“İçinde bir tutam delilik olmayan hayat, eksik bir hayattır.”
Paulo Coelho
Şu an yeni demlenmiş kahvem hemen yanı başımda. Çok sevdiğim bir şarkının akışına kedimi bıraktım. Önümde yazılmayı bekleyen bir sürü kelime var. Nereye gideceğim belli değil… İşte buradayım, bu anda. Dünyada belki de bana en çok keyif veren anlardan birini yaşamaktayım. Kahvem, müziğim ve sizlere ulaşacağını bildiğim kelimelerim. Önümde açılmış olan bembeyaz sayfa. Belki yirmi yıl öncesinden belki dünden bahsedeceğim. Belki yarın için kurduğum hayalleri, korkularımı, endişelerimi olamadıklarımı anlatacağım. Ama yine de bu keyif… Bu an o kadar anlatılamaz ki benim için… Odayı saran bu kahve kokusu. Dışarıdan gelen mis gibi kış esintisi…
Bugün sizinle keyif konusuna daha yakından bakalım istiyorum. Keyif bize kocaman bir kelime gibi gözüküyor çoğu zaman. Çok zahmetli geliyor kulağa. Hayattan keyif almak bazılarımız için çok klişe bir kavram belki de. Herkese inat bugün bu yazımda sizinle keyif çatalım istiyorum. Keyif üzerine biraz daha düşünelim.
İlk sorum şu: Peki keyif bu kadar zahmetli mi? Yani bizler bir günü düşündüğümüzde, normal bir günümüzü gözden geçirdiğimizde ne kadar keyif alıyoruz? Örneğin sabah uyandığımızda bu güzel evde, sağlıklı uyanmaktan ne kadar keyif duyuyoruz? Sabah ritüelimiz var ise, örneğin kısa bir yürüyüş yapmak, örneğin duş almak, örneğin çocuklarımıza sarılmak, bunu her sabah yapmış olsak da bir sabah daha yapabilmekten ne kadar keyif alıyoruz?
Bir başka soru daha bizler için gelsin o zaman, her akşam yattığımız yatağımıza bir akşam daha sağlıklı yatabiliyor olmaktan ve o sevdiğimiz insana sarılabilmekten veya o merak ettiğimiz kitabımıza devam edebilmekten ne kadar keyif alıyoruz? Bize nasıl olsa defalarca bahşedilmiş olan (!) kahve içmek eylemimizde, bir kez daha, bir gün daha aynı pencerenin önünde, aynı güzel manzaraya bakabilmekten ve sıcacık kahvemizden bir yudum daha içmek eylemimizden ne kadar keyif alabiliyoruz?
Sorularımız tabii ki bu kadarla bitmiyor, sadece kendi kendimize yürüyebilmekten ve dünya üzerinde bu eylemi tek başımıza gerçekleştirebilen şanslı kişilerden olmaktan ne kadar keyif alıyoruz? O nasıl olsa bizi bekleyen rutin olaylar, elimizden alınacak olsa hayatımızdaki keyif ve mutluluk değişir miydi? Örneğin bir sabah uyanıp da kendi kendimize yataktan doğrulamaz halde olduğumuzu görseydik, yine o bize keyif vermeyen rutinlerimizden böyle keyifsiz bahseder miydik? Bir sabah uyandığımızda o her sabah nasıl olsa bizi bekleyen sevdiğimiz kişi yanımızda olmasaydı, yine bir sabah daha birlikteyiz diye düşünerek bıkkınlıkla iç geçirir miydik? Yoksa o anın keyfini sanki ilk günmüş gibi yaşamaya almaya odaklanır mıydık? O zaman, bugün rutin dediklerimiz artık keyif alıp almadığımızı bile düşünemediğimiz bu anlar bu kişiler bu olaylar kısacası hayatımız bize biraz olsun keyif ve mutluluk verebilir miydi?
Keyif ve mutluluk ilişkisini, sevgili Bertrand Russell, Mutlu Olma Sanatı ile şöyle açıklanıyor:
“Birisinin keyifli olup olmadığını anlamanın belki de en iyi yolu, sofra başındaki davranışlarını incelemektir. Yemek yemeyi can sıkıcı bir iş olarak görenler vardır; yemek ne kadar güzel olursa olsun, bunların ilgisini çekmez. Bunlar hemen hemen her masaya oturuşlarında mükemmel yemeklerle karşılaşmışlardır. Yiyeceksiz kalmanın, yani açlığın nasıl bir şey olduğunu bilmezler; yemeğe, içinde yaşadıkları toplumdaki modaya uygun olarak hazırlanması gereken, sıradan bir olay gözüyle bakarlar. Onlar için, her şey gibi yemek de yorucu ve bıktırıcıdır, ama yemekten daha az yorucu bir şey bulunmadığında, fazla yakınıp sızlanmanın yararı yoktur. Bir de görev duygusuyla yemek yiyen hastalar vardır; doktor, güçlü olabilmeleri için biraz beslemeleri gerektiğini söylemiştir. Sonra ağzının tadını bilen, iyi yemek düşkünleri gelir; bunlar yemeğe iştahla başlar, ama gereğince pişirilmemiş olduğunu görürler. Bir de oburlar vardır ki, yemeğe saldırırlar, çok fazla yerler, fazla kilo alır, nefes darlığı çekerler.
Sonuncu olarak, uygun bir iştahla yemeye başlayan, yemekleri seven, yeterince yiyen ve tam zamanında sofradan kalkanlar vardır. Besinler karşısındaki bu tutumlar, dünyanın öbür nimetleri karşısındaki davranışları andırır. Mutlu kişi bu örneklerden sonuncusudur. Açlığın besinle ilgisi neyse, hoşnutluğun yaşamla ilgisi odur.”
Mutlu olmak ve mutlu kalmak aslında dışarıdan bir güç tarafından kalbimize zerk edilebilecek bir hediye değildir. Mutlu olmak ve mutlu kalabilmeyi bilmek hayattan aldığımız keyifle ilintili… Keyif ise belki de çok uzakta aramaya gerek olmayan, hatta her anımıza daha yakından, daha fazla minnetle, daha fazla aşkla baktığımızca kolayca bulabileceğimiz bir olgu…
Şimdi son sorumuz, eğer keyif almak veya keyfi bulabilmek (!) bu kadar basitse, bu kadar fazla seçenek önümüze zaten serilmişse, daha fazla mutlu olmak ve hatta mutlu kalmak mümkün mü?
İlginizi çekebilir: Hayatı yorumlamak: Zor, daha zor, daha da zor!