Hava şıkır şıkır, fırından mis gibi ekmek kokusu geliyor, bizi gören herkesin yüzü aydınlanıyor. Manav peşimizden koşup bunca pahalılığa rağmen bir hurma uzatıyor, “Trabzon hurması değil bu abla, Mersin hurması. Soy kabuklarını yedir bebeğe.” Böyle, dolmuş gibi dura kalka yürüyoruz, toplaya toplaya. Yaşamımızın yeni ritmi bu.
Çantamız yavaş yavaş meyve, kurabiye, yaprak ve ufak tefek oyuncaklarla doluyor… Esnafın bu tavrı, bana Hindistan’da herkesin evinde bulunan o küçücük tapınakları hatırlatıyor. Hani insanların her sabah, yokluğa rağmen Hindistan cevizi, biblo, palmiye yaprağı, mısır bıraktığı tapınaklar. Mahalleliler, bebeğimin gözünde gördükleri yaşama, küçük bir çocuğun her şey ve herkes olma şansı olan bu şaşırtıcı potansiyele hediyeler sunmak istiyor. Dirim karşısında duyulan bir saygı bu aslında. Hayat karşısında gündelik bir saygı duruşu.
Eve geliyoruz, seramik kasedeki reçel ayna gibi. Farkına varıyorum ki, mutluluğu hiçbir zaman yeterince ciddiye almamışım çünkü onu bana hep para karşılığı satmaya çalışmışlar. Mutluluğa kapak açtırmışlar, içtikçe mutlu olmamı istemişler, daha mutlu bir hayat için sipariş listeleri çıkarmışlar. Mutluluk çok kullanılmış, pörsümüş, üstelik ben onu yeterince havalı, derinlikli filan bulmayıp elimin tersiyle bir köşeye itmişim. Ne büyük hata. Oysa onun reklam filmlerinin altında başka türlü katmanları var, tıpkı ciğerlerin açılması gibi mutlu olabilen yerlerinin ona yol vermeyi öğrenmesi hali var. Alkole teslim olan puslu zihin, yerçekimine tutkun cam kırıkları falan gibi. Bana mutluluğu kimse öğretmedi. Ama şimdi 1,5 yaşındaki bir ışık topunu izliyor ve şunları görüyorum:
1. İlk adımı atmaktan korkma
19 aylık ustam, ne zaman çocuk parkına gitsek yerden bir tomar yaprak alıp onları sırayla, bir broşür dağıtır edasıyla orada gördüğü herkese veriyor. Yaşı kaç olursa olsun, yaprak sunduğu kişiler ona ya yeni bir yaprak veriyor ya güzel bir söz söylüyor ya da gülümsüyor. Reddedilmekten korktuğum için kaç arkadaşlık, kaç kahkaha, kaç güzel yaprak kaçırdım acaba? Artık ben de gözüme kestirdiklerime yapraklarımı uzatıyorum. Ne yazık ki herkese adım atamıyorum, ustamın mertebesine ulaşmak şimdilik mümkün değil. Ama öğrenmeye devam.
2. Sevdiğin şeyleri elinden alırlarsa içindeki Seda Sayan’ı çıkar
Kahve termosuyla duşa girmek, bereyle yıkanmak, duvarda asılı küçük tabloyla parka gitmek… Bunları yapamadığında yaygara koparmak ve dünyanın dönüşü o kahve termosuyla yıkanmaya bağlıymış gibi davranmak 1,5 yaşındaki ustamın sık başvurduğu yöntemler. Ben bunları, “Aslında güzel fikir!” cümlesiyle “Sınır mı koymam lazım?” arasındaki kafa karışıklığıyla izlesem de ondan bol bol cesaret devşiriyorum. Sevdiğim şeylere artık daha sıkı tutunuyorum.
3. Tekrar, tekrar, tekrar
Araba, araba, araba, araba. Hav hav, hav hav, hav hav. Anne, anne, anne, anne, anne. Elindeki objeyi ver, al, tekrar ver, tekrar al. Hatanı tekrar et. Düş, kalk, düş, kalk. Anladım ki öğrenmenin ritmi bu. İyice öğrenene kadar hep aynı nakarat. “Bir daha mı?” demeden önce, artık kendime biraz şefkat.
4. Bütün köpeklere selam ver
Sokaklar, parklar, ağaçlar, kargalar, kediler, rüzgarlar bizim. Köpekler de bizim. Küçük bilge, ne zaman bir köpek görse durup ona el sallıyor. Anladım ki en saldırgan görünümlü, hırçın olanlar bile selamınızı geri çevirmiyor. Köpeklerle dost olmak, sokakları, parkları, hayatı korkusuzca yaşamanın anahtarı. Merhaba o zaman!
5. Müzik başladıysa kafanı salla
Sağ, sol, sağ, sol. Eğer müzik varsa, nerede olduğunun, ne yaptığının, acelemiz olup olmadığının hiç önemi yok. Bir ağlama krizinin ortası da olabilir. Eğer müzik varsa hayat baştan başlıyor, dengeler yeniden kuruluyor. Masal bir kez daha anlatılıyor. Bazen kafasını sallayarak hayatın “yeniden başla” düğmesine bastığını hayal ediyorum. Sağ, sol, sağ, sol. Yeniden başlamak, ne kadar da kolay.
6. Tadına bakamıyorsan, babana bile güvenme
Ustam için yeni bir deneyim kazanmanın yolu, merak ettiği, ilgisini çeken objeyi ağzına atmaktan geçiyor, kendini ısırık alamadığı bir şeyle ilişki kurmuş hissetmiyor. Ben de artık yeni bir deneyimde, onun ağzımda bıraktığı tada bakıyor, onu tekrar denemek isteyip istemediğime karar veriyorum.
7. Gülüşünle akıllarını çel
Her gün, her yaştan, çeşit çeşit insanla karşılaşıyor, onlara yaptığı tek şey gülümsemek. En ağır kapılar açılıp en asık suratlar aydınlanıyor, iklim krizi duruyor, ekonomi düzeliyor. Tek bir anlığına. Sadece gülümseyerek.
Devamlı çocuklarımıza neleri öğreteceğimizi, onları nelerden koruyacağımızı, nasıl bir yuvaya göndereceğimizi düşünüyoruz. Bu arada, hayatımızın en önemli derslerini almak için sonsuz bir potansiyelle orada öylece durduklarını çoğu zaman fark etmiyoruz. Belki de biz bu kurguyu çok yanlış anladık. Aslında onlar, bizi şekillendirmeye gelen bilgeler, bizlerse kendini öğrenmeye açması gereken öğrencileriz.
Olamaz mı? Olabiliiir.
Beni instagram.com/bengisu_gencay adresinde bulabilirsiniz.
İlginizi çekebilir: Bizler onlarız: Sorularla yıldırılan bir annenin gözünden