.
Acının da benzer bir etki yarattığı teorisi araştırmacılar tarafından denendi ve onaylandı. Az öncekine benzer bir deneyde elini buz dolu kovaya daldıran ve daldırmayan iki gruba verilen aynı marka ve miktarda çikolatadan, acı hisseden grup daha çok keyif aldı. Günlük hayattan da bunu örneklendirmek gerekirse; uzun bir iş gününün sonunda içilen bir kadeh şarap ya da sıkı bir koşu sonrası enerji içeceği normalde olduğundan çok daha fazla keyif vermekle kalmaz, tat alma duyularımız keskinleşmiş olduğundan, adeta daha lezzetli gibi gelir.
Hinduizmin kutsal metinlerinden Atharvaveda’da bahsedildiği gibi;
“Mutluluk mutluluktan değil, acıdan doğar. Gölge altında durmanın değeri ancak sıcak güneş altında tüm gün dolaştıktan sonra anlaşılır.”